- 650 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SICACIK GİRDİN YAMALI KALMIŞ YAŞAM ÖYKÜME
SICACIK GİRDİN YAMALI KALMIŞ YAŞAM ÖYKÜME
Bir elime,
bir belime,
bir de ölümüne sarılmalarınla, bedenimden yoluyorsun sensizlikleri.
AŞK… Yalan mısın?
Huzurun boynuna sarılmışken ben, sen başkalarında doğru olmayan mısın? Kendimi ne kadar da özel hissederdim oysa. Minikleri devleştiriyormuşum, büyükken çocuklaştığım anlarda.. Ne sahtekârmış, aşk dedikleri üç harfli şeytan üçgeni. Çok canlar yakmış bu aşk. Kaç kişinin bugününü yarına dönüştürememiş, kaç kişinin gözlerinde yağmurun en kuvvetlisini yaşatmış, kaç kişinin canını yakmış.. Ve daha kaç kişinin canını yakacak, bilinmez. Aslında yanında hiç olmayacakken, azıcıkken; hep çok olanlara söz hakkı tanımadan yer edinen bir durum haline gelmiş.
AŞK… Kara mısın ?
Yoksa kara kara düşünen, düşündüren mi? Hiç mi başka renklerin olmayacak sonlarında. Tozpembesi Kül Kedisi Sinderalli’nin ayakkabısında mı kaldı, ışıl ışıl parlayan renklerin?
AŞK… Yakarış mısın?
Bazen duanın bazen de bedduanın karşılığı oldun. Otobüs yolculuğundaki en çok dinlediğim şarkıyı çalar oldun bitmek bilmez ince belli, Ay’a cilve yapan gece yollarında.
Ve şimdi… Aşkın tarifi değişti sende, bende.
Güzel hislere talip oldun, adına aşk dedin. Sevgi kapasiteni en yüksek değerde kullandın. Arzuladıklarının notasını besteledin, şarkılar söyledin. Şiirler yazdın destan olacak gönlüne. Yüreğinin derinliklerinden gelen bir çığlıktı aslında. Kime duyurabildin? Senin kalbinden olana, kalp ikizine. Sevdam dedin, eksikliğinde felaketin oldu. Candın, canandın… Yağmurdan nasibini almış kurak, çatlak toprak gibiydin, bereketlendin. Adına aşk dedin. Tarih sayfana yazacağın savaş ve barışlarla geçirdiğin döneme varlığını adadın. Fâni olacağını bilmez misin ki? Yaşamında ayaklarını yerden kesecek duygulara namzet olacak yeteneğe o kadar çok sahipsin ki feryadını duymayacak kadar sağır olması gerekiyordu karşındakinin. En acımasız duygularının faturasını çıkardığında sana ödenecek tutar Yaradan’ın büyüklüğünde gizli kalacaktı.
Giden tarafta olmayı hiç yeğlemedin, kalan tarafın acısını hissedeceğin için. Her bitimin arkasından mealine dikkat etmeden söylediğin bir “hoşça kal” kadar ağır gelirdi ayrılmaların. Telefondaki en son cümle, bakışlardaki en son anlam. Vedaların sakız sözcüğü olmuş “hoşça kal’’ yarım kalmalarını tamamlamayacak bilesin.
Aynı geceler, aynı gündüzler geçti. Aynı saatle çalıştırıyorsun zamanı. Değişen, aynı ritimde olmayan kalbin.
Ve.. Aşkın tarifinde en leziz tattasın.
Eylül bakışlım benim,
Yüreğimin mahzenine tahtını kurduğun gün daha da çok sevdim güz mevsimini. Tenim bozkır yanığındayken gökyüzünden geldin yağan bereketinle. Toprağa ettiğin temasla ruhum gökyüzünün ihtişamını toprağa serdi. Eylül sancısındayım şimdi. Türküler çığırdı, şiirler dillendi, görseller renk cümbüşünde. Kuvvetli bir ses, ışık huzmesi, evrenin yedi harikasındasın sen. Sonbaharın azgın rüzgârında yaprakları yerinden edecek bir edayla sevdim seni. En güzel mevsimindesin şimdi. Küf kokuyor üstü kapalı günler. Ve sen; buna rağmen sıcak anlarındasın Sarhoş naralarının kol kanat gezdiği Eylül yağmurlarında yıkanacağız seninle.
