- 1868 Okunma
- 11 Yorum
- 2 Beğeni
Deniz ve İnsan
Suyu yararak ilerleyen kayığın baş üstüne uzanmış, oluşan dalgacıkları, sağa sola kaçışan köpükleri,sığ denizin dibindeki siyah renkli kumun üzerinde parıldayan deniz kabuklarını, istiridyeleri ve adını bilemediğim bir çok canlının hareketlerini merakla inceliyorum. Motor gürültüsünden ürken küçük balıkların hızlıca uzaklaşmalarını, kayaları bir yorgan misali saran yosunların oluşturduğu hoş manzarayı seyretmek; denizi yaşamak, denizle kaynaşmak, onu solumak, çocukluğumun tarif edilmesi ve unutulması mümkün olmayan eğlencelerinden biri.
Kayığın hareketini sağlayan tek pistonlu Pancar motorun küçük egzosundan çıkan ritmik sesler, uykunun en tatlısını gözlerimize davet den anne ninnisinin; oluşan titreşim ise, beşikte yatıyor olmanın zevkini sunuyor duygularımıza. Rahmetli dedemle, gün doğumunda balığa giderken, ya da kuşluk zamanı sahile dönerken, çok uyuyup kaldığım olmuştur bu doyumsuz hazın kucağına bırakıp kendimi.
Rengini denizin lacivertinden alan keskin bakışları, mütemadiyen çatık seyreden kaşları, rüzgarın ve güneşin esmerleştirdiği teni, kalın tüylü beresinin kapayamadığı şakaklarından sarkan, yer yer akların yürüdüğü uzun saçları ve yekeyi iki ayağının arasına alarak dikildiği kıç üstündeki heybetli duruşu ile, gönlümüzde hep ayrı bir yeri olmuştur Aydın Reis’in. Benimki ise, gerçekten çok özel bir ilgiydi ona. Reisime hayatımı borçluydum zira. Tuzlu suyu zoraki yudumlayışımı, denizin yüzeyinde kalabilmek için çırpınışlarımı,denizin derinlerine doğru batıp gitmekteyken, kocaman bir elin koluma yapışarak, beni ölümün kucağından çekip alışını, bu gün bile olanca canlılığı ile hatırlarım. Bu yaşıma geldim, ne zaman ona rastlasam, hala bir çocuk gibi mahcupça sarılır, bana hayatımı geri veren o kocaman elleri doyasıya öperim. Ne yaparsam yapayım, ona asla borcumu ödeyemeyeceğimi bilirim. Şimdi ne zaman bu reis sözcüğünü duysam, aklıma hep yaşlı Aydın Reis’im gelir, onu anarım tebessümlerle. Ne zaman yolum köye düşse, ilk uğrak yerim Aydın Reis’in evidir. Tütün damının hemen kenarındaki zeytin ağacının altında, küçük komrisine (iskemle) oturmuş, sarma sigarasından derin derin nefes çekerek, denizin ufuklarını seyrederken bulurum onu. İlişirim yanına, hal hatır sorarım, saatlerce sohbet eder, hayır duasını alırım.
Yörede yoksul ismi verilen, su seviyesinin üzerine çıkmayan yosun kaplı kayalıklar, sahile yirmi metre kadar mesafeden seyretmekte olan kayık için, gerçekten oldukça ciddi tehlike arz etmekteydi. Bu sahillerin her karışını, her kayasını, her çakıl taşını adı gibi bilen Reis, kayığını büyük bir maharetle ilerletmekte, usta manevralarla kayaların arasından sıyrılıp geçmekteydi. Kayığın, sahile bu kadar yakın seyretmesinin nedenini bilmiyordum ama, denizin dibindeki güzellikleri seyretme imkanı sağladığı için oldukça mutluydum sözün doğrusu.
