7
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1649
Okunma


Ne çok fotoğrafsız kaldık “Baba”
Dahası bizsiz kaldık!
Ne çok zaman oldu fotoğraf çekinmeyeli?
Çekinemeyeli…
Oysa ben senin olmadığın tüm zamanlardan çekiniyorum, gelecekten korkuyorum. Çekilmiyorum
Ve çekemiyorum dünyanın yükünü, omuzlarıma bırakıyorum her şeyi, oysa omuzlarım küçük, yüreğim büyüktü. Hep yanlış yerlerimizle kaldırmaya çalıştık yükleri.
Aklımızın almadığını, yüreğimize sevk ettik.
Olmadı.
Ne çok bizsiz kaldık, birbirimizden gittiğimizden beri!
İlk kim bırakmıştı elimizi? Kim gitmişti ilk? Senin ayakların benimkinden daha güzel tutuyordu, gitmeye cesaretin benimkinden büyüktü, ayakların daha büyüktü, kendin kadar büyüktü ve gözlerinde büyümüştü olduğum zamanlar. Gitme hakkına en çok sen sahiptin belki de sırf bu yüzden.
Unutulmuş zamanların en belirgin aynasıydı gözlerin ve o yeşile baktığımda bir tek kendimi çimenlerin üzerinde, beyaz dantelli çorabım ve kırmızı, tokalı ayakkabımla koşarken hatırlıyorum. Başka göz olmuyor, başka yüz olmuyor. Dudaklarının üzerine düzenlice yerleştirilen başka bıyık olmuyor. Kimseye böyle yakışmıyor.
Kimi yerine koymayı denediysem, kimi sana benzetmeye çalıştıysam, üşüdüm, ellerim buz kesti, tutamadı ellerimi hiç kimse, yokluğundan başka. Hüznün gözleri yeşildi ve bir tek sana aitti yeşilin bu tonu. Olduğun tüm zamanları toplayıp çarpsam da, yine dolduramadı olmadığın günlerdeki boşluğunu.
Sen ne çok gittin “baba!”
Hepsi birbirine benzeyen, birbiri ardına boncuk gibi dizilen sensiz yüzlerce gün. Ben bu günleri hayatımın neresine sığdıracağım ve nasıl kabullendireceğim kendime bu günleri? Toplayabilsek, birçok sene, birçok yaş yapar bu günler. Sensizlik eklenince daha da çoğalıyordu, bunun omuzlarımı çökerttiği kesindi, yıllar gibiydi sensizlik.
Beklemekle sonlanmıyordu olmadığın zamanlar, o kadar gitmiştin ki, o kadar boşalmıştı ki içi yılların, gelmenle de dolmayacaktı.
Küçükken kabul etmiyordu bizi aynı kareler, büyüyünce de çekinemiyorduk, hatırlıyorum da birkaç fotoğrafımız vardı birlikte, nereye sıkıştırmıştık, hangi an’a sığmıştı gülüşlerimiz? Oysa çok zaman oldu çekinmeyeli, yanımdasın ama sanki hiç yoksun gibi. Varlığını yüreğim dâhil, hiçbir şey kabullenemiyor.
Anlayıştan uzak yılların içinde biz de anlayışsız olmuştuk, pişmanlığı hangi yüreğimize sıkıştırıyorduk? Güzel gizlemiştin pişmanlıklarını, ben de güzel gizlemiştim sessiz ağlamalarımı. Büyüdükçe ağlamalarıma sessizleşmeyi öğretebilmiştim ve sızılarıma iyi gelen sıcaklığını unutturmayı başarmıştım. Başka hiçbir sıcaklığa yer olmasa da yüreğimde, kendi aleviyle ısınan mum misaliydim, eriyordum, ısınmak için. İçimdeki seni ısıtıyordum, başka da bir şey yoktu zaten içimde, kalmamıştı, kalanlar da uzaklaşmıştı. Uzaktakini beklemek daha da zordu, karşılaşma ihtimalimiz yoktu, şimdi gerçekten ayrı dünyalardaydık, beni bu dünyaya getirmek için gelmiştin ve sonrasında gitmiştin. Engel olamadı küçük ellerim buna, ayaklarım yetişemedi büyük adımlarına.
