- 1761 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
Babama V
Babamdan hiç çikolata istemedim, ondan hep beni götürecek bir şey istemeyi istedim, beni götürmesini, ona gidecek bir yol, bir adres bekledim. Mutluluğa gidecek bir kapı açılmasını diledi gözlerim sessizce. O yaşlarda daha gözle nasıl imalar yapılır pek bilemiyordum, ama istedim. İçimizi ısıtacak bir şey, ellerimizi birleştirecek bir sıcaklık istedim. Zordu bu sıcaklığa ulaşmak ve hatırlayamadığım kadar uzaktı bu öyküler bana.
Evde hep bir veda konuşması, veda koşturması, gidip gelmeler vardı, sandalyenin altı, iki küçük kardeş için en güvenli yerdi. Saklanacak dolabımız yoktu, buzdolabının ne olduğunu bilmiyorduk, bilsek donardık.
Bizim evde hep kavgayla birlikte veda konuşurdu. Hep gürültülüydü vedalar, bu yüzden hep korktum, büyüdüğümde de korktum veda edemedim, edecekler diye ödüm koptu. Halbuki vedalar güzel olmalıydı, bunun bir yolu vardı elbet ama bu yol bizim eve uzaktı. Büyüdükçe öğrenilmiyordu işte bunlar, karşına çıkması gerekti bu yolların, çıkmıyordu.
Veda bizden nasibini alamıyordu, biz ondan kısmetimize düşeni alıyorduk ya da payımıza mı demeliyim?
Yüz yüze öğretemediğimiz şeyleri uzaktan öğrenmeye çalışan birer öğrenciydik biz, uzaktan hiç olmuyordu ama yapıyorduk, bunu da tamamlamak için. Bir öyküyü daha tamamlamak için. Oysa açıkta kalan ne duygularımız vardı, üzeri örtülmeyi bekleyen, üşüyen. Telefon bunun için iyi bir icattı. Telefonda daha güzel konuşurdu babam. Yüzümü görebilseydi belki söyleyemeyecekti, veda edemezdi yüz yüze biliyorum. Acemiydi işte en az benim kadar. Vedalara alışılmazdı. Hep sesi titrerdi insanın, belki de soğuktu vedalar.
Tam o soğuk anda, sesin titrerken ellerimden başlayan bir titreme tüm bedenimi sardı. Ateşim çıktı zannettim önce, sonra donduğumu anladım. Asabiyet bozukluğu bir şeydi, saçmaydı, olmaması gereken şeyler oluyordu. Gözlerini görebilseydim, farklı anlamlar çıkarabilir, farklı manalar yükleyebilirdim gözlerine. Yapamadım. Çünkü gözlerini göstermedin bana, hangimizin buna cesareti yoktu? Sanırım ikimizin de, ben yüzüne bakamazdım, hep içim sıkılırdı böyle durumlarda. Hep parmaklarımı koparacak gibi oynardım ellerimle, senin de cesaretinin olmaması sevindiriciydi bir bakıma, şanslıydım gözlerini son kez göremediğim için. Şimdi bir tek şeyi anlıyordum, bir tek bundan emindim. Bir kere vedalara alıştı mı yürek bir daha durmuyordu yerinde ve her gelen gitmeyi damgalıyordu kalbime. Emindim, bir ömür yapayalnız kalacaktım, özgürceydi bu.
Anlamayan herkese anlaşılmayan cümleler kurmak zorunda kalacaktım, cümlelerim anlaşılır olmayacaktı, kimse de anlayışlı olmak için çaba harcamayacaktı.
Gözlerine bakmak neden bu kadar zor baba?
Neden uzak onlar bana hep? Nereye bakıyorsun da hep kaçıyorlar benden? Bedenin yakınımdayken tam da birleşecek kadar yakınken, neden onlar uzaklarda kalıyor. Evi neresi gözlerinin? Ellerinin yeri neresi?
Büyüyemedim hiç, ne düşündüğünü anlayacak kadar. Büyümeye fırsatım olmadı ya da sen fırsat vermedin buna. Büyüdüğümde de yanımda değildin. Belki de ben kandırılmış, masallara inanıyordum hep varmışsın gibi yapıyordum. İçimden sessizce öyküler yazıp, seninle konuşuyordum, duymuştum konuştuğumuzu. Hayali bir arkadaşlıktı belki bizimkisi, hiç olmayacak bir şeydi. Ama zamanla bunu yok edecektim, boşluğa bırakacaktım seni. İçimin boşluğuna.
Resimlerine bakınca hep hüzün çöküyor içime, bir şeyleri eksik yaşamanın verdiği boşluğu bile dolduramayan hüzün. Yanımdasın ama uzaksın, hatırlamıyorsun, hatırlamadıklarını hiç unutmuyorum ben.
Bu acıyı ezbere biliyorum
Sen olmadan da yanabilirim!
Ezberden daha öteydi benimkisi, belki ben daha doğmadan önce içime yazılmıştı, kader gibi. Hayatım noktalarla devam ediyordu, bir yerde bitip yeniden başlıyordu, yeni cümle ne kadar anlamlı olabilirse, o kadar anlamlıydım. Yarı yolda tam hayatın ortasında seyri değişiyordu olanların, oluruna bıraktığım hiçbir şey oluruna kalmadı, değişti hep, aynı hızla, aynı telaşla. Yalnızlıklarımız büyüyordu, ben büyürken… İçimde bir şeyler küçülmeye devam ediyordu, bunların başında inanç geliyordu.
