- 1490 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
NE ÖNEMİ VAR! –yoksa- NE KADAR ÖNEMLİ Mİ?
Sağırsa kulakları gönlünün, titrek birkaç sözün ne önemi var?
Bir ayna kadar soğuksan, sana dokunup kirletmemin ne anlamı var?
Sende yansıması yoksa hislerin, seni tüm benliğimde hissetmemin ne faydası var?
Ellerini tutunca avuçların bunu bilmedikçe, ellerinin nerede olduğunun ne önemi var?
Bir vaha kadarsa aşkının kalanı, sözlerim mecnun olsa, seni kovalasa ne önemi var?
Her yer aynı çöl, her söz daha çok kum, ben vahalarımda seni yeşertsem ne anlamı var; sen çıkagelmedikçe, sevgiye aç, sevgiye susuz olan bana..
Diye başladım yazmaya, yukarıda yazıp da sıraladığım ne önemi var? sorularını okuyunca sordum kendime, içimdeki güncelere ve aşklar geldi, aşklar gelince şarkılar geldi aklıma ki düşündüm hangisi önemli, ne kadar önemli, ne önemi var..
Dedim; eski pikabımda eski bir aşk şarkısını eski bir taş plakta Müzeyyen Senar’dan dinlerken. Bir daha doldurdum boşalan gönül kadehime aşk iksirinden ve serhoş olmak için koca bir yudum aldım şarkıdan, kulağımda çalkaladım, yutkundum içime sindirerek şarkının lezzetini, miski amber gibi gitti yüreğime.. Ve zihnim açıldı düşündüm, “Şarkılar Seni Söyler” deki son mısrayı meze diye alırken..
Şarkılardan aşklar, aşklardan şarkılar doğar ve zaman kaybolur insanın içinde..
Peki, sizce hangisi önemlidir, aşklar mı şarkılar mı yoksa içimizde veya içinde kaybolup gittiğimiz yıllar mı? Zaman mı? Yoksa zamanın içimizde iz bırakıp gittiği, yılların basa basa bıraktığı, ayak izlerinin acıları mı?
Kaybolan yılların ne önemi var diye mi düşünüyoruz yoksa acılara mı alıştıkça önemsemiyor muyuz?
Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler /Şimdi bana seninle bir ömür vaat etseler/
Şimdi bana yeniden ister misin deseler/ Tek bir söz söylemeye hakkım yok
Biliyorsun beraberce karar verdik ayrılmaya / alışmalı arkadaşça yolları ayırmaya...
Sezen Aksu’nun en sevdiğim aşk şarkılarından birisidir bu sevgiliye ufak bir serzeniş ondan medet ummaktır biraz da kaybolan yılları geri getirmek mümkün değil elbette ama yaşananlar adına saygı ve sevgiyi korumak en iyisi herhalde...
İnsanları tanımada zaman zaman açmazlara düşebilir insan hep bir tarafını dinlemek zorunda kalabilir bir ilişkiye başlarken de bitirirken de kimse kendini suçlu görmek istemez haklı vardır ama hangisi daha çok işte orası tartışmaya açıktır...
Sevilen insanın kusurlarını mazur görmekse, ee bir yere kadar evet, ya sonrası istekler bitmek tükenmek bilmiyorsa ne yapmalı, dur demek ya da olacakları seyretmek, iki taraf da acı çekeceğini bile bile yine.
Sezen Aksu’nun bir şarkısında değindiği gibi (AŞKIN NUR YENGİ)Bir arada olabilmek ne mümkün / Bir arada kalabilmek imkânsız / Seneler alıp gitmiş ne var ne yoksa herşeyi / İnanılmaz değişen ben miyim? / İnanılmaz bu yabancı da kim / Sen misin böyle uzak veda sözleri söyleyen... diye devam eden zaman içinde yaşanan değişimi ne de güzel anlatıyor, aktarıyor...
Her şeye karşın Aşka da Aşıka da sahip çıkmaktan yanayım ben. Yaralar tedavi edilebilir belki edilmezse de biter gider, sevgi ve de saygı yok olmadan ve depremler yaşanmadan...
Ya acı..? Biter mi..? Bitmez ki!.
Buna katlandık işte..
Bu kadar acıya katlanmayı nasıl öğrendik…
Cidden soruyorum, bu kadar acıya katlanmayı biz ne ara, nasıl öğrendik?
