- 610 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Kasımın ilk sabahı
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kasımın ilk sabahı
Kara kışın, henüz gri sabahlarda ve beyaz cevvalin, henüz bulutların ardında saklandığı günlerden…
Çıkık bileğin ağrıyor. Günaydın. Kalın çoraplarını kaldırdığın kışlık valizine yöneldin şimdi. Yeni bir renk keşfeder gibi gök kuşağında. Geçen kış sonu aldığın ve henüz ambalajları üzerinde iki güzel çift çorabına kavuştun. Mutlusun. Tekrar geri itiyorsun ayağınla yatağın altına o eski kışlık valizini. Biliyorum ki çok değil 10 dakika sonra hırkaların için darmadağın olacak odanın yüzeyine ne varsa içinde…
Merdivenlerin mermerinden seğirtiyor güneş ışığını. İlk gördüğün sokakta, ilk gördüğün insanlar hiç dost canlısı değil. Neylersin mutlu olmaktan ötedir marifet. Bu sabah denizin kokusunu almak istedin sokağa çıktığında. Kediler üşüyor muydu? Öyle araba altlarına toplaşmaları neden? Ne diyordum? Hah deniz kokusu. Doğruya. Bu sabahlar Kasım sabahları işte. Özlemek başka güzel denizi ve tabi kokusunu. Bakma bu gürültüsüne semtin. Öyle tatlı sesler yok artık. Ne pazarcılar, ne simitçiler, ne dolmuş duraklarındaki çığırtkanlar. Varsa yoksa araba kornası, hınçla köklenen gaz pedalı ve lastiklerin çığlığı orada burada. Çocuk sesi duymuyorsun. Eh Kasım sabahları ya, biraz ondandır. Ya da değildir işte orası bildiğine kalmış. Ben mesela en çok kuş seslerini özlüyorum. Belki martıları değil kızma ama orman kuşlarını, ağaç güzellerini…
İşe mi okula mı bugün? Düşünme artık ‘kadife pantolonu mu giysem daha güzel olurdu’ diye. Daha güzel olma zaten. Ah doğru. Bugün Kasımın ilk sabahı… Alacalar giyinmişsin ne hoş. Hani böyle kağıda döksen ahengi olmayan renkler var ya. Giyinmişsin. Uyum sağlar gibi bir serçe doğaya. Tam yerindesin güzelliğinin. Hani öyle desem yeri var.
Tarihlerle aram iyi değilse de sık sık değiniyorum bu ara. Elim ermiyor pazartesilere. Hep bir Perşembe kumkuması. Bir Salı gerginliğindeyim. Kağıdım ve kalemimle seni arıyorum çizmek için. Belki yazmak şiirim için. Gözlerin iri biliyorum. Kirpiklerin uzuun. Ama ne renk versem gözlerine bilemiyorum. Her sabah giyindirip ellerimle salıveriyorum sokağa seni rengarenk. Lakin ne koysam adını yetmiyor. Öyle güzel ol istiyorum ki sadece benim görebileceğim zaviyede. Sesini düşünüyorum da duyamıyorum. Notasını tınısını benden almasın diyorum. Bir telaşın sesi olsun konuştuğunda. Duyduğumda sürüklesin beni peşi sıra. Çocukluğumdan bir ses gibi. Kumruları duyardım sabahları. Cam kenarında perdeyi açınca yüz yüze geldiğim kumruları. Önce korkardım ama sesleri nasıl tatlı uyandırırdı beni. Sonra peşlerinden koşardım koşardım. Öyle bilmeden yerimi yönümü. Bir mahalleden ötekine. Belki kumru kursağındaki gibi öyle kısık ve güzeldir sesin. Yine de telaşlı olmalı. Yetişecek gibi bir dudağından bir kulağıma…
Kuşluk vakti. Ne çabuk geçer zaman. Kasımın ilk sabahı hızlı ve cansızdır. Yeni nefes almaya başlarmış gibidir. Kediler üşümüyor değil mi? Atkını düşürmüşsün koridorda. Üst komşu buldu sen bilmiyorsun tabi. İtiraf edeyim ben almak istemiştim. Sonra vaz geçtim komşuya karar verdim. Öyle ki ben alırsam elime en iyisini resmetmem gerekecekti. Ne renk verecektim? İpek mi olacaktı kumaşı yoksa örgü mü? Kalacaktım iki arada bir derede. Ne sürsem yakışmayacaktı boynuna. Bir eksik kalacaktı güzelliğinden. Kırılma ama bu kalem ve kağıt bendeyken tanrı benimdir. Ve seversem seni en güzeli olmalısın. Ah çelimsiz kız. O küçük omuz başlarından başlayıp boynunu zorlayan kitaplarda ne yazıyor? Askısı kazayağı ceketinin omuz hizasını yarıyor ortadan ikiye… Şiirler mi bu boynunun veballeri? Yoksa ders kitapların mı alelade? Kızma canım anla işte ders kitaplarını sevmem. Onlarla da ilgili kötü anılarım var. Hiç açmayayım şimdi. Sahi bu kasvetli Kasım sabahı ne bu memnuniyet ifadesi yüzünde? Oysa ki bütün gece bir heykeltraşın nü modeli gibi karşımdaydın. Gözümün tüm ufuklarında ve dahi göz kapaklarımın tuallerinde. Yani çalışmadın sanat tarihi sınavına. Ki en sevdiğin derstir. Öyle olsun canım ne var bunda. O gözlüğünle cebelleşmen hele. Sürekli yukarı itiştirmen yok mu yüzük parmağınla. De bakalım içimden geçen kadın ne bu şirinlik? Gel yanaş bakalım. Biraz da masumiyet zerk edelim edalarına. Seni öyle güzel nakşetmeliyim. Zamanımız doluyor. Bakma, bu kağıt ve kalem bende olduğu sürece tanrı ben değilmişim aslında. Tek başına bir dünya burası. Bu kağıt ve kalem tanrısını aramıyor mu sencede? Ya ben seni yaratacağım ya sen benim yaradanım. Güneş dönüyor çelimsiz ve aksak. Sona eriyor bu tropika…
Kasım sabahın bitti kadınım. Kediler. Güneşe çıktılar. İşçiler artık rutine döndüler. Öğle molası. Kayboldu kahvaltının mutlu ve demli sıcağı. Ve deniz süründü tüm mavisini göz alıcı. Kasım seni yaratmak içindi bu sabah. Sen dışarı çık diye kağıttan kurşundan. Sabah bitti bugünlük. Sende çık ve evine git artık.
İlker Ertürk