Yaz tatillerimizi geçirdiğimiz küçük bir yazlık evimiz vardı köyde. Hemen denizin yanı başında yer alan bu sevimli evde, dalga seslerinin hoş melodisi ile komşu yaşar; Karadeniz’in öfkelerinde ise, yattığımız odanın duvarını tırmalayışından korkulara kapılır, uykusuz kalırdık. Korkularımıza rağmen, öyle çok severdik ki denizi, ona öyle gönülden bağlıydık ki, bize asla kötülük yapamayacağını düşünürdük.Onunla ilgili her olaydan bir ders çıkarmamız gerektiğini bilir, hatalarımızı asla tekrar etmezdik suyla ilgili. İnsanların ona olan güveni o derece ileriydi ki; yörede yaşayan anneler, yoğun çalışma tempolarının gereği olarak, küçük çocuklarını kreşler değil de, en emniyetli yer olarak gördükleri denizin kenarına bırakırlardı. Zaten en geç dört yaşında tüm çocuklar yüzmeyi öğrenmiş olurlar, koca koca dalgaların gezindiği sahilde, usta birer yüzücü misali,inatçı denizin gelgitleri ile inanılmaz zevk ve maharetle savaşmaya başlarlardı.
Komşumuz olan bir Neriman abla vardı köyde. Uzun boyu, çakır gözleri, al al yanakları, hep gülümseyen yüzü ile sevimlilik abidesi gibiydi. Öyle yumuşacık ve şefkatli bir kalbi vardı ki; ablası olmayan bizler için, onun yanında olmak, sevgisini kazanmak, ilgisini sağlamak gerçekten hoş bir durumdu. Öz ablamız olsaydı, ancak bu kadar yakınlık gösterir, bu kadar severdi bizleri sanırım.
Hayatımız, mutluluk bulutlarının hoş serinliğinde akıp giderken; gün geldi, Neriman ablanın yüzündeki gülücükler kayboldu, al rengi beyaza dönüştü yanaklarının. Bakışlarını feri söndü, ağlamakla geçer oldu günleri, bize olan ilgisini de kaybetti. Sordum çocuk aklımla anneme;
- Ne oldu ablama, neden mutsuz, neden gülmüyor, neden ağlıyor artık her gün?
-Sen şimdi çocuksun, biraz büyü, o zaman anlatacağım sana.
Yıllar sonra öğrendim, Neriman ablam, İstanbul’da yaşayan teyzesinin oğluna aşık olmuş meğer. Kimseye de açılamamış, kara sevdasını yüreğine gömmüş, derdini o sempatik gülümsemesinin arkasına gizlemiş. Çok taliplileri çıktı, hiç birini istemedi, şiddetle karşı koydu. Ne zaman evlendi sevdiği oğlan, işte o zaman dengesi bozuldu, hayatı karardı genç kızın. Köy yeri, zaman eski zaman, kimsenin aklına gelmiyor bir doktora götürmek, bir psikologa göstermek.Bir de deli damgası yeme riski var işin içinde, iyice kararacak kara kaderi garibin. Ne yaptıysalar, ne söylediyseler kar etmedi, dindiremediler göz yaşlarını ablamın.
Denizin oldukça sakin, gökyüzünün de mavinin en güzel tonu ile yıkandığı bir Temmuz gününün erken saatlerinde, Aydın Reis’in kayığı, evimizin bulunduğu sahile yanaştı. Annam, onun geldiğini fark edince, koşar adım komşuya gitti ve biraz sonra da yanında Neriman abla ile döndüler. Annemin elinde tek kulplu bir çömlek ve kalayları iyice eskimiş küçük bir bakır tas vardı.
-Haydin bakalım! Kayıkla gezmeye gidiyoruz bu gün. Diyerek, kolumuzdan tutuğu gibi, sahile sürükledi bizleri.
Nasıl seviniyorum, nasıl seviniyorum...Hem kayıkla gezeceğiz, hem de taze yoğurt alacak annem diye düşünmekteyim. İlçe pazarının kurulduğu Salı günleri, bir yaşlı köylü teyze, bizlere devamlı bir çömlekle taze yoğurt getirir, karşılığında aldığı üç beş kuruşla da evinin ihtiyacını görürdü. Tadı hala damağımda olan o yoğurdun yolunu gözlemek, taze taze kaşıklamak ne büyük zevkti. Hala yoğurdu çok sevmemin, soframdan asla eksik etmememin ana sebebinin, o günlerden kalan bir zevk ve alışkanlık olduğunu düşünüyorum.
