- 2546 Okunma
- 21 Yorum
- 4 Beğeni
SAMİME'YE MEKTUP-
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
’Bir İlkbahar sabahı güneşle uyandın mı hiç? Çılgın gibi koşarak dağlara uzandın mı hiç?’ Diyordun o billur sesinle Sevgili Samime
Ah be Samime Sanay. Senin yüzünden az mı kavga etmiştim eşimle. ’ Şu kadına duyduğun sevginin onda birini bana karşı duymuyorsun ’ derdi. hep. Anlatamadım bir türlü senin hayallerim , onun ise gerçeğim olduğunu. Seni şarkılarda onu ise gerçeklerde sevdiğimi.
O şimdi yok. Ben de oturmuşum bilgisayarımın başına, kaybettiğim şeytanın yerine ilham perileri bekliyorum ki bir iki dize şiir ya da bir iki satır yazı yazayım diye. Müziksiz de olmaz tabii ki. Ve sen söylüyorsun: ’Bir İlkbahar sabahı güneşle uyandın mı hiç? Çılgın gibi koşarak dağlara uzandın mı hiç?’
Bir İlkbahar sabahı güneşle uyandım mı hiç?
Çok uyandım be Samime...Çok uyandım da çılgın gibi koşarak dağlara uzanamadım hiç biliyor musun? Tabii ya...Nereden bileceksin ki benim koşamadığımı.
Neden mi? Neden olacak. Ayağım sakattır benim o yüzden. Bırak çılgın gibi koşmayı, akıllı uslu bir şekilde yürüyerek bile dağlara çıkamadım hiç. Hani isyan ediyorum sanma. Hiç olmazsa gördüm Ağrı Dağını, Erciyesi, Uludağ’ı, Hatta biliyor musun Afyon’daki Akdağ’a bile gittim arabayla. İzmit’in Çene Dağından, Kartepe’sinden az mı buz gibi sular içtim.Raman Dağında petrol kuyularını bile gördüm vallahi. Buna da çok şükür. Oraları hayatları boyunca - gitseler bile- göremeyecek o kadar çok insan var ki bu dünyada.
Biliyor musun Samime? O dağlara çılgın gibi koşarak uzanamayacak, koşsa bile göremeyecek, görse bile o dağlardaki bülbüllerin, atmacaların, kekliklerin, dağ yamaçlarında meleşen kuzuların seslerini hiç duyamayacak insan sayısı o kadar fazla ki şaşarsın.
Dahası da var.Hani bazı insanlar senin şarkılarından hiç olmazsa hayal eder. Mesela ’Koklamaya kıyamam, benim güzel manolyam ’ dersin ya. Hah işte o zaman gözleri görmeyen biri dalar hayallere ve hayallerinde kendince bir manolya çizer, hayallerinin renkleriyle boyar onu. Hoş bilemem gözleri görmeyen bir insanda renk mefhumu var mıdır ama olsun, neticede kendince bir şekil ve renk verir manolyoya. Peki senin şarkını duysa bile hiç bir şey anlamayacak, hiç bir hayale dalamayacak olanlar var onları da biliyor muydun?
Mesela benim bir oğlum var böyle. Tam yirmi iki yaşında şu anda. Bu güne kadar bir çiçeği eline alıp da kokladığına şahit olmadım. Bir kaç defa verdim eline, ya kaldırıp attı ya da yapraklarını ağzına atıp çiğnedi, tadı hoşuna gitmeyince de öğürdü durdu. İşte bu oğlum ne dağlara çıkabilir, ne manolya koklayabilir. Hayal kurup kuramayacağını bile bilmiyorum. Bir soru soracağım sana ama miden kalkmasın. Kakasını yüzüne, gözüne bulaştıran biri sence hayal kurabilir mi? Ne dersin? Ya da şarkılardan fal tutabilir mi ikimize kaç kere?
Hani diyorsun ya ’ Ben sana mecburum ’ Ah be Samime...Bu memlekette o kadar çok ki bir başkasına mecbur olan... Yahu ben bile, ben bile çok yüksek bir merdiven basamağını çıkmak için birilerine mecburum. Birileri ellerimden tutmasa inemiyorum da çıkamıyorum da.
