- 860 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
AYVAYI YEDİN!
Ruh ve beden...
Beli bükülür bedenin, ruhun ağırlığı çökertmiştir omuzları...
Bedenin dinginliği mi ruhu dimdik ayakta tutar,...
Ruh ulu bir çınar gibi başı yükseklerde bakınca mı?
Beden yaşına rağmen genç durur, adeta yıllara meydan okur...
Hangisi gizlidir... Bedenin arkasında bir yerlerde ruh mu? Her an yaşamakta.
Vücut bir nesne, araç, gereç mi?
Sadece acaba...
Asıl olan ruh mu? Beden mi?
Çok albenili bir hediye paketi ve içi boş. Alalade bir kağıda sarılmış ufak bir kutu ve içinde tek taş bir yüzük...
Beden ne kadar güzel olsa, ruhun çirkinliği yüzüne vurur ve çirkinleştirir mi o güzel simayı...
Kötülükle beslenen ruh, kusar mı? tüm çirkinlikleri tek tek... içinde bulunduğu bedenin suratına. Onun içindir belki, nursuzlaşmış derler ya! Nur olmayınca kapkara kararıverir işte ruhun maskesi...
Yoksa bedenin yaptığı cümle günahlardan mı? Ruh ekşir kokar...Genç bile olsa beden :
’’ Senin için çökmüş be kardeşim ... Derler.
Ve bazen söyleniriz :
’’ Yaşım genç ama ruhum yaşlı ’’
Bize kısıtlanan hayat sıkktıkça, ruhumuz mu? Daralır...
Ruhumuz daraldıkça bedenimiz mi? Sıktıkça sıkılır kocaman bir mengenenin arasında... Bedenin başı ağrıyınca mı? ruh bezer, tüm güzelliklerden elini ayağını çeker, vazgeçer yaşamaktan...
Ruhun mu migreni tutar, bedenin mi? Ruhmudur bedenin başını ağrıtan.
Hangisi ölür ecel kapıyı çalınca...
Kabirde kemikler mi ? Çürür ...
Ruh!
Yürür gider mi ?
Beden,teneşir tahtasında boylu boyunca uzanmış yatarken...
İçi paralarla dolu bir kumbara...
Kumbara mı?
İçindekilerinden alıyor değerini. İçindekiler olmadan ne kadar eder değeri...
Kumbaranın içinden çıkınca liralar, değerini kaybeder mi? Kumbara kaç kuruşluk bir nesne, belki bir pilastik maymuncuk, belki bir tenekecik...
Altın dolu bir testi,kırılınca etrafa saçılan altınlardır bizim aklımızı başımızdan alan... Testi topraktan oluşan bir nesne.
Bedenin güzelliği mi bizi aşka düşüren. Gece gündüz hayalimizden gitmeyen. Kimi zaman yataklara düşüren, kimi zaman dağları deldiren, kimi zaman çöllere düşüren...
Ruhu güzel olmayan için kaç gün gözyaşı dökeriz. Kaç aşık pişman olmamıştır, yüzü güzel olup huyu güzel olmayana deliler gibi sevdalandığına...
Nedir bu rağbet geçici güzelliğe...
Boşa söylenmemiş:
’’ Yüzü güzel olana 40 gunde doyarsın.. huyu güzel olana 40 yılda doyamazsın... ’’
İşte Necip Fazıl Kısakürek inciler :
AIdığımız nefesi biIe geri veriyorsak, hiçbir şey bizim değiI.
Sustum ! Birikti yanakIarıma aIfabe.
Ya iIahi ya rab sükutumu en güzeI duam eyIe!.
ZıtIar arası ahenk, af ve günah yarışta..
Patıska kefen çürük teneşir işIi kazan. Minarede “öIü var!” diye bir acı saIâ.. Er kişi niyetine saf saf namaz.. Ne aIâ! BöyIedir de öIüme kimse inanmaz hâIâ! Ne tabutu taşıyan ne de toprağı kazan..
EIindeyse zamana, dur, geçme diye dayat.! Bir sigara içmekten daha kısa bu hayat...
Patıska kefen, çürük teneşir, işIi kazan.
Minarede “öIü var!” diye bir acı saIâ...
Er kişi niyetine saf saf namaz...
Ne aIâ! BöyIedir de öIüme kimse inanmaz hâIâ!
Ne tabutu taşıyan ne de toprağı kazan...
Necip.Fazıl.Kısakürek
.....................................