Taze yoğurdun hayali ile derinlere dalmışken, Aydın Reis, belimden tuttuğu gibi kayığa attı beni. Kardeşlerim, annem, Neriman abla ve Aydın Reis, dört kilometre ilerideki ilçeye doğru yola koyulduk. Komşu köyün az ilerisinde, yüksekçe çınar ağaçlarının gölgelendiği bir sahilde denizle kucaklaşan küçücük ve sevimli bir derenin önüne gelince, kayığın hızını kesti Aydın Reis. Ben, ne olduğunu anlamaya çalışırken, derenin denizle birleştiği noktanın hizasında, kayığa daire çizdirmeye başladı. Her bir dönüşte annem, denizden yarım tas su alıyor ve çömleğe dolduruyordu. Pek bir anlam veremediğim bu hareket canımı sımıştı. Taze yoğurt yeme hayalim suya düşmüş, annemin çömleği yoğurt almak için değil de, deniz suyu doldurmak için yanına aldığını anlamıştım.
Canımı sıkmasına sıktı ama, kayıkla gezmenin tadını çıkarmama engel olmamıştı bu hareket. Baş üstüne uzandım ve kayığın su üzerinde süzülüşünü neşeyle seyretmeye daldım. Kayıklarını, balık avlamanın dışında, böyle gezme işlerinde pek kullanmazdı köy halkı. Sonuçta ekmek tekneleri idi bu küçük kayıklar. Karadeniz’in hırçın sularından, nafakalarını toplarlardı onunla, kıymetliydi o nedenle. Yakalamışken tadını çıkarmalıydım. Hele de böyle, sahile yakın gezilerin zevki bir başkaydı. Denizin dibini görebiliyor, her saniye yeni şeylerle karşılaşmak, yeni şeyler öğrenmek harika oluyordu.
Doğu Karadeniz Bölgesinde dağlar, denize paralel uzanırlar ve hemen sahilden yükselmeye başlarlar. Dağların denize bakan yamaçlarında küçük vadiler yer alır ve bu vadiler, sıkça yağan yağmurların oluşturduğu kısa ve az debili derecikleri denize ulaştırırlar. Bu nedenle, sahildeki dere ağızları birbirlerine çok yakındır. Altı yedi kilometre mesafede, on civarında dere ile karşılaşabilirsiniz.
Ben, denizin ve muhteşem doğanın zevkini çıkarırken, kayık da, yedi dere ağzının her birinde üç kez dönmüş; annem, her dönüşte aldığı yarım tas suyla çömleği azına kadar doldurmuştu. Bu arada, alçak sesle bazı dualar okumaktan da geri kalmamıştı.
Bir süre sonra, bu güzel yolculuk sona ermiş, başladığımız sahile geri dönmüştük. Önce Neriman ablamın inmesini istedi annem. Sonra da, elindeki su dolu çömlekle kendi indi. Çömlekteki suyu, elbiselerinin ıslanmasına aldırmadan, başından aşağıya boca etti. Daha sonra da çömleği, sahildeki kayalara fırlatarak parçaladı.
Ben bu olaydan pek bir şey anlamadım ama, çokça da merak etmedim işin doğrusu. Yaptığımız bu enfes kayık gezisinin mutluluğunuz yaşıyordum zira. Kayıkla yaptığımız bu gezinin ve akabinde gelişen olayların, aslında bir psikolojik tedavi yöntemi, daha doğrusu bir batıl inanç olduğunu çok seneler sonra öğrendim.
Neriman ablam, iyileşti bir süre sonra. Kaybettiği tebessümleri dudaklarına, elmanın kırmızı rengi ise yanaklarına geri döndü. Annemin yaptığı tedavi ile mi, yoksa zaman dediğimiz sihirli ilacın tesiri ile mi iyileşti, bilemiyorum? Çocuk aklımda kalan, o güzel deniz gezisi oldu benim.