Hayatıma devam etmek için asıl sökmem gerekenleri sökemedim yüreğimden, aşkı söktüm, durduğum yerde ilerledim, gidemedim. Ayaklarım bir yanlışlık olduğunu biliyordu ve bu şehirde hep üşümek vardı. En çok yalnızlar üşür. Perçemlerimde bir terslik vardı, yüzüme yansıyordu gölgeleri. Yüzüm aksiydi, hiç sevilmemiş gibiydi gözlerim. Hüznüm en çok üşüyen yanımdaydı.
Gittin, ne çok gittin “baba!” ne sessiz gittin.
Yerini kimsenin dolduramayacağı bir boşluk bıraktın, üstelik de bana hiç sormadan. Pamuk ipliğine bağlıymış aramızdaki sevgi. Yumuşacık, kolayca koptu, iplik kadar bağ kalmadı hayatla aramda. Sen gittin, ben her şeysiz kaldım.
Kendime dönüp bakıyorum, hiç bu kadar üşümemişti ellerim. Kış yön değiştirdi, yüreğime esiyor soğukları. Ayna küflendi, tahtalarını kurtlar yedi, görülecek pek bir şey yok burada. Deniz aynı deniz, şehir değişti. Yeni anlamlar yüklüyorum dolaştığımız sokaklara, adını biraz daha yüreğime kazınmış olarak buluyorum. Kızgınım, ama daha çok kırgınım. Benden çok gittiğin yeri sevdiğin için. Yoksa gidemezdin, gidilmezdi. Geri dönme ihtimallerini yok etmezdin giderken ve yanına alma çabalarını, hiç ama hiç görmedim. Çabalamadın benim için. Oysa gitme diye çok çabalamıştım ben, senin çabasızlığından fazlaydı tek başıma küçücük çabalamalarım.
Tek başıma yürüdüğüm o yalnız ve soğuk gecelerde midem dalga geçiyor vücudumla. Sanki her şey onun elindeymiş gibi, senin de miden bulanıyor muydu dünyanın döndüğüne ve içindekilerin değiştiğine şahit oldukça? Benim bulanıyor. O kadar bulanıyor ki, içimdeki her şeyi dışa vurmak istiyorum. İçimdeki her şeyi de değiştirmek istiyorum. Zaten yeri değişti içimdekilerin, sokaklar gibi, isimler gibi. Her sokağı baştan sona yeniden düzenledim ve başka isimlerle adlandırdım yeniden. Senden başkası bilemez, çünkü sen fısıldamıştın kulağıma.
Kulağıma fısıldadığın hiçbir şeyi unutamadım, isteyerek unutmadım. İstesem de unutamazdım. Sen o kadar nettin ki yüreğimde, geriye kalan her şey karışık ve puslu geliyordu. Gitsen de bu netliğin bir tek güven veriyordu. Yüreğim karışık değil ama aklım hala karışık, bir de midem bulanık.
Gözlerimi görenler net olduğunu söylüyor, hiçbir şeye net bir şekilde bakamıyorum, senden sonra korkuyorum görmekten.
İki kişilik dünyamızda ben dolaşıyorum, sen uyuyorsun
Sen o kadar gittin ki; hep uyuduğuna inandırdım kendimi.
“Gelmeyecek” demedim hiç “uyanınca gelecek” masallarına inandırdım kendimi, küçüklüğümdeki gibi.
Dört Aralık İki Bin On Üç 15 50
Nevin Akbulut
Not: Yazımı güne layık gören, Değerli Seçki Kuruluna sonsuz teşekkürlerimle, benim için önemli ve anlamlıydı
Sevgilerimle,