- 1033 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Yüksek topuk izleri
Çocuk olmak daha güzeldi yetişkin olmanın zorluğu düşünülünce...
Öğrenmek zaman alıyordu hayatta tecrübe ederken. Bazı yanlarınıza dokunmadan geçiyorduysa da seneler. En karartılı üzgülere sahne olabilen yaşantılar en ihtişamlı karelere dokunabilen anlar derken normal seyrindeydi hayat.
Belki becerememiştim veya yeterinden fazla biliyormuş gibi davranıyordum yüksek topukların izlerini bırakırken hayata.
Bazı şeyler hiç değişmiyordu yaşantının kıyısında ve bu değişmeyen şeylere bakıyordum dünde. Araya giren onca yapıcılığa, onca iyimserliğe rağmen hiç geçmeyen şeylere bakmak içimi karartıyordu. Sıyrılamamaksa hepten zordu dün denen örtüden...
Dizi dizi konferanslarla çığır açıyordu birileri. Yüksek oktav sesler çıkartmadan bunları yapabiliyor olmaları ise hayli ilginçti.
Ben koskoca evrende sadece dar/alabiliyordum.Tüm somut olanların dışında soyut olanların gölgesi düşüyordu alnıma ve asıl kargaşa o zaman başlıyordu. Belkide küçük söylemlerimin büyük militanını oynuyordum. Kendi içimde kimsenin duyamadığı bu makamda. Kalp gözümü arıyordum fakat bulamamıştım hala.
Bir hikaye yazmak gerek diyordum ama biliyordum bunu yapabilmek için iyi bir yaşantıdan fazlası gerekiyordu. Olması gereken şeyi tanımlamaya yetecek sıhhi tesisatı kuramıyordu insan kolayca. Ve yarım yamalak yapılmış işlerin şehvetsiz halleri yavan bir tat bırakıyordu insanın zihin coğrafyasında.
Sonra kopmak geldi sanatsal bir çağrışımla aklıma ve ilham denen ilanlar atladı içimden. Birileri görmemiş olabilir ama ben orada olduklarını ve atladıklarını biliyorum. Tüm tembelliğime karşın hamarat ve aklı selim yanımı sevgiyle kucaklayıp alnından öpüşümde bundandı...
Neyse!
Süslü bulvarları adımlıyordum yine bir gün... Zemin ıslak yağmur var havada. Takıldım bir damlanın aziz yanına. Yaşlandım bir ahmak ıslatanda. Kendi ıslanmışlığıma bakmıyordum da Alice diyordum "kuşlar ne arıyorlar bu soğukta burada?"
İşte tüm zekai halimle kuşlar dokunuyordu en çok ruhuma.Yağmur damlaları akarken havadan uçmak dokunmuyor muydu onlara? Tüm mesele buncacıkmış gibi geliyordu yağan yağmurla ama dahası vardı elbette hep olurdu...
Çabucacık dağıldı düşüncelerim. Herkes koşuyordu. Bulvarda adımlayan kalabalığı silkeleyip attım at gözlüğü taktığım noktadan. Tüm noktalarda lütufkar kıvrımlar yerleşti gülüşlere. Ve dejenerasyon denen şey iliklere işledi keyifle. Sorgulayamadan daha esaret dalgasına yerleşti tüm hadise... Anlamlı şeyler tezahür etti yeryüzünde... Tabi o anlıktı.
Sonra tobüsteydim yol boyunca komşusunun deliliğini anlatıp durdu adam delilik onun için delilikti ben kopmuştum olaydan. Duyabiliyordum onu ama gözüm arabadaki sineğe takılmıştı sadece. Bir an aklımdan geçti adam vır vır konuşurken. Çıkıp anlatmalıyım dedim Sezar mendoza gibi deliliğin kaynağında bir şey olmadığını asıl kaynağın içimizde bir yerlerde bağıra bağıra konuşlandığını söylemeliyim. Yüksek frekanslı sözlerle ağır nükteli dizelerle ilan etmeliyim kitlelere öğrenmeli herkes en delilerin artık tepede ki direkte bağlı olmadığını.Onların artık yeryüzünde de barınabildiğini. Sustum tabi. Canım sıkılmıştı zavallı sineğin otobüste bir oraya bir buraya uçup duran haline. Belki de çıkışı bulamayan Labirentte kalmış hali dokundu en çok ruhuma.
Sonra bırakıp tüm düşündüklerimi saçlarımda bigudilerle turlamalıyım dedim bir sandalda. Düşüp duran aklara bağırmalıyım bu saltanatlı yolculukta. Küreklere asılmalıyım daha çok. Saçlarımdaki aklardan kurtulup her saç telim sarılarla dolana dek tekrar kürek çekmeliyim gençliğin uzak sularına...
Ve bir ikindi vakti atmalıydım kürekleri nehrin sularına... İçimde ölüp duranların ardından uzunca el sallamalıydım.
Sonra gece olmalı ve suyun yüzünde yüzen mumlarla aydınlanmalıydı etraf. Bu romantik ambiyansa yaslanmalıydı başım. Belki de bir yakamoz dalgası yiyip kazara spiritüel bir kucaklayış la sarılmalı öyle yükselmeliydim gökyüzüne.
Bazen aldandığımı aldatıldığımızı düşünüyorum. Bulutlarla kaplı gökyüzünün derinliğinden şüphe ediyorum aklımın kıt kalan tarafıyla ve dokunamıyorum bir şeylere.
En büyük rezilliktir bazen dokunamamak. Gidenlere dokunamazsın, gelenlere ve gerçeklere de dokunamazsın oturur yalanlara sığınır numara yaparsın, sahte suretlerle aldatırsın cüsseni.
Bu yıl gerçeklere açılmak niyetindeyim. Tüm horlanmış gerçeklikleri alnından öpüp taçlandırmak niyetindeyim. Ruhani bir yaklaşım deneyeceğim bu defa. Sonsuzluğun koynuna sığınacağım sonrasında. Belki bir resital sırasında gerçekliğin gözlerinden düşeceğim... Kader çarkının gölgesi vurdu diyecekler kadıncağıza... Bir kaç damla gözyaşı bile akıtırlar belki de.
Rüya görüyordum yine ve rüyamda bir dişbudağın gölgesinde duruyordum oysa portakal ağacı istemiştim zeze’nin şeker portakalı ağacı gibi. Babam dişbudağın gölgesinin daha serin olacağı hususunda ısrar etmişti. Şımarıklık mevsimime rastlamamıştı yoksa bu ağacın dallarında ne fırtınalar estirirdim düşünmeden geçip gidiyorum, ağacı selamlayıp şimdi.
Geçerken gördüklerimi özüme katmayı hep isterdim ama bu biraz fazla oldu. Üç kuruşluk siperlerde, aklını şeytana satan insanların vahlayıp durmasını izliyordum. Ve bunları eski bir şarkının nakaratıymış gibi anlatıp duran insanların arasına düşmüştü kahrolası yolum.
Tüm berbatlığıyla fukara görünen yollardan geçmemeye ant içmiştim oysa. Tanrı beni cezalandırıyormuydu ne? Snop suretlerimden biri zevk ve renk adı altında bir şeyler zerk ediyordu durduk yere gölgeme. Soramıyordum yolun berbatlığından.
Attığı tüm bilinçsiz kahkahalara siper ettim en belirtisiz kimliğimi, bir pırıltı dokundurdu okuyla Eros ve tüm kadınlığım gülümsedi tek başına
***
Maide Özgüç