Geçenlerde bir delikanlı ile tanıştım. Hani derler ya tam manasıyla bir aslan parçası... Teröre iki kolunu birden vermiş. Bir kıza deliler gibi aşıkmış kollarını kaybetmeden önce. Kız ona, o kıza hep ’ Ben sana mecburum ’ Derlermiş. Delikanlının iki kolu birden kopup da artık kızı saramaz olunca kızdaki mecburiyet kalkmış. Buna ne dersin?
Şimdi sen söyle sevdiği kız da dahil daha nice kızların hayatı ve namusu için kollarını kaybeden o aslan parçası mı özürlüdür ki hep ona özürlü diyorlar? Özürlü ha? Kimden özür dileyecek peki? Özrü ne yahut da?
Yaklaşık bir sene kadar öce... Tekerlekli sandalyesinde kağıt mendil ve su satan bir genç gördüm bir gün. Acıdım zavallıya. Öyle ya ben de sakatım ama sırtımı dayamışım devlete, her ay çatır çatır alıyorum maaşımı. Yani onun gibi bir ekmek parası için -ölümü göze alıp- dalmamışım kalabalık trafiğin içine. Acıyorum zavallıya(!)...Neyse...Çıkarıp bir lira verdim. Sordu bana ’ Abi su mu ? Kağıt mendil mi hangisinden vereyim?’ Cevap verdim: ’ Kalsın ’ Paramı geri uzattı. ’ Abi sen de böyle yaparsan ben başkalarına ne diyeyim ki? Sen bile bir sakat olduğun halde beni dilenci yerine koyarsan ben derdimi kime anlatacağım’ O kadar utandım, o kadar mahçup oldum ki, hani o anda yer yarılsa da içine girsem çok daha iyi olurdu.
Ben utandım da Samime ona son model arabalarıyla korna, klakson çalıp tarfiği engellediği için ana avrat küfredenler, sonra da hızla üzerine araba sürüp ezip geçenler, ’ Şurada bir vatandaş, hem de sakat bir vatandaş can çekişiyor’ Demeyip arabalarıyla basıp gidenler hiç mi hiç utanmadı Samime...Hiç mi hiç utanmadılar... O sakat delikanlı özürlü olarak öldü gitti. Özürsüzler de o akşam hiçbir özürleri olmaksızın (!) oturdular sofralarına, hiç bir özürleri olmaksızın (!) girdiler yataklarına ve derin bir uykuya daldılar hiç bir özürleri olmaksızın.
Ah Samime..Hep diyorsun ya ’ Bir sevgi istiyorum.’ Evet ben de bir sevgi istiyorum. Halimi anlayacak, derdime katlanacak, benimle ağlayacak, bir sevgi istiyorum. Vallahi başka bir şey istemiyorum.Çünkü biliyorum ki sevgi ile aşılacaktır engellilerin önündeki tüm engeller.
Eğer sevgi olursa, mesela sağlam insanlar, bizim için yapılmış asansörlerin önünde kuyruk olurken bizler ’ Bir yadımcı olur musunuz? ’ Diye tekerlekli sandalyelerimiz içinde bizi merdivenlerden indirmesi için insanlara yalvarmayayacağız.
Eğer sevgi olursa belediye otobüslerinde yaşlı, hamile ve sakatlar için ayrılmış koltuklara gencecik kızlar, erkekler oturmayacak. Oturmuşlarsa da kalkıp yer verecekler. Ama nerdeeee..Bırak yer vermeyi poşetlerini çantalarını bile kucaklarına almıyor da o kultuklara koyuyorlar. Bu arada o kadar şaşırıyorum ki. Haydi kızları anladım da memlekette ne kadar da çok hamile erkek varmış. Belediye otobüsüne bin de gör bir gün istersen.
Eğer sevgi olursa eminim hiç kimse gözleri görmeyenler için tahsis edilmiş sarı bantların üzerine araba park etmeyecektir.