Her notaya bir bir seni anlattım.. derken mi? Yoksa; ‘BOŞVER HER NE VARSA VAR, ŞARKIYI DİNLE’ derken mi öğrendik vedaları yaparken çektiğimiz acıyı, o zamanlarda mı alıştık dersiniz acılara katlanmayı..
Ben artık hissetmiyorum acıları acaba yüreğimde ki nasır büyümesini mi tamamladı dersiniz..?
Şimdi o nasır ağrıyor üstüne bastıkça..
Her insanoğlun hayatında hiç geçmeyecekmiş gibi hissedilen acılar olur ama bu kendimize ve etrafımızdakilere karşı olan sorumluluklarımızı unutma hakkını vermez.
Acıya şikâyetsiz katlanmak gerek… Hayatın bir parçası olduğu için. Üstelik hiç bir acı bugün acıttığı kadar yarın da acıtmaz.
Usulca dinlediniz mi peki Müzeyyen Senar’dan Sevmekten Kim Usanır’ı.”. Ne de güzel söylüyor sevenle oyun olmaz diye.. Bu şarkıyı dinleyince uzaklara dalıp gitmeyen yoktur sanırım. Uzaklara ister istemez baka kalıyor insan, kaç kere yemin ettiklerimiz geliyor aklımıza, kaç kere yüreğimize yenildiğimiz, onsuz olamadığımızı anladığımız her anda biraz daha düşünme fırsatını bulamıyoruz, çünkü çoktan kapılmış oluyoruz..
“İstersen yüzümü güldür, İstersen ağlat beni, Bin gecenin koynunda bir geceye at beni, Kaç kere yemin ettim, kaç gönüle de girdim, Sensiz yapamıyorum, Bak yine geri geldim..”
Hadi siz söyleyin..
Onca olan şeylere rağmen kim sevmekten usandı, kim bıraktı içindeki aşkı, yüreğinin vazgeçilmez en kıymetlisini?
Müzeyyen Senar’dan dinleyin bir sevmekten kim usanırı..
Sonra kararınızı verin, bir iç çekip diyeceksiniz…
Sevmekten Kim Usanır?..
Birde Multitap’ın güzel bir şarkısı geldi aklıma “BEN ANLARIM” tesadüfen dinlemiştim ama kendimi şarkının içinde ve sonra müzik markette "özel birisin" adlı albümünü alırken buldum. Ne de güzel bir şarkıdır “Ben anlarım” naiftir, sevgiliye yazılmış güzelliktir; onu en iyi anlayanın kendisi olduğunu sevimli bir şekilde aktarır. Dinleyiciye ucundan ısırtılan, dumanına ekmek bandırtırılan, gösterilip de verilmeyen parçasıdır. Şahsen halen bıkmadım, dinlerim.
Şarkıda da şöyle diyor dizeler;
“anlarım ki sonbaharsın
şimdi boş sokakların
titriyor duvarların
dokunma dersen ben anlarım” ne hoş değil mi?
Bir Orhan Veli şiiri der ki;
“bilmezler yalnız yaşamayanlar,
nasıl korku verir sessizlik insana;
insan nasıl konuşur kendisiyle;
nasıl koşar aynalara,
bir cana hasret,
bilmezler.”
Gece saat yalnızlığı beş geçerken, düşlerini pencereden atmayı, gökyüzüne saatlerce bakıp, öylece uyuya kalmayı bilir mi acaba yalnız olmayanlar…Ama herkesin bir kimsesi olduğu gibi herkesin birde yalnızlığı vardır işte..
Attığımız adımlar kısalır, düşünceler kısırlaşır, hayaller ufalıp zaman darlaşır.. Uykularımız bölünür bir çığlıkla, dayanmak zor olur başkalarına, sadece o vardır o yalnızlığımızda.. Kim bilir yalnızlığı kalabalıkların arasında kim…
Boris Vian ise bu konuda demiş ki:
“yalnızlıktır dininiz
örneğin bir trenden
istediğiniz yerde ininiz..”
Evet yalnızlık treninden vakti gelince inmek gerek.. Zaman çok geç olmadan güneş yeniden batıp ay karanlıktan gözünü kırpmadan. Ve sevmek gerek, her şeyi sevmek önce hayatı severek mutlu olmak gerek.
“Yaraların yüzünü kapayacak olanadır çığlığın bakir kırılmaları...