Biraz utangaç yazacağım şiirlerimi. Sen, gözbebeğime ilişen bir yıldız olacaksın karanlık gecelerimde. Bakışların bir vurgun abidesi sanki. Pürtelaş içinde değil duygularım, o kadar net ve gerçek. Biraz sen, biraz ben ve aldığı kadar biz olmaya var mısın? Dokunuşlarımızı mühürleyelim birbirimize. Nedensizim biliyor musun? Bahtına tükürdüğüm dünyasında bahtım olmama ihtimalin için bütün nedenlerimi çürüttüm. Varlığını hissettiğim her anda, nefesinin ılıklığını tenimde hissettiğim her anda göğüs kafesim çatlıyor, depremler hissediyorum yüreğimin her ücrasında. Sevdim seni, yok ötesi, berisi, gerisi, ilerisi… Sevdim… Belkilere, keşkelere yer vermeden, öylece masum ve duru halimle. Sevmemek eylemini yakıştıramayacağım kadar yakınım sana. Bırakıp gitmek çok zor seni çünkü gidecek yerim yok senin mekanından gayrı. Boynumda tasma ,kapına bağlanacak kadar sadık ve pencerende bülbül olacak kadar yakın olmak istiyorum sana. Hafızamdaki tüm kelimeleri sahifesi sınırsız olan defterlere sığdıramayacağım gene de yazacağım bendeki seni. Aşka isimler vermeden, kalıba sokmadan bütün yalınlığıyla yaşayıp ve yaşatıp yazacağım sendeki beni. Kötülerimi bu şehre doğru üflüyorum, sigarımın dumanıyla. Bir şiir bir kadın ve bir şiir bir erkek yazacağım, başlığı sen ve ben olan.
Yârim,
Saatler, senin yokluğunda zaman denen kavramda geçmek bilmiyor. Senin sevdanla yanan yüreğime türkü yazdım. Uykularım kaçar oldu benden, sen yoksun diye. Maziler de rüyamda hesap sorar oldu, neden yalnızsın diyor. Seni sevmenin sarhoşluğu var odamda. Ağzımın içindeki kelimeler, dilimi döndürmüyor senin yokluğundan. Susuyorlar.
Ay susuyor.
Yıldızlar susuyor.
Gece susuyor.
“Seni seviyorum” tümcesi çok da kısa bir tümce değilmiş, içinde barındırdıklarını düşünürsek. Kalabalığın içinde bir bakışla tanışmıştık. Bir bakışla aşk.. Keyifli zaman paylaşımlarıyla arkadaşlık oldu adı. Bir hoşlanma… İlk ele ele tutuşma, alt dudaktan bir öpücükle beden dilinin konuşması. Bir fizikî temas… Beyin birlikteliği ile fikir alış verişlerinde ortak paydada buluşmalarla devam ettik. Bir beyin göçü… Hayata bakış açısında, yaşam mücadelesinde birleşme ve sayılamayacak kadar anların toplamıyla, karşılıklı sevgi ve saygı. Yani çok da kısa değilmiş bu tümce ve bu tümcenin bize kattığı anlam.
Bahtıma güneşsin. Üşüyen mevsimlerimi ısıttın en sıcak tarafından. Karanlık yanlarıma ışık huzmesi oldun. Alev gibi yanıp sönen fikirlerime, solan hislerime el uzatan, yürek açan sen. Bu gönül doymuyor sana. Bu gönül, ömrünü akıtacak sana.
Can Yârim,
Bu gece… Soframa iki kişilik menüler hazırladım bu gece. En sevdiğin çiçek orkideyi koydum masanın tam ortasına En sevdiğin şarkıyı hazır ola geçirdim. Bir de sensiz geçen günümde sana yazdığım şiiri temize çektim, sahibini beklemekte. Sokak lambasının ışığı odamıza yansımışken en sevdiğim mevsimin yağmurunda camın önünde bekliyorum seni.. Gelmeni bekliyoruz en çok sevdiklerinle. Her geceme, gündüz oluyorsun böyle gelmelerinle. Gelmediğin günler ise sensizliğin tecavüz ediyor bana. Seni diliyorum o zaman, masamdaki çiçeğinden, sokak lambasından, kapı tokmağından, en sevdiğin o şarkıdan. Kaderime gelmediğin gecelere de yazılmanı diliyorum. Can Yârim! Düşme sakın ömrümden. Her gün vazifesini tamamlamış, ödevlerini itinayla yapmış formalı bekleyişlerimle bekliyorum seni. Hüzünlere gözlerimi kısıp, gelişlerine ulak olabileceklere minnettarlıkla bekliyorum seni. Günün ağırlığından sıyrılıp görüş günlerini bekler gibi bekledim bir yanıma aldığım sağanak özlemlerimle. Sensiz saatlerin dakikalara kaç geçtiğini sayar