İki kafadar; akşama kadar gezmedik yer bırakmamışlar. Aynı mahallede büyümüşler, aynı okulda okumuşlar. Hemen her gün birliktelermiş. Görüşmedikleri gün sayısı, yok denecek kadar azmış. Beraber yer içerler, yedikleri içtikleri ayrı gitmezmiş.
Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş derler ya, bu iki arkadaş da aynen öyleymiş. Canları ne isterse onu yaparlar, elde avuçta ne varsa; vur patlasın, çal oynasın günlerini zevk_i sefa ile geçirirlermiş.
Çoluk çocuğa karışmak fikrine de hiç bir zaman sıcak bakmamışlar. Her ikisi de sorumluk altına girmek istemedikleri için, evlenmemişler. Özgür bir yaşam tarzı olarak düşündükleri bekarlık hayatı, onlara daha cazip gelmiş.
Böyle yaşayıp dururlarken, arada bir tefekküre daldıkları da olurmuş hani. Bir kaç dakika süren o nadir anlarda, kendi kendilerini, sorgulayan bir ruh haline bürünürlermiş.
"La arkadaş! Biz böyle günümüzü gün ediyoruz. Her şey iyi hoş. Kafamız da iyi...
"Ama, ya Ahiret diye bir yer varsa? Ufak ta olsa bir ihtimal var, ne kadar hoşumuza gitmese de! Sevapmış, günahmış, hiç alakamız yok...
"Halimiz ne olacak bizim?
Derler, sonra aynı hızla devam ederlermiş, günlerini gün etmeye. Şu söz; tam da, bu iki gencin yaşama bakış felsefelerine göreymiş.
"Hızlı yaşa, cesedin yakışıklı olsun"
Nitekim sorular ve cevaplar hep aynı olurmuş. Böyle düşünmek daha çok işlerine gelir, hayata bakmak için de daima "at gözlüğünü " tercih ederlermiş.
"Aman ya! Bu dünyaya bir daha mı geleceğiz?
Diyerek, aslında kendilerinin de tasvip etmedikleri, bahanelerin arkasına gizlenirler, kendi iç seslerini susturduklarında tüm meseleler çözülmüş gibi, sahte bir huzura kavuşurlarmış. Aslında hiç olmayan bir huzur. Kafasını kuma gömen.
"Deve kuşu misali...
"Belki de ahiret diye bir yer yoktur! Diye de kendilerini teselli ederlermiş.
"Boşu boşuna heba mı edelim yani; şu güzel ömrü?
"Boş ver kanka, biz eğlenmeye bakalım" derlermiş.
Böylece, günler,aylar, yıllar su gibi akıp geçmiş. Yaşları kemale erse de, ruhları hep çocuk kalmış. Hiç büyüyüp olgunlaşmamışlar.
Bir caminin önünden geçerken, namaz için koşuşturan insanları gördüklerinde çok eğlenirlermiş. O insanların, telaşlı halleri çok saçma görünürmüş onlara.
"Bak bak!
"Cennet varsa da, zaten bunlardan bize yer kalmaz ki." diyerek dalga geçerlermiş...
Alkol aldıklarında, sokaklarda nara atarak sabahlara kadar dolanırlarmış.
"Yaa arkadaş! Bizim bu halimiz ne olacak? Gülüp oynuyor, gezip tozuyor, sabahlara kadar içiyor, akşama kadar yatıyoruz.
"Ne anne baba duası alıyor, ne de fakir fukara sevindiriyoruz! Yarı ayık, yarı sarhoş böyle konuşurlar, ertesi gün de hiç birini hatırlamazlarmış bile.
Bir gün bu iki arkadaşın başına çok kötü bir şey gelmiş. Ölüm hiç haber vermeden, davetsiz bir misafir gibi, aniden soğuk yüzünü göstermiş. Gerçi haber vermiş. Ama bu iki arkadaş kulaklarını ve gözlerini, tüm gerçeklere kapadıklarından, koca bir ömür nasıl geçti farkına bile varamamışlar.
Yani; üç maymunu oynamışlar...
"Giden gitmiş, ama kalanı bir korku sarmış. Tabiri caizse; paçaları tutuşmuş...
Ve sürekli aynı sözleri mırıldanıp duruyormuş.
"Ölüm varmış...!
"Ölüm varmış...!
Arkadaşının tabutu, omzunda; kara kara düşünüyormuş. "Ya Ahiret varsa! Kafasını sürekli bu soru mesgul ediyormuş.