İlerleyen günlerde ablam, alışık olduğu Karayel’e, dalga sesine, iyot kokusuna, tükenmek bilmeyen yağmurlara, dik yamaçları süsleyen bin bir çeşit yeşilin heyecanına veda etti; karlı dağların ardına, Erzincan’a, üç çocuklu, eşini kaybetmiş bir adama gelin gitti.
Şimdi, ne zaman Ahmet Muhip Dranas’ın Fahriye Ablası ile karşılaşırım, aklıma hep Neriman ablam gelir.
Bilmem hala orada, dağları karlı Erzincan’da mıdır?
Bilmiyorum, hala dudaklarında o hayat dolu gülümsemesi asılı, yanaklarında kırmızının en güzel rengi takılı mıdır?
Bilmiyorum, çok sevdiği denizinden uzakta, soğuk rüzgarların memleketinde yaşamakta mıdır?
Bir tutam hayat- 06.12.2013-Azerbaycan
YORUMLAR
Söylemeseniz
Fahriye abla şiirini mi anlatıyor diyecektim
ki sonunda söylediniz
yaşanılan bir benzeriymiş
ki
belki de
kaleme alınmayan binlerce benzer hikaye var yaşanılan
kaleminizle beraber
biz de dolaştık
o
yeşilin maviyle nikahlandığı yerlerde
o
mavinin özgürlüğünü ilan ettiği suların derinliklerde
anlatımınız her zaman olduğu gibi çok güzeldi
tebriklerimle dost
Bir tutam hayat
Umarım sağlık problemleri yoktur. Diğerlerini sormuyorum, nasıl olsa altından kalkarsın diye düşünüyorum.
Çok severim o Fahriye Abla şiirini.
Güzeldir.
Bizim hikaye de gerçektir.
Erzincan'a gitme olayı benziyor şiire.
Ne kadar harika bir anlatımla ifade ettiniz denizin maviliklerinden ve oradan kıyılardaki yeşil yosunları ile denizin içinde ki canı varlıkların seyrediliş i ile hayatta rastladıklarınızı o görkemli hallarını ne güzel kaleme almışsınız.kutlarım,sevgi ve saygılarımla...
Bir tutam hayat
Teşekkür ederim güzel yorumunuza.
Denizi orta okulu bitirince görmüştüm.Hep hayal ederdim deniz kenarında bir yerde görev yapmak.Hayat devam ediyor deniz kenarıda da olsa içte de olsa.
Tebrik ederim saygılarımla.
Bir tutam hayat
deniz kenarında bir yerlerde çalışma fırsatı yakalamışsınızdır.
Deniz güzeldir.
İnsanı dinlendirir...
Çocukken, deniz olmayan yerde yaşayamayacağımı düşünürdüm hep.
hayata atılırken, bu nedenle olsa gerek, liman inşaatı yapan bir şirkete baş vurdum ilkin.
Deniz sevgisi başka oluyor.
Teşekkür ederim güzel yorumunuza.
Okumakta geç kalmadım ama yorumda biraz rötarlıyım bu gün...
Bir okuyucu olarak, tebrik ediyorum kaleminizin gücünü hep olduğu gibi. Güzel bir betimleme ve insanı içine çeken bir anlatım gücü... Gerisi yine kalemin kerametinde. Daim olsun yazılarınız.
Saygı ve sonsuz selamımla, kutlarım bir kez daha.
Bir tutam hayat
insanları, beşeri ilişkileri, iç dünyamızı anlatıyorsunuz.
Biz de,
doğa konusunu işliyoruz.
Herkes birbirini tamamlıyor gibi burada.
Defterin güzelliği de orada zaten.
Teşekkür ediyorum güzel yorumunuz için.
Bir tutam Hayat'ın yazılarında hayatın ta kendini bulduğum için bu sayfada olmayı çok seviyorum.
Her sayfada içimizden birini bulmak ve ilgiyle okumak çok güzel. Bak şimdi; Neriman ablanın akıbetini ben de merak ettim, mutlu mudur acaba?
