- 1622 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SULTAN NAVRUZ -2-
S U L T A N N A V R U Z -2-
S.N-5-
B Ö L Ü M : II
Sultan Navruz çok heyecanlı ve sabırsızdır. Ağası hasan bu sefer yeni bir hikaye an latacaktır. Biran evvel hikayeyi dinlemek için Hasan’ın ağzına ve gözünün içine bakmakta dır. Hasan’da daha çok heyecanlandırmak için işi yavaştan almaktadır. Nihayetinde işin ta dını kaçırmamak için Çoban Hasan, Navruz’un duyacağı kısık sesle “ÇOBAN MEHMET’in” hikayesini anlatmaya başlar.
“Kocadağ, Taşeli’nde çok yüksek (1750 metre) rakımlı bir dağdır. Güneyinde denize doğru çağlayarak ulaşan bir nehir akar. Nehrin vadisini oluşturan yamaçlar sarp ve yalçın kayalar ile kaplıdır. Bu kayaların aralarında devasa meşe, ardıç, katran ve ladin ağaçları var dır. Dağda dağ keçileri geyikler ve ayı, kurt, sırtlan..gibi yırtıcı hayvanlar yaşar. Bu kayala – rın arası ve doğal korunaklı inler bakir barınma yeridir. Nehir yatağının her iki yamacı dok- san derecelik açı ile göğü delecek şekilde sünğü gibi gökyüzüne uzanır. İnsan oğlunun bu ya maçlarda kolayca ve dikkatli davranmadan dolaşması ve inmesi, yukarıya doğru çıkması im kansız gibi bir şeydir.
Kocadağ nehrin küzey yamacının doruğunu oluşturan dağ olup nehrin güney yamacı zirvesinde Yunt Dağı vardır. Yunt Dağın zirvesi (2250 metreden), Koca dağ’dan çok fazla yük sekliktedir. Nehir, bu iki yamacın oluşturduğu kanyonun içinden sesiz ve sakinliğini bozacak şekilde çağlaya, çağlaya mecrasında menziline doğru akmaktadır.
Kocadağ’ın kuzeyini Taşeli Platosu oluşturur. Plato düzlüğünün ufuk mesafesinden dağa doğru bakılınca ufukta iki dağın silüeti birbirine birleşik şekilde gözükür. İlk bakışta iki dağı bir birinden ayırmak imkansızdır. Ancak dağa yakınlaştıkça görüntü sanki bir şehzade koltuğunu andırır. Her iki dağ heybetiyle gökyüzüne doğru süngü gibi yükselmektedir. Mız - raklarını şaha kaldırmış asker gibi heybetli durmaktadır.
Yinede Yunt Dağı, Kocadağ’a yukarıdan bakmaktadır. O’nu kollayıp, gözeten bir hami, ağabey hali, pozisyonunu vardır. Kocadağ ise büyüğe saygılarını sunmak için eğilen ve dizle ri üzerinde sevdiceğine bir demet gelincik arasında sevgisini sunan bir aşığı andıran centil -men kişi görünümündedir.
Kocadağ’ın batısı ile doğusu, dağın zirvesinden kırk derecelik açılı bir meyille aşağıya doğru takriben beş Km.lik mesafede uzanıp gider. Bu yamacın üzeri volkanik kayalarla kaplı olup arasında yetişmiş meşe, ladin, ardıç ormanı ve yer yer çalılıklar mevcuttur. . ../…
S.N-6-
Dağın kuzey kesimi ise yetmiş derecelik açılı vaziyette daha az meyille yükselip zirve de geniş bir alan oluşturur. Koca Dağın düzlük konumda olan zirvesi Yaradan’ın, daha yük- sek Yunt dağının önüne özellikle yarattığı bir sunaktır. Burası bir sehpa masası timsali, kar- tal yuvası gibi bir yerdir.