oldum duvarlarda. Kendini dinlemelerine, kendimi dinlemelerine ekleyerek geliyorsun ya, bir elime bir belime bir de ölümüne sarılmalarınla bedenimden yoluyorsun sensizlikleri. Gözlerinde duruyorum öylece. Şiirlerimin buğusunda korkumun kırıldığı andır o anlar. Bahtımda aslan gibi duruyorsun, korkularıma pençe olarak. Duvarımıza yazdığımız sözlerin doğruluğunu her gün doğuruyoruz kan kırmızısı boyanın rengi kurumadan. Yürek düştü bir kere bu sevdaya, hasta gönlüm çağlar, acılarımın da geçtiğini her şeyin geçtiğini görerek geçirdim. Bir tutam gönül yoksulluğu yaşatmadan geçirttin zamanı. Yalan değil, genç yaşımda kahpe dünyaya bir yumruk sıkarak meydan okumayı öğrettin bana. Kocaman laflarımla sayısız defterlere bağırırken ben, herkes kadar cesur değilken ben, en güzeli sendin ve yumruğumu sıktığım o kahpe dünyaya beraber kurban ettik kendimizi. Kötülerimi cinayete kurban ettiğimde ellerime kelepçeler değil, akıbeti belli olan umutlarımla yarınlarımı verdin avuçlarıma. Yürek sızıntılarımı çürüttün, tüm tazeliğinle. Gül gülistan olan hanemde çatladı ödünç aldıklarım. Nankör hayata inat, soğuklara kor gibi düşürdüklerime inat, yaşam öyküme öyle bir geldin ki, sıcacıksın.
“ Sıcacık girdin yamalı kalmış yaşam öyküme.”
Eylül bakışlım,
Dudağımın ateşinde gezinirken utangaç öpüşlerindi, bana en sırra kadem basıp yalnız bırakılan yanlarıma yandaş takılan. Kahırlı iç çekişlerimde yaşam yorgunluğumda bir rahatlamaydın hayatımın her safhasında. Bazen dağlara dönmeliydi yüzüm. Bazen yeni patikalarla doruklara tırmanmalıydım. Desteğinle güneşin doğuşunu tepelerde izlemeyi öğrendim. Ağlamanın da bir erdemlilik olduğunu kahkahalarının neşesiyle, çaresizliğin de çare olabileceğini dertlerime dermanınla öğrendim. Yarım kalmış yamalı yaşam öyküme girdiğin gündür o gün. Bendeki doğumların başladığı gündür o gün. Doğumla gelenler kadar masumdun. Öylesine saf… Öylesine duru. Ve öylesine benim olan, bende kalan.
Sen, “Ben sana yetemeyecek kadar küçükken, sen bana artacak kadar büyük,
Dilimin yetmediği yoğun öfkede, nefrette, derin dualarımda el açmama vesile,
Yalnızlıklarımda çokluklardan önüme düşen közleri ferahlatan yağmur damlaları” olansın.
Sen, “Ben hayata söverken, ağzımda kayıp giden sövgüleri savururken, gözlerimdeki biriken hırçınlıkları silecek aşk masalından gelen Mecnun’um,
Gün be gün aslında özümde olmayan ama bana mıhlanmış, pusuda bekleyen yanlarıma başkaldıran” oldun.
Sen, ömrüme biçilmiş bir ödülsün Yaradan’ımdan gelen.
Kabına sığmayan sevmelerim de var benim. Değer gördüğün kadarıyla değerlerin dahilinde duygularım, fikir sofrasında aynı lezzette sayabileceğin fikirlerim, ruhuna eşsiz tabloları çizebileceğim bir yeteneğim, yeteneğim dahilinde de en keskin fırça darbeleriyle seni somut ve soyut yapabilecek bir varlığım var benim. Bir serap kadar hayalci olmadan tüm reelliğimle sevdim seni. Elimdeki kalemin tüm yazganlığı kullandım, adıma şanıma da bir lakap benimsettim. Kalemkâr. Kalemdar’ın çok seviyor seni.
Titremiyor gülüşlerimiz çünkü cesaretli. Kimsesiz değil duygularımız çünkü sonsuzluk diledik kalbimizden.
Baş isterse vurulacak, ayak isterse adımlamayacak, dil isterse lâl olacak çünkü aşk yükledik belleğimize, o ne derse o olacak.
Hikayenin adı aşk olunca “her aşk bir gün bitermiş” yalan olacak, çünkü yalanlarda peydahlayan biz olmayacağız.
Hınzır bir dolaşımla sevdim seni biliyor musun?
Sıcacık girdin yamalı kalmış yaşam öyküme. Ve soğuk vedalar etme bana. Mevsim son baharını yaşamalı, biz de sonbaharımızı.
Aşksın…
Gerisi vesaire.
Nilüfer AKYOL KARÇKAY OOOFF OF! kitabından…