O yüzden evet ben de bir sevgi istiyorum. Öyle bir sevgi ki güneşi doğdursun ve dünyamı doldursun...Öyle bir sevgi olursa kalkar bu engeller ancak.
Peki yok mu öyle bir sevgi? Hiç mi kalmadı?
Var Samime var...Var da o kadar az ki? Antalya’lı Gülsüm Kabadayı var mesela. Üç tane aslan gibi oğlu olmasına karşın bir hastane bahçesinde bırakılan ve uyruğunu dahi bilmediği tamamen felçli bir çocuğa senelerdir annelik yapan...Var da dediğim gibi sayıları çok az. Bu güneşi doğduracak, dünyayı dolduracak sevgiyi arttırmak lazım ama nasıl bilmiyorum.
Velhasılı kelam ’ Söyleyemem derdimi kimseye’ Diyorsun ya. Ben de söyleyemiyorum derdimi kimseye çünkü ne ağlasam sesimi duyan var ne de mısralarıma dokunan gözyaşlarıyla.
Yazdım işte bir şeyler kusura bakma. ’Kederden mi neden bilmem’
3 ARALIK DÜNYA ÖZÜRLÜLER GÜNÜ MÜNASEBETİYLE YAZDIĞIM BU YAZI DOLAYISIYLA ÖZÜR DİLİYORUM
YORUMLAR
Gönül dostum muhterem Hocam selamın en bereketlisi,en güzeli üzerinize olsun.
yazınızı bir çırpıda okudum.dalmışım ...
bitince fark ettim niçin kısa kestin diye hayıflandım sana.
acıtan farklı boyuttu anlattıkların.
kaslarım gerildi,alnımın ortasına mıh gibi bir ağrı saplandı.
tuhaf bir duygu sardı bedenimi.bildiğim şeyler gözümün önünde canlandı
bir değil bir kaç defa daha ürpertilerden sıcaklıklar oluştu .
akıp gitti hayıflanırcasına.kahır mı ,sitem mi, toptan bir başkaldırımı yoksa bir isyan mı bilemedim.
nisyanlara müptela aklımın tüm mevzileri sarsıldı.
üşüdüm,buz kesildi hücrelerimin tüm çeperleri
"bir sonbahar gecesi çılgın gibi koşarak
yazıya sarıldım ."
bir dostun ,dostluğunun sıcaklığıyla ısınmak istedim
hissetmek istedim ,dem dem,lahza lahza, hece hece
iyi ki varsın hocam ,bizi avutacak yazılarına ,gönül sıcaklığına muhtacız.
bizi yoksun bırakma...
Allah'a emanet ediyorum.
Allah yar ve yardımcımız olsun.Kal sağlıcakla.
(yazını facebook ta paylaştım sevgili hocam)
redfer tarafından 12/3/2014 2:26:52 AM zamanında düzenlenmiştir.
çok çok çok güzel ....her cümle altınlar değerinde çünkü her söylenen duygudan sevgiden iyilikten söyleniyor.
şu yukarıda yazdıklarınız hepimizin istedikleri ve özledikleri.. umarım tüm sevgiler ve tüm iyi kalpler bir takım kurar ve tüm pas tutmuş kurumuş sevgileri canlandırır.
kötüler sınıfta kalsın.!
sevgi kazansın.!
hayat bayram olsun.!
“Velhasılı kelam ’ Söyleyemem derdimi kimseye’ Diyorsun ya. Ben de söyleyemiyorum derdimi kimseye çünkü ne ağlasam sesimi duyan var ne de mısralarıma dokunan gözyaşlarıyla.”
http://www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=54971
Bekâra karı boşamak kolaydır derlermiş ya, bu yüzden ne desek size boş gelir. Veya şöyle diyeyim damdan düşenin halinden damdan düşen anlar. Bu yüzden sizin için en fazla dua edebilirim diyorum hocam. Lakin sizin duaya muaya ihtiyacınız yok şükrolsun, Mevla’m verdikçe vermiş verdikçe vermiş.
