3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1425
Okunma

Yaşam çarkımızda dönerken, zaman zaman bu dünyada en çok kimi seversin sorusuna maruz kalmayanımız yoktur. Genellikle ilk aklımıza ailemiz gelir. Kimimiz annemizi, babamızı, eşimizi, çocuğumuzun adını söyleriz. Bazen de dilimizdeki en sevdiğimizle, yüreğimizdeki en sevdiğimiz farklıdır. Kimseler bilmeden kimseler duymadan. Belki de dile gelip söylense gerçekler, önyargılar, kin, öfke, kırgınlıklar ikili ilişkilerimize zarar verir.
İşte bu soruyu bilgenin birisine sormuşlar. Bu dünyada en çok kimi seversin diye. Bilge hiç düşünmeden “ ben en çok terzimi severim” demiş. Soruyu soranlar şaşkınlık içerisinde hayretler içinde, “ aman üstat, sen ne diyorsun, dünyada o kadar çok seveceğin insan varken, terzi de kim oluyor, neden terzi” diye sorarlar.
Bilge, “ Arkadaşlar ben terzimi çok severim. Çünkü ben ne zaman elbise diktirmeye gitsem, her defasından benim yeniden ölçümü alır, sil baştan işlem yapar. Yani bir kez benim hakkımda karar vermez. Oysaki hayatımdaki diğer insanlar bir kere karar verir ve beni önyargı cehenneminde yargılarlar. Bana hayatım boyunca hep aynı gözle bakarlar” diye yanıt vermiş.
Peki nedir bu önyargı dediğimiz beynimize, benliğimize yapışan şey. Önyargı / peşin hüküm, çok acımasız kavramlardır. Bu duygu ta çocukluk dönemize kadar iner, yetişkinlik evremizde bizle beraber büyür şekillenir. Önyargı duygusu, yetişme tarzımızla, çevresel faktörlerle, kültürel değerlerle, farklılık gösterir zaman zaman. Bazen din, dil, ırk, hatta cinsiyetimiz bile önyargı cehenneminden nasibini alır. Farkında olmadan, yanlışlığına aldırış etmeden, birde bu düşünceleri başkaları ile paylaşırız. Önyargılarımıza bir başka boyut kazandırıp, üstüne üslük bir de karşımızdaki insanı inandırmaya çalışır, yeminler ederiz. Bu da yetmez, gözümüzle görmüş gibi bir de yeminler ederiz. İşte o zaman sahip olduğumuz, içimizi kemiren önyargı, şekil değiştirip iftira olur, büyük günahlar kapsamına girer.
Yaşamımız boyunca birçoğumuz önyargı halkasından nasibimizi almışızdır. Bölgesel farklılıklarda doğudaki vatandaşın batıdaki insana, batıdakinin doğudaki insana önyargısı olmasa, babamın tabiri ile “ kurtla kuzu bir otlar”. Ne kin kalır ne nefret, herkes varoluş gayesinin peşinde koşar, daha mutlu bir yaşam sürer. Bazen yırtık bir pantolon, ya da başı açık, bir insan hakkında verdiğimiz peşin hükümden sonra onu namaz kılarken gördüğümüzdeki şaşkınlıkla utanırız. Bazen de hacı, beş vakitli namazlı birinin, dünyanın en mükemmel insanı olduğunu düşünürken, bir gün gelip o kişinin annesinin, babasının hakkında kötü evlat olduğunu duyduğumuzda düştüğümüz hayal kırıklı…
Kendimizle ilgili yanlış bir değerlendirmeye asla tahammül edemezken, başkaları için bu yöntemi bu kadar içimiz rahat kullanabilmemiz ne kadar şaşırtıcı değil mi? Önyargılarımız bizim hayatımızı büyük ölçüde kolaylaştırırken, başka insanların hayatlarını aynı oranda zorlaştırır. Karşımızdaki kişi bize ne kadar önyargılı davrandığımızı anlatmaya çabalarken , biz çoktan konu ya da kişi hakkında “ karar vermiş olmanın dayanılmaz hafifliği”ni yaşamaya başlarız..
*
Bir zamanlar dört oğlu olan bir bilge kişi varmış. Çocuklarına acele ve erken karar vermemelerini ve önyargılı olmamalarını öğretmek için onları eğitmek istemiş. Her birini sırayla uzak bir yerde bulunan ağacın yanına gidip, AĞACA bakmak için göndermiş. İlk oğlan kışın gitmiş, ikincisi İlkbaharda, üçüncüsü yazın, sonuncusu sonbaharda gitmiş. Sonra bir gün hepsini bir araya toplamış ve ne gördüklerini sormuş. İlk oğlan ağacın çirkin, yaşlı ve kupkuru olduğunu söylemiş. İkinci oğlan, “Hayır yeşillikle doluydu ve canlıydı” demiş. Üçüncü oğlan başka fikirdeymiş, “Çiçekleri vardı ve kokusuyla görüntüsüyle o kadar muhteşemdi ki, daha önce hiç böyle bir güzellik görmemiştim” demiş. Sonuncu oğlan, hepsinin de haksız olduğunu ve ağacın meyvelerle dolu, canlı ve hayat taşıyor olduğunu bildirmiş.
Yaşlı adam oğullarına hepsinin haklı olduğunu söylemiş, çünkü hepsi farklı mevsimlerde bu ağacı görmeye gitmişlermiş. Onlara; “bir ağacı veya bir insanı, kısa bir süre veya bir mevsim tanıdıktan sonra yargılayamayacaklarını ve neye sahip olup olmadıklarını güzelce anlatmış
Dinlemeden, düşünmeden, tanımadan sadece bir anlık düşünce zıplamalarıyla ya da çağrışımlarla yargılar, hüküm veririz.. Belki de böylesi daha kolay olduğu için. Zoru seçmeyiz. Çünkü bir insan ya da bir olay hakkında düşünmek, o kişiyi tanımaya, yaşadıklarını anlamaya çalışmak dünyanın en zor ve en fazla zaman alan işlerinden biridir…
Unutmayalım ki Yüce Yaratan bile insanı yaşamının son anına kadar yargılamıyor…
Sağlıcakla önyargısız anlar diliyorum
Birgül OTLU