Koca dağdan nehire bakınca yamaçlardaki kayaların çıkıntılarından, ya da kayalıklar arasında yetişmiş büyük ardıç ağaçları görüntüyü enğellediğinden vadide çağlayıp, coşan nehir suyu pek gözükmez. Yer yer gözüken yerlerde ise nehir yazın bahçelerdeki su arığı gi bi sessizliğe bürünüp kendi halinde akar. Kış ve bahar aylarında ise etrafına saldıran azğın boğa gibi yatağındaki kayaları dövecek şekilde çağlayıp, coşarak uğultulu sesi uzaklardan duyulur.
İnsanın dağın zirvesine güneyinden, doğusundan ve batısından kolayca çıkması müm- kün değildir. Buralar oldukça sarp ve yalçın kaya ve devasa ağaçlarla kaplıdır. Bu mekanlar- dan ancak yabani dağ keçileri ile diğer yabani hayvanlar zirveye çıkabilir.
Koca dağın kuzeyi ise platoya doğru daha az meyilli olup ulaşım nispeten daha kolay dır. Yamaçlarda büyük taş ve kayalıklar bulunur. Bunların arasında sedir, köknar, ardıç ve meşe ağaçları ile yer yer yıkılmış harabe vaziyette asırlar öncesinden kalan kale surları ka- lıntısı vardır. Bu ağaçların yanından ve yıkılan kale suru kalıntısının geçit veren yerlerinden veya keçilerin oluşturduğu patika yoldan güçlükle zirveye çıkılması mümkündür.
Zirvede oldukça geniş ve düz bir alan mevcuttur. Böyle doğal korunaklı olup platoya da hakim yükseklikte olan dağın zirvesine (M.Ö) ki yıllarda Lamos antik kenti yapılmıştır. Lamos antik kentine ait yıkılmış kale surları, bir birine bitişik barınma evleri, gözetleme ku- leleri ile şaraphane ve su sarnıcı ve anbar depoları duvarları geçen yüzyıllara meydan okur- casına yer yer dimdik ayakta durmaktadır. Zirvenin altı oyularak yapılan su sarnıcında tabii şekilde kendince süzülerek toplanan su sayesinde yaz ve kış su sıkıntısı önlenmiştir. Pek ta - bi şimdilerde Lamos Antik Kentinin bina kalıntıları arasında devasa meşe ve ardıç ağaçları özgürce yetişmiş olup yaprakları rüzgardan kıbrışırken selam verip alanı bulunmamaktadır. Kaderine terk edilmiş ağaçların yaprakları secde edercesine kırpışırken çıkardığı “ hışırtıla - rı” sadece Yaradan’dan başka duyan bulunmaktadır. Yalnızlığın derinliklerinde kalmıştır.
Antik çağda burası Gazipaşa’daki “Lamasol” antik kenti sakinlerince yaylada kale yer- leleşim yeri ve bölgedeki konumu gereği stratejik üst olarak kullanıldığı kuvvetle muhtemel dir. Her iki antik şehrin özünde aynı isimle (Lamos) anılması ve doğanın iklimsel hadiseleri nin süreklilik arz etmesi sonucu insanların geçmiş devirlerde de böyle serin ve stratecik bir mekana elbette ihtiyacı olmuştur. Burasını da yurt edinmiştir. Böylece askeri amaçların ya nı sıra yaz aylarında yaylak olarak kullanılması nedeniyle insanlar için uzun süre önemli bir yerleşim yeri olarak tarihi süreçte yerini almıştır. . ../…
S.N-7-
Böylece Kocadağ’da keçi sürüsü otlatan çobanlar veya burayı ziyaret eden seyyahlar ve tarihe meraklı kişiler özgürlüğün tadını çıkarmak ve pilatoyu zirveden huşu içinde seyret mek ayrıca Yaradan’a, daha yakın olurum düşüncesiyle şükür için elleri sema’ya değdirecek cek şekilde açmak ve bundan tarifsiz haz alarak mutlu olmak için zirveye kadar özellikle çı- karlar. Buraya çıkan çoban, sürülerini Kocadağ’da otlatmanın bir ayrıcalık olduğunu bilirler ve bu hadiseyi çoban arkadaşları arasında ki sohbetlerde ballandıra, ballandıra anlatıp çok mutlu olurlardı.