Karmakarışık öyküler sokaklara dökülüyordu, herkes gözlerime bakınca hikayemi tahmin etmeye çalışıyordu, nasıl da yanılıyorlardı, boştu gözlerim. Acıklı hikayemi oraya yerleştirecek kadar delirmemiştim daha, saklayabilecek kadar içimdekileri ustalaşmıştım. Yalnızlıklar büyütüyorduk, bedenimiz gitgide küçülüyordu. Bu kadar küçüldükten sonra korkusuz oluyordu insan ve her şeye gücünün yeteceğine inandırıyordu kendini, budalaca.
Gölgem yığıldı yığılacak üzerime, nefesim içime kaçtı, dışarısı buz gibi. Soğuk karanlık, nefesim korkuyor karanlıktan. Ellerim hep ceplerimde, onlara güvenebilirim, herhangi sıcak bir ele tutunmaktan daha evladır benim için.
Ne zaman bir bıçak değse yüreğime, o zaman okunabilir hikayemiz, ele veremem, vermem. Ayak izlerini saklarım en karanlık gecelere ve sesini, o kadar sakladım ki, o kadar derine… Hiç duymamış gibi oldum. Yüreğimdekileri kusup, bir poşete doldurmayı isterdim, sonra da en uzaklara fırlatmayı, ama yapamadım. Hep içime kustum. İçimleydi derdim, içimden başka kimse yoktu, olmayacaktı.
Bir tek kere olmuştu, zaten böyle şeyler hep bir kere olur, bir daha olmaz. İçine kimseyi alamazsın, herkesin bir tane yeri var. Herkes hayatını bir saat ileriye taşırken, ben hep eski saatlerde yaşadım, taşıyamadım kendimi, kendime ağır geldim. Yetişemedim yine de.
Yenilirsem dizlerime koşabilir belki ayaklarım bıraktığın izlerin peşinde, diri dizlerinde ölü uykusuna yatmak isteyeceğim.
Yoksa sonsuza kadar uzaklaşacağım kendime!
Kendimi yetişemeyeceğim kadar uzaklara terk edeceğim ve eskinin iki katı daha eskiyeceğim.
On Sekiz Aralık İki Bin On Üç 12 00
Nevin Akbulut
YORUMLAR
bir mezarlık ziyareti sonrası deftere girdiğimde 'duygu damlacıkları' ve onun 'babam' yazıları geliyorsa aklıma, burda benden fazlaca bi şeyler olduğu içindir. burda gerçek olduğu için, burda samimi itiraflar olduğu için. yalın, savunmasız, kimseye güçlü görünme arzusu olmadığı içindir. öyle ya, insan dertleşir kalemiyle. o da olmasa ne yapardık biz.. Kalemin ve kelamın Sahibine binlerce şükür...
çok şey birikti içimde. söyleyecek çok.. ama öyle şeyler söylemiş ki zaten kalem, gözyaşlarımı yutmak kaldı bana. yazarken ağıt yazmış kalem, ağlayarak yazmış belli. sanki o yazdı şimdi bunları karşımda da ben de izledim.. ha bi de birkaç damla gözyaşı borçlu bana bu yazar bu gece..
Kıpkırmızı
Yüreğinin en derinlerindekileri, en ulaşılamayanları paylaştığın için teşekkür ederim, bazen birşeylerin yok olmasına gerek yoktur, varken de yoktur o şeyler, galiba bunu yaşıyorum ben de...
Üzüldüm, yazarken daha çok üzülüyorum, daha çok özlüyorum. O birkaç damla yaşı baştan peşin olarak ödenmiştir belki de...
Ağlamadan olmaz ama, sahte değil ki sahte olamam ki, eğer öyle olsa, bu denli hissedilmezdi...
Kırıklarımı saklayamayacak kadar cömertim ve korkusuzum zayıflıklarımı da kaleme dökemebilecek kadar, belki de bu güç değil, güçsüzlüktür...
Sonsuz sevgimle,
Öptüm yüreğinden,
Kıpkırmızı
Ben de senin yüreğinden öpüyorum, canımsın...
İlginç.
Bizler,
çocuğumuza yazıyoruz.
Onlara, sözle, davranışlarla, gözlerimizle ulaşamamanın ezikliğini,
sayfalara düştüğümüz hüzünlü cümlelerle telafi etmeye çalışıyoruz.
Burada,
bu sayfada da tam tersi bir durum var.
Normal hayatta babasından beklediği ilgiyi, alakayı, sözü bulamayan bir evladın,
telefonla ancak kendini ifade edebilen bir babaya serzenişlerini okuyoruz.
İlginç.
Keşke bu evlat bizleri,
bizler de bu evladı yakınen takip etseydik.
Belki birbirinden bir şeyler öğrenir,
bu öğrendiklerimiz de,
kendi muhataplarımızı anlamamızda yardımcı olurdu.
Güzel bir çalışma.
Kıpkırmızı
Selam ve Sevgilerimle,