Naçizane yorum niyetine kabul ederseniz yukarıda linkini verdiğim, hemen hemen konu ile alakalı eski bir yazımı paylaşayım bende.
Bu konuda sizin kadar olmasa da yaklaşık altı yıldır şerbetliyiz, anlayacağınız. Gülmeyin de bir şey diyeyim, “ördek” nedir bilmezdim. Ooo şimdi sonda bile takabiliyorum babama. Banyosuydu, sakalıydı derken günler geçiyor işte. Şükrolsun yumurtalarını tıraş ederken birazcık zorlanıyoruz o kadar :-)
Samimi olarak dualarım sizinle hocam.
Yazı için tebrikler
Selamlar, saygılar
Yazıda dikkatimi çeken görme engelli birinin renk,görüş ile ilgili algısından bahsetmek istiyorum.Görme engelli edebiyat öğretmeni bir arkadaşım navigasyonumdan çok daha iyi yol,yön bilgisi ile beni hep doğru yola çıkartmıştır.Görmediği halde nasıl bir içsel görüş sistemi varsa dalış yapıyor, kürek çekiyor ve görme engellilerin yaptığı özel bir spor var sanırım goolball onunla ilgileniyor.Ve daha beni ve çevresindeki herkesi hem şaşırtan hem son derece sevgi ve saygı duyulmayı hak eden çok özel bir insan.Bu sadece tek bir örnek ve bu örneklerden o kadar çok ki.Engelli olmak belki şeklen farklı olmak ve fiziken sağlıklı insanların zorlandığı yerlerde daha çok zorlanmak demek ki bu da bir nevi engellenmenin sonucudur.Engelliler için yollar,binalara girişler, hayatın özellikle eğitim,sağlık, iş hayatı gibi elzem alanlarında kendilerini ifade etme imkanları sunulmazsa bu onların değil engelleyenlerin engeli olur.Sevgili Samime neyseki güzel gelişmelerde oluyor.Yollar, binalara girişler ve diğer alanlardaki engellellilerin farkındalığı ve onlara özel düzenlemeler yapılmaya başlandı.Yalnız en büyük eksiklik zengin babanın oğluna oyuncak alıp onunla oynamaması gibi bir şey.Gelip bizimle oynayın istemiyoruz tabiki.Sadece düşüncedeki o engelli yapamaz, başaramaz ön yargısını, engelli olmak çok ütopik bir şeymiş gibi acıyan o bakışlardan da kurtulmak gerek.Düşüncedeki engelleri ne zaman aşarız ben o zaman engelliler günü kutlu olsun diyebilirim.O zamana kadar ben sadece bu tatil gününün keyfini çıkarıp duygularımıza tercüman olan bu güzel yazıyı ve değerli abimi kutlarım.Sevgi ve selamlarımla.
3 Aralık Dünya Özürlüler Günü Münasabetiyle yazdığım '' Samime'ye Mektup '' Başlıklı yazımı Günün yazısı olarak seçen sitemiz yönetim ve seçki kuruluna, Bu yazımı okuyarak yorum yazan can dostlarıma, -yorum yazmasa da okuduklarını bilidiğim- Diğer site arkadaşlarıma çok çok teşekkür ederim
Merhaba Hocam, yazıyı sindire sindire okudum ve ne yorum yazacağımı bilemiyorum. Gerçekleri olduğu gibi yazmışsın bizlere söz kalmamış.
Engelliye ve hamile bayanlara da saygı kalmamış.
Engellileri bir günle anmayı reddediyorum, Engel bir günde kalkıyor mu insandan?
Engelliye, engel olmayalım yeter diyor kalemini kutluyorum.
saygılar
//3 ARALIK DÜNYA ÖZÜRLÜLER GÜNÜ MÜNASEBETİYLE YAZDIĞIM BU YAZI DOLAYISIYLA ÖZÜR DİLİYORUM //
Engellilerin sadece özel günlerde hatırlanarak,toplumun engelli bireylerin farkında olmaları ve sorunları ayrımcılık,istihdam,eğitim ve erişimdir denilmemelidir.Engellilerin eğitime katılmaları ve istihdama
dahil edilmeleri durumunda gerekli verimin alınamayacağı ve diğer insanlarla uyumlu çalışamayacakları
ön yargı düşüncesinin kaldırılması gerekliliğidir.Engelliler toplumdan acıma değil anlayış bekliyorlar.