Ve her kırılışın çıkardığı sese belki de kurban olmaktır yaşam!”
Ve sevmek, en güzel histir, sıcacık, yüreğinde kıpır kıpır büyürken, savaşmak zamanla, yaşamak, dolu dolu hayatı sevmek..
Ah bir sevebilsek, küçücük şeylerle mutlu olup gözlerinin içine bakabilsek, dudağının kenarında ki gülümsemeye asılabilsek..
Çocuk gibi sevebilmek, karşılıksız riyadan uzak, saf içten…
En çocuk yerinden başlamalıyız hayata... Hep baharlara yelken açmalı gönül gemimiz...
Ve her mevsimin içinden geçtiği bir yürek olmalıyız... Geceye dökülen birkaç umut biriktirmeliyiz avuçlarımız da... Sonra işaret parmağımızdan uğur böcekleri uçurmalıyız; çocuk umutların ve masum tebessümlerin ülkesine...
En çocuk yerinden başlamalıymış hayata...
Yeniden çocuk olmak ve dünyanın karmaşa ve kaosundan uzaklaşmak... Ne harika olurdu değil mi?
Ve yeniden mutlu olurduk, mutlu olmayı öğrenirdik.. Mutluluğu yakaladım, mutluluğu bıraktım, yakalasınlar diye.
Mutluluk nasıl birşey, nedir, nasıl ulaşılır ve ne kadar senindir diyerek geçti yıllar..
Tanımını buldum içimde ne yazık ki kendini bulamadım; Kendini buldum, içimdeki tanıma uymadı. Nasıl bir olgu anlayamadım. Çok mutlu oldum mu bilemem ama yüreğimdeki, hayalimdeki mutluluğu serptim gökyüzüne, herkes istediği kadar alsın diye…
Mutlu olmak bizim elinizde... Elbette mutsuz olmak da! Çünkü mutluluk gibi mutsuzluk da bir tercih meselesi… Hayata nasıl baktığımız, bardağın hangi tarafını gördüğümüz mutlu olup olmayacağımızı belirler... Bana göre ise mutluluk öğrenilen bir şeydir. Bence mutlu olmayı ya da mutsuz olmayı çocukluğumuzda öğrenmeye başlıyoruz. Mutluluk tamamen bizim kişisel tercihimizle elde edebileceğimiz bir ruh hali. Ve sık sık karşımıza çıkar çıktığında sahip olmak ve bırakmamak lazım.. Sabırla beklemeli..
“Mecnun’un aşkına özenip de yürüdüğümüz yollar, çöl değil.
Oysa aşk, çölde haz verir insana.
Kalp, çöl yanmışlığında kanıyorsa aşk vardır..”
Demiş yazar;
Demişte sitem etmiş yanmayanlara.
Aşklarımız tenlere sürgün artık. Sevdalar kuytulardan çıkmış, sırrın esrarı dillere düşmüş.
Aşk bu değildi oysa. Yanmak bu değildi.
Peki ya neydi yanık olmak?
E orasını da siz söyleyin herşeyi benden beklemeyin… Ama şunları diyebilirim..
“Bu kaçıncı ağıtımdır sana Sina dağının reyhan gülü... yüreğimi işitilmeyen ağıtların yanık yüreğine koyarak başladım çaresizlik bestelerini dizmeye... İşitilseydi ağıtlarımız, hüzüne uğrama / yacaktı kalemlerimiz, öykülerimiz... “
“Mısraların dökülüyor hüzünden
Kelimeler sökülüyor özümden,
Kafiyeler çekiliyor dizelerinden
Susan dillerime ağlama sevdam… “
Ferhat, Şirin için dağı yıkarken, Leyla, Mecnun’unu çölde yakarken, Lokman hekim her yaraya bakarken, gönül yarasına bulunmaz hiç çare… kim bulabilmiş ki bir çare, henüz bu dermansız derde..
Her yara kapanıyor ama gönül yarası kapanmıyor, gizli gizli arada kanar..
İşte böyle dostlar..
Neyse işte böyle sevgili dostlarım, ben çok bile konuştum, şimdi artık susama zamanına çoktan kavuştum..
“Ben şair/yazar değilim,..
sadece kağıtla kelemin
sırdaşıyım,..
iki satırlık yolculuklarında,..
onların sırdaşıyım…”
der ve gider çınar…
15.12.2013
Ömer Sabri Kurşun
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.