- 3093 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Çukurda
Görmüyorlar beni. Ben bu çukurda bir milim bile kıpırdayamazken, onlar koşturup kahkahalar yolluyorlar güneşe. Küçük bir kız ağlamaya başladı, kendine yer açmak için büyüklerin oyununda. Ona göstermelik olarak verdikleri rolden memnun değil besbelli. Arasıra topu ona atıyorlar, çok yakın bir mesafeden. Utanmasalar minicik ellerinin arasına koyacaklar topu nerdeyse. Yeter ki oyunun içinde hissettirebilsinler ona kendini, mızmızlanıp keyiflerini bozmasın…
Ama çocuk o ablanın topu atışındaki sahteliği fark etti. Ve hemen anladı: Meğer hiç oyunda değilmiş zaten…
Neler de kuruyorum hiçbir şey göremediğim bu derin yerde! Küçük bir çocuk sesi geliyor, evet… Sadece bundan eminim. Kız mı, o bile belli değil… Bu yaşlarda seslerde olmuyor en azından cinsiyet ayrımı. Çocuk sadece çocuk olabiliyor bu sayede.
Umarım top oynayan o gençler farkına varmıştır, yanlarından ayrıldığını ufaklığın. Dibinde kıpırtısız yattığım bu çukura yaklaşıyor belki de şimdi. Kahkahaları kesilmediğine göre ağlamaları duymadılar bile.
“Ayşe” diye sesleniyor cıvıltılı bir kız sesi. 16 yaşlarında falan olmalı… Üniversite öncesi ama çocukluğu da çoktan aşmış bir kıvamda, sesindeki güneş… Bir bahar sabahının tatlı tatlı ürperten o hafif serinliği var üzerinde…
Küçük kız hemen sustu. Galiba o genç grubundakilerin çoğunda olan sahteliği bulmuyor bu kızda. Mırıl mırıl bir şeyler anlatmaya başladı ona. “Ama hayatım, sen daha çok küçüksün.” diye karşılık verdi genç kız. “Eğer uzaktan atsaydı; top bir yerine çarpabilir, canın yanabilirdi.”
Doğru tahmin etmişim demek ki! Küçük kızın ağlayışındaki yok sayılmayı hemen anladım. Çünkü böyle, bir boşluğa dönüştüğüm çok anlarım oldu. Orda olup da olmamışım gibi hissettiren bakışlara ben de çok maruz kaldım. Böyle bir ablam var mıydı benim de o ıssız, yetim anlarımda? İlle öz ablam olması da gerekmez, akraba ablalardan biri ya da komşu bir abla… Sanırım hiç olmadı. Yani ablalar vardı tabii. Ama diğer yetişkinlerden onu ayıracak kadar beni gerçekten görebilen; başından atmak için bin bir hileye başvurmadan, benimle dolu dolu paylaşan vaktini… Bana bir şeyler söyleyen ve en önemlisi de dinleyen beni… Böyle bir ablam hiç olmadı benim.
“Yardım edin!” dedim elimden geldiğince yüksek bir perdeden. Onlarla aramda ağaçlar vardı ve metrelerce bir derinlik… Bir de sesim vardı, en önemlisi: Çünkü çıkmıyordu boğazımdan bir türlü. Sanki o da benim gibi derin bir çukura düşmüştü.
Canım çok fena yanıyordu. Ama konuşmalarını bölmediğim için de mutluydum bir yandan. Çukura daha yaklaşmışlardı. Bu genç kız benim kadar dikkatsiz olamazdı herhalde. Küçük kızın elinden nasıl tutuyorsa sıkı sıkı, tıpkı öyle kavrıyordu hayatı da, sesinden belliydi. Bu yüzden önüne çıkan engelleri, hendekleri anında fark etmesini sağlayacak yoğun bir dikkatle parlıyor olmalıydı gözleri.
Küçük bir kızın elinden ne kadar sıkı tuttuğunla yaşama tutunman arasında bir bağ olabilir mi, çok da emin değilim aslında. Ama kendimden yola çıkarsam cevabım kesinlikle evet… Çünkü ben dokunduğum hiçbir şeyi tam olarak duyumsayamadım ellerimde. Sadece ellerimle de değil, bedenimin hiçbir noktasıyla temas edemedim yeterince. Ne gerçekten basabildim yere, ne gerçek gülüşler gönderebildim bir kalbe. Bu yüzden de bu çukura düştüm.
“Yardım edin!” dedim, duyulmaya dair en küçük bir umut barındırmayan sesimle…
“Sesi duydun mu?” dedi genç kız, dikkatine dair düşüncelerimde ne kadar haklı olduğumu kanıtlayarak.
“Biri sesleniyor.” dedi küçük kız.
Birkaç saniye sonra tepemdeki deliğin başından bana bakıyorlardı ikisi. Tıpkı hayalimdeki gibi, genç kız sıkı sıkı tutmuştu küçük kızı elinden. Şimdi de ellerini başka bir anlamda bana uzatmaya hazırlanıyordu.
“Korkmayın. Hemen yardım çağıracağım.” diye seslendi yukarıdan gülümseyerek bana. “Şimdi arkadaşlarımın yanına gidiyorum. Birkaç dakika içinde burada oluruz.”