- 1172 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Kırmızı Kapı
Umutla bekliyorum gece gündüz bir kapının arkasında, kapının açılma olasılığını hesaplayarak sabahlıyorum. Kapı; umut demektir çünkü gelen birilerine karşılar. Tabii bir de giden birilerini de.
Ama o kapıyı açacak en az bir el gerekli, çift yürek, yüreklerin hem kapı ardında, hem kapı arkasında birleşmesi gerek. En az bir elin itinayla metal kapının koluna dokunması gerek. Elin son parmakları açarken kapıyı, avuç içinin parmaklara desteği gerek. Gelmek için biraz cesarete, kapıya dokunmak için yüreğe, açmak için de ele ihtiyacımız var. Kimsenin eli yok kapının kolunda, elsiz zamanlarda bileklerimi ağrıtıyorum. Kimse yok kapı ardında bekleyen, yüreği çarpan kimse yok. Umutla kapının açılmasını da bekleyen kimse yok.
Belki de terk edilmiş bir şehirde, kimsenin gelmeyeceği yanlış bir yerde bekliyorum seni. Beklerken en çok kapıyı açmayan bileklerine kızıyorum, sonra bileklerim küsüyor bana, bırakıyor kendini kapının ardında. Kapı koluna tutunmak için, yetişemeyeceğim kadar küçülüyorum sonra, azalıyorum. Oturuyorum ellerimle birlikte, saatlerce, günlerce…
Kapı umut demektir çünkü. Kapıyı terk ettiğimizde umutlarımızın yüzüne kapıyı vurmuş oluruz, umutlar küser bize, sonra, gelmez bir daha. Kimin yüzüne kapı çarpılsa gelmez o kapıya bir daha, bunu bildiğim için terk etmiyorum, kapıyı da seni de. Ama sen eğer gelmezsen kapı küsecek ikimize de. Umutlarımız küsecek, sabahlar küsecek, bileklerim küsecek. Ellerim konuşmayacak benimle. Her kapı yüzüme kapanmış gibi hissedeceğim eğer sen gelmezsen.
Biraz daha fazla umut için kapı zili gerekli, kuş gibi öteninden. Zile uzanacak parmakların yolunu gözleyen bir kapı gerekli ve ikiletmeden zile basabilen cesur bir işaret parmağı.
Daha ne kadar sökülecek umutlarım
Tutunduğum yerden
Dikiş tutmuyor
Ellerim tutmuyor
Hayatla aramda kocaman bir boşluk
Tutunamıyorum
Kocaman bir sökük
Yapışamıyorum yaşamaya
Hep bir yerlerde bir eksiklik
Bir boşluk
İçimin boşluğuna yuvarlanıyorum
Hiçbir şeyin denk gelmediği, doldurmak için, boş zamanlarda dolu şeyler yapıyorum. Dolmuyorum.
Umutla bekleyişimin kaçıncı sabahına uyanıyorum ve kaçıncı kez çalıyor hayalimdeki kapı, sorgulamıyorum, beklemekten yorulmuşların gücünü yaşıyorum, son çırpınışlar bunlar, son düşünmeler, son eylemler…
Bu yüzden en rahat şekilde “biz” diyebiliyorum, hayalimdeki kadar varsın, insanlara kalsa “biz” diye bir şey hiç olmamıştı, olmuyordu. Ama biz vardık, yalnızca birbirimizde ve kendi dünyamızda…
Sen geldin bu şiir hiç bitmedi, içimden kendime sorduklarımı sana soramadım hiç. Bir ömrü şiir aşkına, senin şiirini yazabilmek adına harcayabilirdim. Sen dökülen kelimelerimin hiç dökülmeyen kıvrımlarında yer alıyordun. Çünkü hiç kimsenin dolduramadığı eksikliklere denk geliyordum tam. İşte sırf bu yüzden bir şey olmamıza gerek yoktu seninle, zorlasak olamazdık zaten.
Tüm hayatımı kaplayabilecek kadar özlem biriktirdim, seni sevmeler yetmiyor.
Bu aşkta eski bir kalbim, yeni umutlar taşıyorum. En uzun gecedir ayrılık, en uzak sıcak, en uzun karanlıktır o gün. Hiç bitmeyecek gibi gelir, hayatın içindekileri konuşamadık hiç seninle, hayatın dışındakileri de saçmaladık. İkimiz de bu dünyaya ait olmadığımızı iddia ediyor, yine de burada durmaya devam ediyorduk. Eski bir kapı vardı aramızda, kavuşabilmek için onun yıkılması gerekiyordu, kapı açılmadı hiç, yıkılmadı da. Korkarım, ondan fazla ömrümüz yok burada.
Kapının diğer yanında beklediğini bilmek de sevindirici, kapının açılma ihtimalinden daha fazla. Kapı açılsa bile gelmeme ihtimalin vardı çünkü.
Gelmedikçe kırıldı umutlarım, kırıldıkça umutlar kapı daha da güçlendi, yüzümün yarısı kaldı kapının çıkış noktasında, alamadım. Sen gelmedikçe dönmeyecek yüzümün diğer yarısı, yüzüme. Sen gelmedikçe tamamlanamayacak bu eksiklik.
Bıktı bu kapı beklemekten, biliyorum bıktı. Her gün tozlanmaktan, gidenlerin ardından bakmaktan, izlemekten geçenleri, sokaklardan, soğuktan, üzerine yağan kardan, ıslatan yağmurdan, kabuklarını kurutan güneşten, sıcaktan, ayazdan, üşüdükçe içe giren kemiklerinden… Bir de üzerindeki kırmızı boyadan, ama başka renk olamaz, başka renk bilmiyor, tanımadı başka renk, başka el tanımadığı gibi kapı kolu. Başka bir tür yalnızlık bilmiyor, başkalarının yalnızlığına da yaklaşmadı hiç öğrenecek kadar.
Yalnızlıktı bu; tam tamına yalnızlık. Yarım yamalak gecelerde!
Bir el beklemek ne zordu, bir ses, bir dilenci gibi yalvarmak sokaklara, üzgün gözlerle bakmak sokaktan geçen insanlara, “onu getir” diyebilmek, getiremeyeceklerini bilerek. Ama umut işte, her gün rengiyle yeniden doğuyordu, rengi gibi terk etmiyordu, sokaklar bile gidiyordu akşam olunca. İnsanlar kaçıyordu yağmur yağınca ama o ve rengi hep bu kapıdaydı. Hiç usanmayacak zamanlar bekliyordu onu, yalnızlığı da hiç usanmıyordu, kolları yetişemiyordu uzaktakine.
Umutlar tükendiği sürece çalmaz kapı, eskir dokunmadıkça kolu. Tutunacak yer kalmaz, gidecek yer olmaz. Kapı beklemek içindir ve bu bile umuttur.
Hayatı sorguladıkça çoğalıyor sorular, az soru sorup, çok öğrenmeli ve bolca beklemeli. Perdeleri indirdim, şimdi biraz daha sırlı bu oda ve ben kapıdaki sesi dinlerken, biraz daha kendime yenildim.
Kendim uzaklarda, hiç olmadığı kadar, içimde bir “biz” sonu gelmeyen karanlık ve hikâyesi, ne zaman son vereceğini bilmeyen bir kalem ve ne zaman çalacağı belli olmayan bir zil, kapı beklemekte, eskiyor bekleyen her gibi.
Üç Aralık İki Bin On Üç 17 30
Nevin Akbulut