- 444 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Öğretmenler Günü Hafakanı
(Yazının başındaki o deli kız ve sonundaki köpek benim).
Öğretmenler Günü… Kime? Bana ne? Benim yok öyle bir günüm. Veya deli kızın hesabı, bana her gün öğretmenler günü.
30 yılınızı aşıyor, yetişmesine katkıda bulunduğunuzu düşündüğünüz öğrencilerinizle meslekdaş olup aynı okulda çalışma lutfuna mazhar oluyor, sonra bir öğretmenler haftası gününüzü kutlamaya gelen misafirlere hoşâmedî etmeye odanıza girdiğinizde ordan çıkarılıyorsunuz… Olsun, ne güzel, size o yetiştirdiğiniz öğrencileriniz, zaten oraya gitmeye fırsat bırakmamışlardı ki. Otuz yılda otuz kez girmiş miydiniz acaba o odaya?
O gün de, öğle arası etkinlik salonunda yapacağınız İstiklal Marşı Şairi’ne Vefa Programı hazırlıkları için etkinlik salonuna inmek üzere, elinizdeki ders materyallerini bırakmaya erkek öğretmenler odasına giderken okul Aile Birliği Yönetimince önünüz kesiliyor, “Hocam, odanıza geçmeden 1 dk. Bu öğretmenler odasına uğrasanız da sizi kutlamaya gelenlerle görüşseniz” deniliyor, giriyorsunuz, sonra içerden “Siz kendi odanızda bekleyin, oraya da gelecekler” sesleri uğuldayınca çıkmak mecburiyetinde kalıyorsunuz. Çıkarken de mırıldanıyorsunuz, beklemek mi? Buna vaktim var mı? Aşağıda öğrencilerim beni bekliyor, ben kimi ve niye bekleyeyim ki?
Boğazınızda harfler düğümleniyor, konuşamıyorsunuz, hakkınız yok, âlemin bal şerbeti, sizi ilgilendirmez, ayran tasınızdan bile yudumlayacak vaktiniz de yok. Hayat çok kısa. Günler, saatleri kovalıyor, saniyelere yetişemiyorsunuz… Ama sonra kendi başınıza kaldığınızda, mezara da öyle yapayalnız gireceğinizi düşünerek teselli arıyorsunuz: Toprak post, Allah dost…
Düşünüyor, düşünüyorsunuz… Düşünce mi vesvese mi, onu da bilmeyerek. Emeğinize teşekkür etmeye gelmişler, size mani olunuyor, ulaşmıyor bu teşekkür. Elleriniz titriyor duygularınızı ifade için dolaştığınız klavyenin üzerinde. Eskiden olsa kaleminiz ürperirdi, üşüyor kelimeler, buz kesiyor. Gözyaşlarınız kağıdınızı ıslatırdı, ondan da kalmamış artık. Duygularım mı köreldi? Ben bu muyum? Ben neyim de bu hal neyin nesi? Yetiş, yetiş, o sonsuz varlık muhasebesi… Neyin hesabını yapıyorum? Ama insan işte! Belki size yetişseydi o teşekkür, daha candan, daha içten, hiçbir hesap ve pazarlık düşünmeden canınızı sermeye devam edecektiniz çocuklarınızın ayakları altına. Yoluna saçınızı ağarttığınız, belki bazen yolduğunuz ve döktüğünüz, çocuklarınızın; o göz nurlarınızın... Bedeninizde hissetmediğiniz açlığı ruhunuz yaşıyor, söz dinletemiyorsunuz… Bu muameleyi (mi) hak ettim ? diyorsunuz. Belki yarından da yakın mezarıma da yetişmeyecek mi dualar, acaba cenazeme o binlercesinden kaç kişi gelecek? Siz kaçına yetişebildiniz ki? Soruyor, soruyorsunuz…
Yeditepe gezilerinde 1. Tepeden 2. Tepeye yürürken, öğrencilerinize “burada da emektar bir öğretmenimiz var, adı Ahmet Kabaklı, şimdi vaktimiz olsaydı uğrar elini öper, tatlı sohbetini dinlerdik, inşallah bir dahakine, deyip yanıbaşından geçerek Edirnekapı Şehitliğini de aşıp tepeleri bitirince Eyüp Sultan’a ve Üstad’ın kabrinde yaptığınız program sonrası Piyerloti’ye doğru seğirtme ardından, sonraki yıl Türk Edebiyatı Vakfı’na da uğrayalım hayali kurarken, bir kış günü haber alıyorsunuz ki Ahmet kabaklı Hoca vefat etmiş. Çocuğunuzun elinden tutup gidiyorsunuz cenazeye;Fatih Camii’nden nereye götürülse beğenirsiniz, sizin o gezileri bitirdiğiniz son noktada: Artık istersen ziyaret etme! İşte gerçek hoca! Belki öğrencilerinize elini öptüremediniz o toprağı öpülesinin. O, taşında “Şol kâinat secd’eyleyüb, can Çalab’a verilende / Bu mesel içre halimiz, bir yüceden görülende” dizelerini okuyup duygulandığınız, o duyguları paylaşmaya çalıştığınız çocuklarınız acaba “Bir garip ölmüş diyeler / Soğuk su ile yuyalar / Üç günden sonra duyalar / Şöyle garip bencileyin” misali sizin yolunuzu bulabilecekler mi? Yoksa bir Fatiha olsun ulaşmayacak mı ruhunuza? İçlerinde evladınız yerine koyup öz evladınız kendi okulundayken okuttuğunuz, evde yolunuzu gözlerken gezdirdiğiniz öğrencilerinizin de bulunduğu öğretmenler odasındaki teşekkürün size ulaşmaması misali… Demek buna layık değildiniz, boşuna heveslenmeyin, et yüzü göremeyen köpek kemikleri koklarmış…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.