- 606 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 20
Oyun seyretme ve tombala oynama, taş çekme hevesi, çocukta bir tutku halini almaya başladı. Okulda iken bir an önce paydosun olmasını ve kahveye gitmeyi arzu etmeye başladı. Derslere dikkatini veremiyor, oyun masaları hayallerine giriyordu artık. Kahveye döndüğünde de ders çalışmayı canı istemiyor, babası merak edip sorduğunda ’’ Bu gün öğretmen ders vermedi .’’ deyip geçiştiriyordu.
Hemen her fırsatta oyun masalarının bir yanına yanaşıp, meraklı gözlerle, heyecanla seyretmeye başlıyordu. Babasının sık sık boş bardakları toplaması, kendisine yardım etmesi ikazlarına bozulmaya başlamıştı. Kopmak istemiyordu oyun seyretmekten.
Parasına en çok oynanan oyunlardan biri ’’ Basma ’’ idi. Masadaki kişi sayısı kadar kâğıt masanın üzerine kapalı olarak diziliyor, oyuncular seçtikleri birer kâğıdın üzerine para basıyorlar, en büyük kâğıdı bulan kişi tüm paraları topluyordu. Çocuk bazen öylesine kaptırıyordu ki kendini ; ’’ Şuna bas, buna bas, şunda As var, bunda Vale var!’’ gibi sözlerle oyunculara etki etmeye bile çalışıyordu. Bir de Kılıç oyunu vardı ki ; oyunculardan biri kâğıt destesini elleriyle kararken diğeri de her hangi bir kâğıt ismini ve koyduğu para miktarını söylüyor, kâğıdı karan kişi de sırasıyla bir kendine bir karşısındakine kâğıt açıyordu. Söylenen kâğıt kime gelirse parayı o alıyordu. Fikret, bazen ’’ Maça kızı iste, Kupa ası iste ’’ gibi sözlerle oyuna müdahil olmaktan kendini alıkoyamıyordu. Hele tombala saatinin gelmesini heyecanın doruk noktasında bekliyor, hemen masanın başına geçip torbayı kapıyor, kendisine de kart alıyordu.
Sanal bir mutluluk yaşıyordu çocuk. Öyle ki, başka hiç bir derdi, sıkıntısı yokmuş gibi, sadece babasının lâkabına ve bu lâkabın kendisine ’’ Küçük İncirli ’’ olarak yansımasından şikâyet ediyordu. Köydeki tüm lâkapları bir bir aklına getiriyordu : Bakkal Konyalı İsmail ( Çocukluğunda Konyalı oyun havası çalındığında çok güzel oynarmış ), Köse Hakkı ( Soy adı Köse ), Kör Tahsin (Adamın tek gözü kör ), Küçük İbrahim ( Boyu biraz kısa olduğu için ), Topal Hamza (Tek bacağı kesik ), Tatlı Osman- Hasan ( Baba oğulun soyadları böyle ), Cemil Kâhya, İsmail Kâhya, Hilmi Kâhya, Sabri Kâhya ( Adamlar küçük baş hayvan besliyorlar ), Şerafettin Çavuş (Emekli Uzman çavuş ), Kaptan Nuri (Adam gemi kaptanı ), Polis Hasan, Polis Mustafa (Adamlar polis memuru ).
Tüm bunlardan başka iki kişinin lâkabı daha var ki, bunlar da çocuğa avuntu oluyor. Anguş Mehmet (Adamcağız biraz saf) ve Sahtekâr Süleyman ( Pek sevilmeyen, güvenilmeyen biri ). Sonunda, babasının ’’İncirli ’’ olan lâkabı ve kendisinin onun oğlu olduğu için ’’ Küçük İncirli, İncirli Fikret ’’ diye anılması, oldukça canını sıkıyor, bazen böyle seslenenlere kin güttüğü bile oluyordu. (Çok sonraları babasının zamanında bir kilo incirine yaptığı güreşi kazandığı için bu lâkabı aldığını öğreniyor.)
Yaklaşan Yılbaşı dolayısıyla, seyyar Milli Piyango biletçileri, köylere kadar gelmeye başlamışlardı. Bir gün babasının bunlardan birinden bilet aldığını gören çocuk, ısrarla, yalvar yakar, bir çeyrek bilet de kendisi için aldırmayı başardı. Daha ilk gece biletten çıkması muhtemel ikramiyenin hayallerini görmeye başladı. Kendisini müstakbel bir zengin gibi hissediyordu. İlk önce, ablasının İstanbul’da yaşadığı ev kadar büyük ve güzel bir ev almak isterdi en çok. Sonra da son model bir araba. Hatta babasını evlendirmeyi bile düşünür oldu.