Çoban Mehmet; cemre toprağa düşüp karlar erimeye başlayıp dereler ve çaylar gürül gürül çağlamaya, toprak ile güneş sarmaş dolaş olmaya başlayıp, toprağın ısısı artıp, yerde duman tütmeye başlayınca sürüsünü Kocadağ’a otlatmaya götürür. Mehmet’te Koca dağda sürüsünü otlatan çobanlar arasına katılacak ve içindeki özlemi giderecektir. Sürüyü sabah o badan dosdoğru Koca dağa doğru sürer. Sanki keçi sürüleri de Koca dağa çıkmak için can at makta ve bir başka adımla dağa doğru akın akın akıp gitmektedir.
Mehmet, dağın kuzeydoğu yamaçlarının rüzgardan korunan kuytu, koyak yerlerinde sarı ve beyaz çiğdem, çoban ve nergiz çiçeklerinin erimemiş kar’lar arasında kendisine hoş seda ile sevecen ve canlı, canlı gülümsediğini görür. Bu dağlara baharın gelmesi, bu güzel çiçeklerin güneşle buluşup kokusunu doğaya sunmasından belli olur. Doğa, mutad olduğu üzere yeniden kıştan bahara doğru bir değişim, diriliş içine girmiştir.
Çoban Mehmet sürünün ardından giderken bolca çiğdem toplar ve ayrı ayrı iki metre boyunda çiğdem örgüsü yaparak, azık çıkınına koyar. Dağın zirvesine doğru yaklaştıkça sulu karlar arasında ki kardelenlerin yüce Mevla’nın cemalini görüp boynunu yeşil yaprakları üs- tüne nazlı şekilde, sevecen edayla eğdiğini görür. Ancak kardelenin yanı başında hercai çiçe ğini ararsa da bulamaz. Hercai, bu doğa ve kainatta kardelen çiçeği kadar cesaretli , inançlı olmadığı için Mevla’nın cemalini görmeye nail olamamıştır.
Çoban Mehmet Koca dağ’a çıkarken iki kayanın arasında soğanın benzeri ve pırasa gi bi yemyeşil kalın yapraklı yabani dağ soğanı bulur. Bu dağ soğanlarını toplayıp hem öğleyin azığına katık etmek hem de fazlasını akşam obasına götürüp arkadaşlarıyla birlikte yemeyi düşünerek üşenmeden toplar. Toprak altında kalan kök kısmını bıçağı ile keser ve gövdesi ile yaprağında ki çamurları sulu karla temizleyip peşgirinin arasına koyar.
Mehmet bu işleri görürken aklıda zirvenin durumundadır. Merak içindedir. Zirveye çıkınca meşe ve pınar ağaçları dibinde giliklerin (palamud) sere, serpe yerde olacağını dü şünmekten kendini engelleyemez. Keçiler bunu iştahlı, iştahlı yiyince gelişimini daha iyi sağlayacağını çok iyi bilir. Gilikler bol süte ve yavruya vesile olacaktır.
Koca dağın kuzey yamacında taşların ve ağaçların arasında keçilerin bulduğu patika keçi yolunu takip ederek zirveye ulaşır. Köpeklerse sürekli havlayarak yol almaktadır. . ../…
S.N-8-
Ardı sıra takip ettiği keçilerin dağın zirvesine çıkanca meşe ve pırnar ağacı dibinde serili gi likleri iştahlı şekilde, soluksuz yemeye başlayınca mehmet verdiği karardan mest olur. Koca dağın kıymatını ve bu değeri için bütün çobanların sürüsünü buraya getirmek için can attı –ğını ve sürüler için bakir bir yer olduğunu iyice anlar.
Çoban, Lemos antik kenti kalıntıları arasında yer alan ve Yunt Dağına nazır binanın duvar yıkıntısı üzerindeki sini gibi dümdüz bir taşın üzerine kepeneği serer. Peşğirindeki a zığı açar. Taşın dibine ateş yakar ve matarasına kar doldurup erimesi için ateşin kenarına koyar. Matarada ısıınan suda önce abdestini alarak öğle namazını eda eder. Zirve de hafif rüzgar esintisi vardır. Güneş onu korumak için tam tepesinde doğayı ısıtma gayretindedir.