Tebrikler, saygılar...
Bir tutam hayat
Sanırım hala yaşıyor Erzincan'da...
Öldü haberini almadım zira...
Öyle bir şey olsaydı, bir yolla ulaşırdı haber bana...
Mutlu mudur, mutsuz mudur bilemiyorum ama,
çok uzun senelerdir orada yaşadığına göre,
hayatına adapte olmuş demektir.
Benim yazılarımda yapamadığım bir şeyi o kadar güzel yapıyorsun ki her yazını hayranlıkla okuyor, bir sonraki yazının en kısa zamanda gelmesini bekliyorum.
Evet bu yazında da o kadar harika bir Karadeniz tasviri koydun ki önüme kendimi sanki anne memlektim olan ama bu güne kadar görme fırsatını ve imkanını bulamadığım Trabzonda buldum.
Tabiat tasvirlerinin yanı sıra anlatımdaki anlaşılırlık, hikayenin insanı içine çeken büyüsü, kısacası her açıdan mükemmel bir öykü. Kutlarım.
Selam ve sevgilerimle.
Bir tutam hayat
uzun süreli bir tatil yakalayabilirsem,
seni kesinlikle annenin memleketine, Trabzon'a davet edeceğim.
Gidip Sürmene'yi bir görürüz beraberce.
sami biberoğulları
Yine içine çektiniz öykünün.
Neriman ablada kendimi buldum,
ondaki hüznü, sevdayı daha iyi anladım.
Gerçekten Fafriye abla şiirini hatırlattı öykü.
Hele Erzincanlı bir adamla evlenmesi sonunda.
Ben de Erzincan deyince bu 10 Kasım'da Anıtkabir dönüşü tanıştığım, Ankara'da öğrenim gören
adını bile sormadığım genci hatırladım. Erzincan'lıymış.
Her zamanki gibi nefis bir anlatımdı. Doğa betimlemelerinde de üstünüze yok.
tebrikler gönülden,
selâm ve saygılarımla..
Bir tutam hayat
Sevginin yaşatılması diyelim buna.
Ya da hatıraların canlı tutulması.
Bu Erzincan şehrini ben de ilginç buluyorum.
Yüksek dağların arasındaki ovaya kurulmuş, güzel bir şehir.
Acıların şehri de tabi ki depremlerden dolayı.
Güzel yorumunuza teşekkür ediyorum.
bu kalemin güzelliği insanı mıknatıs gibi çekiyor...her yörenin bir fahriye ablası vardır hiç unutulmazlar...soğuk kış gününde içimizi ısıttın sağol varol saygılarımla
Bir tutam hayat
Sayfamıza şeref verdiniz.
Çok sağ olun.
herkesin belleklerinde kalmış bir
fahriye ablası var demek ki....
yine Karadeniz in güzelliklerine
hayran lığımız uyan dı
kalem usta olunca bir
solukta okutuyor kendini
her daim
beğenim çokça usta
her dem saygımla
Bir tutam hayat
Yaşadıklarımızı, gördüklerimizi yazıyoruz sadece.
Bir bukle bir şeyler aktarabiliyor isek, ne mutlu bizlere.
Sağ ol desteğin için.
Günaydın değrli kalem
Hoş geldiniz vatana ve çok sevdiğiniz kuzeyin incisi Kara denize
Bilmem ki ne desem ne yazsam bu güzel hikayenize
Oturduğum yerde alıp götürdünüz hırçı ve öfkeli coşkun dalgaların kayaları dövdüğü harika sahillere
Benim iki sevdam var biri asuman biri de deniz . Ne denizin ne de gökyüzünün seyrine doyabildim huzur buluyorum onların içine girince
Harika bir anektottu bu yazınız çok tşk ederim bizimle paylaştığınız için hoşça kalın
Bir tutam hayat
Bir gün gider, o güzellikleri gözlerinizle görürsünüz inşallah.
Çok sağ olun.
Bir tutam hayat
çok teşekkür ediyorum dostum.
Sağ ol...