- 541 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
TÜRK ve KÜRT
Baraj nedir? Bol sudur. Su nedir? Su hayattır. Toprak nedir? Toprak rızkın temelidir.
Toprak susuz olur mu? Olmaz.
Çünkü susuz toprakta can bitmez, can yiter.
Can yiten topraklarda, insanlarda mutlu ve verimli olamaz.
Yalnızca GAP’ın hayata geçirilmesiyle kaç bin insanın hayatı değişti tahmin edebilir misiniz?
Harran ovası suya hasretken, Atatürk barajı, Halfeti barajı henüz yokken bilir misiniz, kaç Urfalı, kaç doğulu göçebe tarım işçisiydi?
Gün doğmadan, pamuk tarlasına geçen işçiler, sabahın ayazında, çiğden sırılsıklam olmuş pamuk çalılarının arasına dalınca, nasıl üşürlerdi bilir misiniz?
Bu iş, gençler ve erkekler için belki çok zor değildi, fakat, yaşlılar ve küçük çocuğu olan anneler için, ne kadar zordur tahmin edebilir misiniz?
Kaç Urfalı anne, yeni doğmuş yavrusunu, sırtına bağladığı halde, beline de pamuk önlüğünü bağlamış vaziyette tarlaların uzun hatları boyunca eğilip pamuk toplamıştır.
Ya da tarlanın bir başına bıraktığı bebesini, yine bebek denilecek üç/beş yaşlarında çocuklara emanet ederken neler hissettiklerini anlayabilir misiniz?
Bir aklı yavrusunda, bir aklı, kaç kilo pamuk toplayacağında, bir aklı, akşam çadıra döndüğünde, yakın köy evlerine gidip su alması gerektiğinde, elde yıkayacağı çamaşırda, çalı ateşinde pişireceği ekmekte ve yemekte olmak nasıl bir hâldir, nasıl bir duygudur bilir misiniz?
Ya o bebelerin kaçı, uyuyup uyandığında ağlayarak annesine sesini duyurmaya çalışırken, annesinin tarlanın diğer ucunda olduğu için onu duyamadığını ve o bebelerin emekleyerek annelerini ararken, tarlanın yanı başındaki kanala düşüp boğulduğunu hiç duydunuz mu?
Ya da emekleyip gittiği yönün, annesinden ve çalışanlardan çok farklı bir yön olduğu için, pamuk ve diğer otlardan gözükmediği için, bazen bir gece sonra bulunduklarını ya da hiç bulamadıklarına şahit oldunuz mu?
Sekseninde ihtiyar ninelerin, dedelerin otuz yaşındaki ağalardan emir aldığını, yürümeye mecalleri yokken çocuklarına yük olmamak için, kendi rızklarını kazanmaya çalışırken, son nefeslerini tarlada verenini duydunuz mu?
Yine yıllar önce bilinçsizce kullanılan tarım ilaçlarının kaç tarım işçisi aileyi yok ettiğinden haberiniz var mı? O aileler ki, yemeklerinin büyük bölümü tarla ve meralardan topladıkları yabani otlardı.
Bazen zehrin etkisi geçmemiş olan tarladan toplayıp yedikleri ot ve mantarlar nedeniyle ölmüş ailelerin, memleketlerinden uzak bir köy meydanında cenazelerinin sıra sıra dizildiğini hiç gördünüz mü?
Okumak ne ki? Bu durumda ki insanların, vakit bulup düşündüğü, üzüldüğü ancak hayatta kalmak için gerekli olan temel ihtiyaçlarıydı. Çocuklarını okula gönderemedikleri için üzülmeye vakitleri bile olamazdı.
Kim anlardı onları? Siz anlayamazdınız çünkü o vakit siz hakların temeline mayın yerleştirmekle meşguldünüz, şimdi olduğu gibi.
Kim anlardı onların halinden? Ancak aç açın halinden anlardı.
Bizim köyümüzde de, insanlar biliyordu ki, devlet, güçlünün yanındaydı. Kimse zengin akrabasının gasp ettiği toprağının hesabını devlet eliyle soramazdı.
Ancak onlar anlardı Urfalı annelerin, babaların halini.
Annelerimiz yetişirdi çadırda, ya da tarlada doğum yapan doğulu kadınların yardımına.
Bazen onlarda da olmazdı, bir yumuşak bez parçası, evdeki çarşafı, kimi eteğini söker götürürdü yeni doğan bebeği sarmak için.
Ne içindi bütün o yoksulluk, ne içindi insanların insanlık dışı koşullarda yaşamaya terk edilmesi?
Ya terör yüzünden toprağından sürgün olan insanlar neler yaşadılar biliyor musunuz?
Sonra ne dediniz? Doğu geri kalmışmış, cahilmiş, biliyor musunuz? Geri kalan doğulu değil di,
Geri kalan ancak sizin insanlığınızdı!
Siz var ya! Bu ülkenin topraklarının suya kavuşmasını, huzura kavuşmasını engelleyenler!
Siz, kaç masunun günahını aldınız, kaç bebeğin ölümüne, kaç annenin çaresizliğine, kaç ailenin mahvına sebep oldunuz?
Ölüm var! Ölüm!