Azığında bulunan yufka ekmeği ateşte ısıtır ve arasına dağ soğanı, tuz, ufalanmış kır mızı pul biber ve domates kurusu ile bırazda çökelek koyup, dürüm yapar, afiyetle tıka, ba sa yer. Dürümü her ısırışında ve her lokmasını yutarken gözleri karşıdaki Yunt Dağı etekle rinde bulunan devasa katran ve çam ağaçlarına takılır. Sanki kolunu uzatsa ağacın dallarına dokunacak kadar iki yamaç bir birine yakındır.
Koca dağın zirvesinde olmaktan hem kendisi hemde keçi sürüsü ziyadesiyle memnun dur. Kendisi ve sürüsü amaca ulaşmıştır. Yaradan’a şükreder. Akşam keçilerin sütü bol olun ca obadakilerin hayrat içinde kalmakla birlikte çok sütten memnun olacağını hisseder. Zira Kocadağa bu yıl ilk çıkan çoban kendisi olduğu, diğer çobanlar sürülerini henüz buraya otlat maya getirmedikleri için dağ çok bakir, yiyecek bakımından oldukça zengin ve bereketlidir.
Zirvede bulunan ağaçların altında serili besin deposu giliklerin bolluğu kısa sürede sü rünün karnını iyice doyurur ve keçiler de Yaradan’a şükredercesine ağaçların dibinde yan gelip yatarak dinlenmeye çekilir. Yediklerini eritmek için geviş getirmeye başlar.
Çoban Mehmet o kadar çok dağ soğanı dürümlü ekmek yemiştir ki doğal olarak top ladığı dağ soğanı azalır. Arkadaşlarına götüreceği soğanlar daha çok olmalıdır. Obadakiler a dama bu azıcık soğan için acep ne der. Belki kim bilir, köyden sabahleyin obaya gelenler de sürünün asıl sahibi olan Muharrem Ağasının evine soğan götürür. Bu nedenle biraz daha so ğan toplamak için Kocadağ’ın güney yamacına, nehire bakan tarafına yönelir. Orada daha çok dağ soğanı bulacağını umut eder.
Vadide yatağında akan nehir sanki havada uçan atmacayı kapacak gibi çağlayıp coş maktadır. Bu nedenle çıkardığı uğultulu ses dağın zirvesinden duyulmaktadır. Mehmet da ğın nehir tarafındaki yamacının kıyısındaki bir kayanın kovuğunda, kuytu bir yerde öbek, ö- bek ve bolca dağ soğanı görür. Nazlımı, nazlı nebatlardır. Hafif, hafif esen yelden soğanın çağla yeşili, enli yaprakları sanki ona doğru uzanıp, sessizce; “ Heyt , Niye beni toplamıyorsun. Ekmeğine katık ve sofrana aş etmiyorsun. Yoksa benim lezzetimi mi beğenmiyorsun.” diye beynine fısıldamaktadır. . ../…
S.N-9-
Bu çağrıyı telepati yoluyla hisseden Çoban Mehmet kendi kendine; “O öbektekileri toplasam başka yere bakmama gerek yok. Zaten daha fazlasını götürmek de çok zor olur ve bu toplayacağım soğan cümle aleme yeter” diye düşünür
Ancak bir insanın, o kayanın yanına geçmesi çok tehlikeli ve zordur. Şayet çok dikkat- li davranmadığı takdirde uçurumdan aşağı düşmesi muhtemeldir. Yaradan Yüce Mevla, dağ soğanlarını evcil ve yabani keçi ile ceylanlardan korumak için nehirin gizemli yamaçlarında bulunan gizemli ve yerlere saklayıp büyütmüştür. Çağla yeşil rengiyle al benisini artırmıştır. Bu bahar gününde ekmeğe katık olacak bu taptaze nebatı görüpte, toplamak çok büyük ha ta olurdu.
