Düş Tulumları
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Çoğumuzun kendine özel anlarında beliren, bizleri hayal âleminde dolaştıran koruyucu giysileri vardır. Onun da yaşam çitlerine derisinden takılanlarla ördüğü bir düş tulumu vardı. En sıkıntılı günlerin gecelerinde, tam da bıkkınlıkla her şeyden vazgeçeceği anlarda yardımına koşan hayallerini üreten bir tulumdu bu. Çocukluğundan beri birazda masal kitapları sayesinde alışkanlık haline getirdiği bu çözümü, bugün kırk küsur yaşında dahi işe yaramaktaydı.
Ergenlik zamanlarında amca çocuklarıyla çokça eğlenerek geçen günlerden kalma tişörtü sırtına geçirirken, kendini telefon kulübesinde kıyafet değiştiren kahraman sanmasına gülüyor, bu da onu biraz daha yaşama bağlıyordu. Tulumun bir köşesi bu tişörttü işte.
Sanki biraz daha derin koklasa bu tişörtü; anasonlu o çöreğin kokusu duyulacak gibiydi. Sırtında anneannesinin şefkatli elinin dolandığına yemin edebilirdi. Zamana karşı direnen sadece kendisi ve insani değerler değildi, o da üstüne düşen görevi adabıyla yapmış ve çürümemişti. Tişört renkleri silikleşse de, sağı solu eğrilse de halen yaşamaktaydı.
Kırk yama yorganı için bu yıl kırk değişik ülkeden, yamalar gönderen kadınlar geldi aklına. Umut tek tazeleyici oldu hep onun için. Dünyada halen güzel şeyler olduğu düşüncesi ferahlatıcıydı. Dostluk yorganı dediler adına, kırk farklı emek, kırk farklı kültür, aynı hedefe kilitlenip umudu doğurdular.
İçli uzun ama çok uzun havalar iyi geliyordu bu tip gecelerde ona. Beyaz bıyıklı siyah saçlı dedesinin o zamanlar anlayamadığı öğütleri geliyordu aklına. Bağdaş kurup yerde içilen tarhanalar, sinilerin işlemelerine dalıp efsanelere inanmaya meyilli olduğu günler geliyordu gözlerinin önüne.
Köşelerini dolaşırken tulumun, ona bir canlı gibi dokunmasına alıştırmıştı kendini. Dışarıdan biri görse garipseyebilirdi hatta deli damgası yemesi işten bile değildi. Zira bu gibi gecelerde o tişörtten başka bir şey giymezdi. Ama üzerinde o dostluk yorganı varmışçasına ısınırdı içi.
‘Yangınım başka nedendendir âşık sanmayın beni lütfen’ diyen bir şarkı sözü yazmaktadır bugünlerde. Kimin besteleyeceğine henüz karar vermemiştir. Tek şartı sözleri benimsemesidir bestecinin. İşine âşık kişilerle çalışmaktan hoşlanmaktadır. Ustalığın nimetleriyle kendine çeki düzen vermiş, alın terinden başka sermayesi olmayanları kendine yoldaş olarak seçmiştir hep hayatı boyunca.
Eski güzel türküler gelir böylesi anlarda aklına, hani o Anonim olmuş hepimizi değişik zamanlarda dağlamış ezgiler gelir kulağına. Fark eder ki tulumun bir başka yamasında sesi kalmıştır birilerinin...
Siyah gözler şarkısını dinlediğinde mi mıhlandı içine bir kez daha, yoksa hep orda çakılı eski bir brövemiydi o isim. Yasemin diyemeden geçmiş yirmi yıl için özür dilemekteydi bahar.
Hiç olmayacağını bilmenin ağırlığı ile her anında onu paralayan, yerden yere çalan hasret, acının bin türü ile sınarken insanlığını; kimseler görmeden küçülmekte, azalmakta, tükenmektedir.
Yarını çalınmışlarla kol kola bir halay sırasında tanışılmış yeniyetmeler, ülke meselelerini konuşmaktadır hayalinde. Birkaç kez kurtardıkları vatanlarına olan sevgileri ışıtır geceyi.
En çok başkalarını yargılarken üzeriz kendimizi...
Ayrışmayı seviyor tüm tanıdığı insanlar. Bölünmeyi özel olmakla karıştıran yoğun bir kalabalık, kendilerine kaba davranmakta ısrarlıdırlar.
Bir deli kuş hayata baktığımız pencerenin pervazını gagalar durur. Bir şeyler demek istediği kesindir sana kendinin, anlamak işine gelmez ‘kedidir kedi’ der geçersin.
Yenilgilerimizin şahidi ağaçlar yeşerir her bahar, inatla...
Eski bir Blendax şişesi, Nivea el kremi kutusu durur ahşap masanın üstünde. Açarsın kapağını annen kokar oda, çocukluğun kokar. O saçlar savrulur eski bir rüzgârla odayı sarar. O el şefkatin simgesidir, affeder bin küsur kez seni, senin en acemi halini. Kaparsın kapağını gerçek hayat başlar, başka bir simitçiyle uyanırsın güne. Değişen bir şey yoktur, yine anlamıyorsundur ne simitçiyi ne de hayatı...
nadir