Bu dünyada olmazsa da, yarın mahşerde, o masumların elleri sizin yakanızda olacak.
Şimdi devletin getirdiği ve getirmeye çalıştığı hizmetleri inkar edenler, küçümseyenler siz ne bilirsiniz?
Biliyor musunuz? Yazmaya yeterince vaktimiz ve yeterince kabiliyetimiz olsa bu hükumetin yaptığı her esere onlarca, yüzlerce eser yazardık.
Sizin o saplantılı fikirleriniz, gözlerinizi kör etmiş. Bu hükumet başa geldi geleli sizin yediğiniz haltları temizlemekle uğraşıyor.
Memleketi allak bullak etmeye çalışan hep sizdiniz, yine sizsiniz.
Hizmet neyle olur, medeniyet neyle olur? Yolu olmayanın, okulu olmayanın, suyu olmayanın, fabrikası, evi olmayanın medeniyeti mi olur?
Güzünüzü açında bakın, doğu illerine bakın, batı illerine bakın, hiçbiri yerinde saymış mı? Bu hükümet bütün hizmeti aynı anda doğuya ve batıya nasıl yetiştirmiş, siz neden yapamadınız? Sormaz mıyız?
Bakın şunu anlayın bu ülkede Kürt’te var, Türk’te var halk bunu biliyor ve halkların arasında hiçbir sorun yok!
Bu ülkenin dini de var (elhamdülillah) bunu da dostta, düşmanda yerlide yabancıda biliyor.
Bilmeyen yalnız kanunlar, artık oda bir zahmet bu gerçekleri bilsin ve şu her bulduğu çatlağa dinamit yerleştiren zihniyette artık sussun.
Bu vatanın tek sahibi biz değiliz, biz bu vatanı atalardan miras aldığımız gibi torunlarımızdan da ödünç aldık.
Onlara çözülmesi gereken sorunlar değil, kardeş kavgası değil, huzurlu güvenli mutlu bir ülke bırakalım.
O her daim kötü alışkanlıklarını örnek aldığımız, büyük devletlerin, bir kez de işimize gelen
davranışını örnek alalım ve eyâlet sistemine geçelim ve artık bölücü unsurların, giydiği kırk gömlek de onların başında paralansın.
Neden olmasın?
Bir düşünün biz kendimizi bildik bileli ve bilmezden önce de, atalarımız Kürt ve Türk
İç içe yaşadık ve yaşıyoruz.
Biz bu insanların Kürt olduklarını bile bile, onlarda bizim Türk olduğumuzu bile bile birbirimize kız alıp vermiyor muyuz, veriyoruz?
Bu insanların düğünlerinde Kürtçe ve Türkçe şarkılarla halay çekip oynuyoruz.
Bizim yörelerde bir gelenek vardır, düğün yapan damat aileleri, evlerine davullu zurnalı törenlerle, bayrak asarlar.
Bu çok eski bir gelenektir ve bu gelenek günümüzde de, azalmakla beraber devam ediyor. Damat evi ister Türk olsun, İster Kürt olsun, törenle göndere çektikleri ay yıldızlı al bayrağımızdır.
Bazen gelin Türk, damat Kürt olur, bazen tam tersi fakat bu hiçbir zaman aileler arasında sorun olmamıştır. Millet hep birlikte halay çeker eylenir. Kimse kimseyi, sen Kürt düğününe gittin, kızını bir Kürt’e verdin sen bölücüsün, vatan elden gidecek demiyor.
Yani demek istediğim, biz halklar arasında bir sorun yok, biz birbirimizi tanıyoruz.
Sorun hep kanunlardaki boşlukta, artık halkların birbirini tanıdığı gibi, kanunlarda Türkiye’nin Kürtleri olarak bu insanları tanımalı.
Bakın bir misal, ülkemiz, Türkiye, tek bir vücut ise, onun başı devlet ise, Bu baş ile gövde aynı yöne gitmeli. Eğer başımız olan devlet, bizim düğün dernek yaptığımız, sevinç ve acılarımızı paylaştığımız birlikte aileler kurduğumuz insanlarla bir araya gelemiyorsa onlara ille de terörist demeye hevesli ise, o başta sorun vardır.
Ayrıca halk olarak birbirimizden ayırmadığımız bu insanlar içinden, askere kurşun sıkmaya, yaşadığı ülkeyi zarara, savunduğunu söylediği halkı acıya, sefalete, cehâlete sürükleyerek, terörde inat edende, heveslendiren de, sorunludur.
Bu kez bir sloganla yazımı bitireyim, Türk, Kürt kardeştir, ayrım yapan kalleştir.
Yalnız ben demedim, zaman zaman hepimiz bu sloganı attık, lütfen bu sloganı bir kez de ülkesini seven her partiden siyasiler söylesin…
Saygılarımla...
YORUMLAR
Leyla Gülsüren
Leyla Gülsüren
Kuran ilmini, Kuran mucizelerini bütün ilim dallarıyla ispat eder. Bu nedenle ona
yalnız cemaat olarak değil, Ülkemiz ve tüm dünya Müslümanları sahip çıkmalı diye düşünüyorum. Teşekkür ve Saygılarımla.