Çoban Mehmet yinede cesaretini toplayıp o tarafa yönelir ve bu soğanları toplamaya karar verir. Önce üç metre aşağıya ineceği mekanda küçük bir keşif yapar. Soğanların oldu -ğu yere inmek biraz kolay olsa da oradan yukarı çıkmak bir hayli zor gözüküyor. Kepeneği ve başındaki fesi çıkarıp bir taşın üzerine koyar, çarığının bağlarını güzelce sıkıştırır ve peşki rini de beline bağlar. Atlama yapacağı kayanın üzerine çıkar, ayakları üzeri dikilir. Karşısın - da yeşil yeşil yelpazelenen soğanlar, sağ yanında ise nehirin uğultusu ve masmavi gökyüzü vardır.
Mehmet besmele çekip var gücüyle soğanların bulunduğu yere doğru kurşun gibi at lar. Sağ, salim soğanların arasına inmiştir. Kayanın daha çok güneş alan dibinde ve görün- meyen kısmında çok fazla dağ soğanı bulur.Burada bulunan soğanlar bir orduya yetecek ka dar çoktur. Ayrıca soğanların arasında sekiz on kök Navruz çiçeği de görür. Sabah ve öğle güneşi alan Navruz çiçeği Rabbi’ne dua edercesine burada yaprakları ve çiçekleri bir baş ka güzel açmış ve doğayla kucaklaşmıştır.
Navruz çiçeği kısacık ömründe bütün güzellikleri yapraklarına yansıtır. Navruz, yeşil ve mavi yapraklar üzerine mor renkler benekleyip kendini bir başka güzelleştirir. Yaprakla rın ortasından kırmızı renkli taç yaprağını çıkartarak bu güzelliğini güneşe karşı özgürce ser ğiler. Navruz doğada ender bulunan nazlı bir çiçektir. Ormanların kralı arslan olduğu üzere doğada yetişen çiçeklerin de hası Navruz çiçeğidir. Çiçeklerin Kraliçesi olduğu için Taşelinde “Sultan Navruz” diye anılır ve bilinir. Taşeli Platosunun yüksek kesimlerinde çok görülür.
Çoban Mehmet bulduğu Navruz’ların bir tanesini soğanıyla birlikte söker ve üç tanesi ni uzun sapıyla koparıp özenle ayrı bir yere koyar. Sultan Navruz çiçeğini gönlünün gonca gülü, gizli sevdası ve ağasının torunu “Gülsen’e” bir şekilde vermek , ulaştırmak için özenle dalından koparır. Gülsen’e karşı içinde kor olup yanan ve bu ateşle beslenip büyüyen sevgi sini, büyük aşkını Allah’tan başka kimse bilmese de o yanıp tutuşmaktadır..
Bu düşünceler içinde kayanın kuytu yerinde bulunan dağ soğanlarını güzelce ve özene rek tek tek toplar. Farkında olmadan topladığı soğanlar yirmi kiloya yaklaşmıştır. Bu kadar . ../…
S.N-10-
çok ve ağır, havaleli soğanla bulunduğu yerden yukarıya nasıl çıkacağını merak eder. İşinin biraz zor olduğunu düşünür amma, Allah’tan umudunu kesmez.
Elbette bunun bir çaresi vardır diye düşünür. Soğanları peşğirin içine iyice sarar ve bu lunduğu mekanın çevresinde yukarıya çıkmak için uygun bir yer arar. Fakat gözüne kestirdi ği ve düşündüğü çıkış yolları çok tehlikelidir. Uygun bir yol bulamaz. Aksi takdirde burada mahsur kalacaktır. En uygun çıkış yoluda atladığı kayanın yüzeyinden yukarıya doğru üç ve ya dört adımda tırmanmak olduğunu ve başka bir yolun ve çarenin olmadığını düşünür.
Çoban Mehmet can yoldaşı olan köpekleri Karabaş ve Ayazı ıslıkla yanına çağırır. Peşkirde bulunan soğanları üç parçaya bölüp çıkacağı kayanın üzerine doğru tek tek atar. Bulunduğu yerde dizlerinin üzerinde çömelip üç ihlas, bir Fatiha süresi ve Ayet-el Kürsi’yi okuduktan sonra Yaradan’a dua ederek O’na sığınır. Çarığının çamurlarını temizler, elleri ni kurular ve dik kayaya doğru yönelir. Üç adımlık hamlede kayayı çıkabilecektir.