Arkadaşının cenazesi, evinden alınıp cami avlusuna getirilmiş. Çekine çekine girmiş cami avlusuna. Ömrü boyunca ilk defa adım atıyormuş buraya. Çok garip hissetmiş kendini. Hem buraya yabancı hem de buraya aitmiş gibi. Karmaşık duygular içinde, gözleri dalıp gitmiş. Korku ile huzur arası bir ruhi hal içindeymiş. Nedamet hissi ve arkadaşının ölümüne duyduğu keder, sağ tarafını karanlık bir bulut gibi kaplamış. Ve kocaman bir mengene arasında, kalmış gibi daralan yüreği...Çatladı, çatlayacak!
Eski günleri hatırlamış; namaz kılmak için, camiye giden insanlarla dalga geçtikleri, gelmiş aklına...
Arkadaşına bakmış. Tabutun içinde, sessiz sedasız, öyle boylu boyunca uzanmış yatıyormuş. Tabuta yaklaşıp, İyice eğilmiş. Başını ki tarafa yavaşça sallayarak, kimseye belli etmemeye gayret ederek sessizce konuşmuş.
"Oğlum var ya, ayvayı yedin !
"Ya cehennem varsa...
Zindanda iki hece.Mehmed’im lafta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de geri adam,boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed’im!
Kavuşmak mi?..Belki ..Daha ölmedim!
Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım...Bin yıllık konak
Ne ayak dayanır buna ,ne tırnak!
Bir alem ki, gökler boru içinde.
Akıl almazların zoru içinde
Üstüste sorular soru içinde.
Düşün mü,konuş mu, sus mu ,unut mu?
Buradan insan mı çıkar,tabut mu?
Bir idamlık Ali vardı,asıldı
Kaydını düştüler,mühür basıldı.
Geçti gitti,birkaç günlük fasıldı
Ondan kalan,boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...
Müdür bey dert dinler,bugün"maruzat"!
Çatık kaş...Hükumet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş kim eder azat?
Anlamaz;yazısız,pulsuz,dilekçem...
Anlamaz!ruhuma geçti bilekçem!
Saat beş dedi mi,bir yırtıcı zil
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekun içinde yazıl ve çizil!
Insanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik,mintanlarla et.
Somurtuş gibi bıçak,nara gibi tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccademin yönünde şefkat
Beni kimsecikler okşamaz madem
Öp beni alnımdan,sen öp seccadem!
Çaycı getir ilaç kokulu çaydan!
Dakika düşelim,senelik paydan!
Zindanda dakika farksız aydan
Karıştır çayını zaman erisin
Kopuk kopuk,duman duman erisin!
Peykeler,duvara mihli peykeler
Duvarda,başlardan yağlı lekeler
Gömülmüş duvara,bas bas gölgeler...
Duvar,katil duvar yolumu biçtin
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin
Sukut...Kıvrım kıvrım uzaklık uzar
Tek nokta seçemez dünyada nazar
Yerinde mi acep,ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz?
Güneşe göç varda ,kalan biz miyiz?
Ses demir,su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir.
Ne gelir ki elden,kader bu,emir...
Garip pencerecik,küçük daracık;
Dünyaya kapalı,Allah’a açık
Dua,dua eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış
Gözyaşı bir tarla,hep yoncalanmış
Bir soluk,bir tütsü,bir uçan buğu
İplik ki incecik,örer boşluğu
Ana rahmi zahir ,şu bizim koğuş
Karanlığında nur,yeniden doğuş....
Sesler duymaktayım;Davran ve boğuş!
Sen bir devsin,yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa,dimdik doğrul ve sevin!
Mehmed’im,sevinin ,başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin,eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Necip Fazıl Kısakürek
YORUMLAR
-----Oğlum var ya ,sen ayvayı yedin! Ya cehennem varsa...
Hala sorgulayan....Evet bir umut diyor..! Ya cehennem varsa...Bunca samanyolları,yıldızlar,güneşler yaradan ALLAH elbette cennet ve cehennemide yaratmaya muktedir...Sizi içtenlikle kutluyorum...Çünkü;maalesef çoğunluk sizin tanımınıza ölçü olarak uymaya devam ediyor
Ne yazmalı?
İlginç bir hikaye.
Son soru, kendisi için de geçerli tabi ki...
Ya varsa?
Yani,
namazla, niyazla ömürlerini geçirenler,
dünya nimetlerinden faydalanmıyorlar mı?
Bu dünya nimeti dediğimiz şeyler,
meyhane, içki, uyuşturucu, kadın kız ayakları mıdır sadece?
Bu konuda soru işaretleri var bence?