Her şey insanlar içindir o zaman engelliler için üzülmeyi,acımayı bırakıp neler yapabiliriz diye düşünülmelidir.Acı düştüğü yeri yakıyor sadece yanındaki aile bireyleri günlük yaşamda onların çektiği sıkıntıları yaşıyor,hissediyor,duyumsuyor.Kendinize nasıl davranılmasını isterseniz o şekilde empati kurmak zor olmasa gerek.Aslında çok fazlada bir şey istemiyorlar sevgi ve saygınızı yüreğinizi açarak göstermeniz yeterli.Engelli bireylere yardımcı olmak istiyorsak onlara acıyarak yaklaşmak yerine Konfiçyus'un dediği gibi onlara balık verme yerine,balık tutmayı öğretmeliyiz.Engelliler de beceri ve yetenekleri doğrultusunda iş imkanı sağlanırsa üretken ve verimli hale gelebilirler.Her engellinin aynı imkan ve aynı yaşamı olmuyor.
Yaşam standartları iyi olanlar ,bir nebzede olsa hayata tutunmaya çalışıyor.Ama,yaşam standardı iyi olmayan bir engelli bireye,engeline başka engeller de ekleniyor.Yorumuma her sağlam insan bir engelli adayıdır diye bitirmek istiyorum ve engellilere yaşamlarında birer engel daha koyulmamalı ve yaşamlarını südürebilmeleri için yardımcı olunmalıdır diyerek yazdığım için özür diliyorum.Gözlem yazınızı ve duyarlı
yüreğinizi kutluyorum.Saygı ve selamlarımla...
sustummmmmm....hani cahilim deme demiştiniz ya......düşenlerin elinden tutamadıgım için.kimsesizlerin kimsesi olamadıgım için kendimden utandım....akdeniz gibi çoşup çaglıyan yüregim..her zaman konuşmak için bir şeyler buldugum dilim sustu....sözler aciz kaldı be sami hocam .....ne diyem ..bu anlatıp yazdıklarınızı yaşamayan bilemezkii.....asıl engelli biziz.....yaşarken farkında deyiliz.sonrada ahh..keşkeler işe yaramıyor..duyarlı gönlünüzü kutlar saygı ile selamlarım
Değişik bir yazı.
Bilgisayarın başına oturup,
öyle çatır çatır yazı döktürmek,
sanıldığı kadar kolay ir iş değil.
Konuyu bulmak, işlemek, sonuca bağlamak zor iştir, zor...
Yazıyı ilgi ile okuduk.
Bu arada,
üç günlüğüne Türkiye'deydim...
Bir günlüğüne de İstanbul'a gittim.
Kadıköy meydanında gezdim tozdum biraz ama,
ne yalan söyleyeyim,
aklıma hiç gelmedin hocam.
Yanımda eşim vardı.
Yazılar yazdığımı bilmediği için,
o yanımda olduğunda, bu yazı işlerini tamamen unutuyorum.
Orada kitap satan pasajlar var.
Gitmişken bir kitap aldım oradan.
1288-1924 Türk İmparatorluğu adı.
Yabancı bir yazar.
tarihe, yabancı bir yazarın gözünden bakmak istemişimdir hep.
Adamın bir sövmediği kaldı padişahlara.
Fatih'i bile oğlancı yaptı resmen...
Hiç bir zaman verdiği sözlere sadık kalmamıştır diyor.
Mesela,
Trabzon Pontus hükümdarı David Komnenos, Fatih ile anlaşmış ve Trabzon'u teslim ederek İstanbul'a gitmiş.(Canına, ailesine ve malına dokunulmayacağına dair.) İstanbul'da, kısa süre içinde hepsi öldürülmüş.
Bunun gibi bir çok konu.
Siz bu işe ne diyorsunuz?
Tarih bizleri yanıltıyor mu?