Tekrar besmele çekip derin, derin nefes aldıktan sonra sağ eli ile bir kayayı sıkıca tu- tar. Sol eliyle kayanın üzerinde yetişmiş Çıtlık (Menenğiç) ağacının dalına kuvvetlice yapı -şır. Böylece kendini güvende hisseder ve sol ayağının yerini değiştirmek isteyip ayağını koy duğu yerden kaldırınca tutunduğu kayadan “Küt” diye bir ses duyar ve bir anda elinin boş lukta, kaya parçasının avuç içinde olduğunu görür. Mehmet son bir gayretle diğer eliyle to parlanmaya çabalarsa da sağ eliyle başka kayadan tutunamaz. Bu arada sol eliyle tuttuğu çıtlık dalı da ağırlığına dayanamayıp kökünden kırılır. Böylece her iki eli boşlukta kalır. Bir anda kendisinin de havada uçan kartal veya atmacalar gibi nehrin üzerine doğru süzüldüğü nü ve hızla nehre doğru irtifa kaybettiğini anlar.
Havada süzülürken artık Allah’tan başka tutunabileceği, sığınacağı varlık kalmamıştır. Aklı ve ince zekasıyla dünya hükmetmekle övünüp kibirlenen insan oğlunun, esasında olay lar karşısında çok çaresiz olduğuna vakıf olur. Bu durumdan kurtulmak için insanca yapabi- leceği bir şey kalmamış, gücü ve kudreti, azameti yok olmuştur. Sadece havada nehire karşı takla atarak düşerken avazı çıktığı kadar; “Allah’ım”diye bağırıp “Kelimeyi Şehadet” getirmekle yetinir.
Yaradan Yüce Mevladan umudunu kesmez. Bu havada süzülüşün sonunda Hakk’ka yürüş olduğunu düşünmekten kendini engelleyemez. Peygamber Efendimizden şefaat ister. Allah dostu Eren ve Evliyalar ile Mürşidi Kamiller’in yüzü, suyu hürmetine Rabbinden acil yardım ister. ”Allah’ım, kadir Mevlam. Yardım eden yok mu ?, imdat, imdat. Yetiş erenler, evliyalar“ diye bağırıp çığlık atarak yalvarır.
Çoban Mehmet kapalı olan gözlerini aniden açınca vadinin yemyeşil, dümdüz ova gi bi olduğunu, dağların, ağaçların, kayaların kaybolduğunu ve etrafında büyüklü ve küçüklü . ../…
S.N-11-
Rengarenk bin bir çeşit kuşun uçtuğunu ve bunların arasında havada ak sakallı, beyaz saçlı, kolları uzun ve eli asalı, beyazlar içinde bir dedenin kendisine doğru uçarak geldiğini görür. Bu duruma oldukça şaşırmıştır. Fakat ak sakallı ve beyaz cübbeli dedenin kendisine yardım etmek istediğini sezinler. Zira düşme hızı bir hayli azalmış ve sanki Mehmet de onlara eşlik eder şekilde havada aheste uçar olmuştur.
Ak saçlı Dede Mehmet’e ; “ Ey Adem oğlu ve Allah’ın kadim dost kulu: * Yaradan’ın yarattığı mahlukat ve hayvanlardan bu doğada darda kalanlara yardım eden, * Ezan-ı Muhammet okununca her ahvalde vakit namazını hemen eda eden, * Anası ölmüş kurt ve dağ keçisi yavrusunu keçi sütüyle besleyip doğaya salan, * Takva içinde yaşayıp Yaradan’ına dost olmak için çabalayan,
Sen misin.? Allah makamında makbul ve kabul olunan bu hayırlı amellerinin mükafatı- nı elbette göreceksin. Cenab-ı Hakk nazarında makbul ve kabul edilecek nitelikte daha çok yapacağın işler, iyilikler, hayır ve hasenatlar var. Sen, Allah’a dost olman hesabiyle yardımı na kavuşacaksın. “ der.