Bir gece yarısı, parasına oyunların ve tombalanın tüm hızıyla devam ettiği saatlerde, kahvenin iki kapısından birden, ellerindeki tüfekleri insanların üzerine doğrultmuş , ’’ Herkes ayağa kalksın !’’ diye bağıran Jandarmalar giriverdi. Tüm köylere Jandarma karışırdı o zamanlar. Ara sıra bu tür baskınlar yaparak, insanların üzerini ararlar, bıçak, tabanca vb. suç aleti bulunanları karakola götürürlerdi.
’’ Herkes kimliğini çıkartsın ! ’’ Kırk yaşlarında bir Astsubaydı askerlerin başındaki.
’’ Arayın üzerlerini !’’ dedikten sonra, askerler hem insanların kimliklerini kontrol etmeye, hem de üzerlerini aramaya başladılar.
’’ Kumar oynatmanın yasak olduğunu bilmiyor musun ? ’’ diye bağırdı kahveciye.
’’ Şey Komutanım ; yılbaşı ya !’’
’’ Ne demek yılbaşı ? Yılbaşında kumar serbest diye bir şey mi var ?’’
’’ Bilmiyorduk Komutanım !’’
’’ Bu çocuğun ne işi var burada ?’’
Korkmaya başladı çocuk. Elleri ayakları titredi, ağlayacak gibi oldu.
’’ O benim çocuğum Komutanım. Burada benimle kalıyor. ’’
Daha fazlasını merak etmedi Komutan. Ocaklığın yanındaki duvarda asılı olan Kahve Ruhsatını çıkarıp aldı, askerlerden birine uzattı.
’’ Yarın gel bakalım Karakola. Orada görüşürüz seninle. ’’
’’ Emredersiniz Komutanım !’’
O akşam erkenden dağıldı kahveler. Konyalı’nın kahvesinden de aynı şekilde ruhsatı almışlardı. Muhtarın kahvesi , zaten ihtiyarların devam ettiği, domino ve tavladan başka oyunların oynanmadığı bir kahveydi. O yüzden oradan ruhsat alınmamıştı.
Ertesi gün kahvenin sahibi İbrahim ağa, bir miktar parayı kahveciden alıp karakolun yoluna koyuldu. Akşam ruhsatı geri almış olarak döndükten sonra da aynı düzen kaldığı yerden devam etmeye başladı.
Mukaddes’in yaşadığı evde de Yılbaşı heyecanı yaşanıyor, hemen her akşam tombala oynanıyordu. Mukaddes de tombala oynamayı çok seviyordu. Üstelik herkesten daha fazla şansı vardı. R. beyle Ü.hanım yılbaşında kesmek için bir hindi satın alıp eve getirmişlerdi. Mukaddes onu balkonda besliyor, çok da seviyordu. Yılbaşında kesilecek olması ise onu çok üzüyor, kesilmemesi için her gün yalvarıyordu.
Fikret’i kendi eliyle, isteyerek babasına gönderen anne ise, yakınında olduğundan, babasının yanında güvende olduğuna inandığından olacak, onu adeta hiç özlemiyor, onun için yanmıyor, merak etmiyordu. Oysa yaban ellere, kendi rızası olmadan, kandırılarak alınıp verilen kızı Mukaddes için hasretten, meraktan adeta yanıyordu. Her günün sabahı umutla, Fikret’ten gelecek adresi bekliyordu.
Hastaydı anne. Başı dönmeye, midesi bulanmaya başlamıştı.
’’ Sonunda dert sahibi ettin kendini !’’ deyip söylendi kocası.
’’ Ne yapayım, elimde değil. Anneyim ben !’’
’’ Sana demedim mi, gönderme diye ! Beni adam yerine koyup dinleseydin, şimdi kızın yanındaydı. Sen de böyle dert sahibi falan olmazdın.’’
’’ Nutkum tutulmuştu sanki. Mukaddes, kendisi ısrar edince engel olamadım işte.’’
’’ Yarın gel, sigortaya götüreyim seni. Böyle her gün senin hastayım demeni çekemem ben !’’
Ertesi gün sigorta doktoruna gidildi. Hiç de ummadıkları, beklemedikleri bir sürprizle karşılaştılar ; hamileydi kadın.
( Yazarın notu : Olay kurgu olsaydı eğer, kırk yaşını geçmiş bir kadının hamile kalmasını doğal görmeyip böyle yazmazdım aslında. Fakat olay gerçekten yaşandı ve anne o yaşta altıncı çocuğuna hamile kaldı)
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Kırk yaşında hamile kalınmaz diye bir durum yok.
Ellisinde bile kalanlar olabiliyor.
Hikaye güzel gidiyor.
En güzel tarafı da,
detayların çok canlı sunulması.
Ben böyle bir hikaye yazsaydım,
bu kadar güzel hatıralar çıkarabilir miydim diye düşüncelere daldım gerçekten.,
Güzeldi...
O tombala oyunları, bizim çocukluğumuzda da vardı...
Güzel günlerdi.
Fikret TEZEL
İlginize çok teşekkürler.