Çoban Mehmet ince , tiz bir ses olarak duyduklarına karşı cevap vermek için sesi çık- masa da içinden gönlünün sesiyle; “ Estağfurullah, Yaradanın yarattığına yardımcı olabilmek kim, biz kim. Hele kainatta bir zer re kadar olamamış garip çoban mehmet kim ki ! Mevlam nazarında makbul hareketler ya- pabileyim.“ der
Mehmet, zirveden süzüle süzüle önce 250 metre aşağıdaki büyük bir ardıç ağacının yan dallarına çarparak düşünce hızı nispeten kesilir. Sonrasında buradan tekrar sıçrayarak 200 metre aşağıda dağın yamacının orta yerinde bulunan seki üzerinde yetişip, büyümüş - gevenle sarmaş dolaş olmuş dağ soğanlarının içine düşer. Giydiği giysiler açılıp hava ile şiş mesi sonucu paraşüt vazifesi yaparak yerde ki gevenlerin üzerine yavaşça düşer.
Çoban Mehmet yine de şok halindedir. Kolları, bacakları tutmamakta ve belinde daya- nılmaz ağrılar hissetmekte ve acılar içinde kıvranmaktadır. Gözlerini açmak istese de açam- amamaktadır. Konuşmak istediği halde konuşamamaktadır. Sesi kesilmiştir. Baygın vaziyet te olup nerede olduğunu bilmemektedir.
Mehmet, tutunduğu yerden aşağıya doğru havada süzülerek uçarken köpeği Karabaş ve Ayaz telaşla koşuşturmaya başlar ve peşi sıra acıklı, acıklı havlarlar. Köpekler bir şeylerin ters gittiğini algılamışlardır.
Çoban Köpekleri, çobanların can yoldaşı, arkadaşı olup sadık dostlarıdır. Çobanların doğada, dağlarda canları önce Allah’a sonra köpeklerine emanettir. Onun için çobanlar kö- . ../…
S.N-12-
peklerine iyi bakar, besler ve korurlar. Çoban köpekleri de sahiplerine ihanet etmezler. Hep sadık kalırlar ve sahibinin gözünün içi ile iki dudağının arasına bakarlar. Onların bir işareti i le karşısındaki düşmanına dünyayı dar ederler.
Karabaş kadim dostu çoban Mehmet’in düştüğünü anlayınca düştüğü yeri bulmak i çin havlayarak bir hışımla dağdan aşağıya doğru koşar. Mehmet’in diğer köpeği Ayaz ise; ardıç ağaçları dibinde yatan keçi sürülerini beklemeye koyulur. İlahi bir güçle köpekler san ki iş bölümü yaparlar. Yırtıcı hayvanlara karşı sürüyü bekleyen Ayaz, havlayarak sürüyü yat tığı yerden kaldırarak Lamos antik kentinde su sarnıcı olarak kullanılan, etrafı doğal kaya i- le çevrili ve üzeri doğal örtülü, in gibi korunaklı depoya tüm sürüyü katar ve giriş kapısının önüne yatar. Su sarnıcına giriş ve çıkışları kontrol altına alır.
Karabaş, Koca dağın zirvesinin batı yamacından yıldırım hızıyla inip dağın güney ya -macına geçerek, yamacın orta kesimlerinde bir sekiye düşen Mehmet’i kokusundan bulur. Mehmet’in ölmediği, sağ olduğu ancak baygın vaziyette olduğu, şuurunun yerinde olmadığı nı köpek haliyle hisseder.
Karabaş, Onun yüzünü ve ellerini yalayarak serinletir. Ağaç dallarının yüzünde, ellerin de yaptığı sıyrıklarda ve yere düşerken çarpma sonucu kafasında oluşan kanları yalayarak temizler. Yırtıcı hayvanların saldırısına karşı korumak için yanına yatar ve acıklı, acıklı ulu - maya başlar. Uluması yeri, gökyüzünü ve vadi kanyonunu çınlatmaktadır. Böylece hem ço- banı Mehmet’i koruyacak, hem de Ayaz’dan ve diğer insanlardan yardım istemek için sesini onlara duyurup yerlerinin kolayca bulunmasını sağlayacaktır.
../…
16 - EKİM - 2008 / AFYON
Süleyman YILDIZ
Lemos 5303
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.