- 920 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
İki yarım bazen tamdır
Geçermiş,
Geçer demişti annem. Büyüyünce geçermiş büyüdüm ve bir şey geçmedi. Anneme biraz kızgın olsam da çok değildi. Kolay geçmeyen şeylere bakıp en sonunda ben kendimden geçtim. Ne kadar sürdü bilemiyorum. Hem kızgın, hem yalnız, hem de beceriksiz buluyordum kendimi. Bu iddiamı çürütecek sağlam delillere ihtiyacım vardı doğrusu. On yedi yaşında ve pek çok şeyin gerisindeydim önümde olan pek çok şeye ise hevesim yoktu. Ailem bir psikoloğa gitmem gerektiğini düşünüyordu. Ben bundan pek emin değildim. Zaten psikoloğa gitmeyi de asla istemiyordum.
Tramvay daydım. Uğultu sesleri arasında bağırıp duran bir yalnızlıktı elimden tutan. O anda karşımda oturan kahverengi saçlı kız, elimde ki kitaba bakıp "o kitap beş para etmez" dedi.
"Sahi mi, okudunuz mu?" dedim
"Hayır" Dedi.
"Peki nasıl bildiniz beş para etmediğini" Dedim.
"Bakışlarından" dedi
"Bu çok garip, neden böyle düşünüyorsunuz" Diye sordum
"Kitaplarla öğrenemezsin, canlı hayat derslerine ihtiyacın var" Diye cevap verdi.
Sonra benimle konuşmasını sürdürdü. onu dinlemek çok hoşuma gitmişti ilk kez böyle biriyle tanışıyordum.
Şaşkındım ve gideceğim yere de gelmiştim. İneceğimi söylediğimde o da burada inmesi gerektiğini söyledi.
Birlikte yürüyorduk en kalabalık bulvarda. Yalnızlığıma dokunan bir eldi belki. Veya ruhuma sokulmaya çalışan isimsiz biri. Bilmiyordum ve bilmenin pek önemli olmadığını düşünüyordum. Adını bile bilmediğim bu kızla bilmediğim bir caddede yürüyordum. Aniden onun adının ne olabileceğini düşündüm. sanki benim ne düşündüğümü biliyormuş gibi
"Mathilda" dedi.
"Benim adım Mathilda"
"Benim adım da mathilda" dedim. Şaşırmıştım.
O şaşırmamıştı hiç. Beklediği bir şeymiş gibi bakıyordu.
Bunca zamandır kendi içinde yaşayan biri olarak bu kıvrak zekalı ne düşündüğümü bilen kızla konuşmak biraz garip gelmişti. Sessiz adımlarımın sahibiydim ve onun yanında büyük kalabalıkların davetsiz ürkek konuğu gibi duruyordum.
Onunla arkadaş olabilir miydim bilmiyordum ama "senle takılmalıyız biraz" demişti az evvel. Sıcak bir görüntüsü vardı tuhaf görünmesine rağmen. Neden beni seçmişti konuşmak için bilmiyordum.
Şişman kalçalı bir kadın önümüzde yürüyordu. Ve kaldırımdaki tüm insanlar bir yerlere gidiyordu şişman kalçalı kadın nereye gidiyordu, bir yönü var mıydı onu da bilmiyorum. Ama Mathilda gidip kadına anne diye sımsıkı sarıldı. Kadın şaşkınlık krizine girecekken, sizi anneme benzettim affedersiniz deyiverdi. ben de annesi olduğunu sanmıştım oysa. Gözlerim yuvalarından fırlamış bir biçimde bakıyordum Mathilda her şey olağan seyrindeymiş gibi yoluna devam etti. "Kadını mutlu ettim gördün değil mi?" Diyordu. Sen delinin tekisin dememe aldırış bile etmedi. Sadece dönüp gülümsedi "Kime göre?" diye yanıt verdi. Aslında doğruydu. Düşünmedim daha fazla.
Tüm cadde üzerime geliyor gibiydi. Annemin kuru temizlemedeki giysileri hazırsa almalıydım.
İşimiz bittiğinde "Deniz kenarına inmeliyim bunca kalabalık beni boğuyor." dedim.
Mathilda hem ardım sıra geliyor hem de makinalı bir tüfekmiş gibi durmadan konuşuyordu.
"Bir plağa benzeyen hayatlarıyla hiç şarkı söylemeyen insanlar tanıyorum biliyormusun?" diyordu.
Ve ekliyordu. "Yalnızlığın değişik şekillerde ki suretlerine öfkelenen biri olarak tüm saçmalıkların gölgesinde arşınlıyordum dün. Ki en son düş kırıntılarımı ucuzluk reyonunda ki tezgahtar kıza kiralamıştım."
--Hey! Sen de istermisin, bence buna ihtiyacın var- Dedi.
Hayır deyince durmadan devam etti. "hayali korsanlarımın olduğunu söyledim ona, meğer kızın tüm aradığı buymuş "Mathilda" dedi. Sen muhteşem birisin!" Diye devam etti.
"Hep bir korsan masalında koşmak istermş. Onun mutlu olduğunu görmek çok iyiydi. Ve "al sana korsan masalı hadi dal bakalım" dedim ve masalı anlattım.
Ben tepkisizce duruyordum hiç cevap vermiyordum. Ciddi sorunları olabilirmiydi acaba?
Çok geçmeden sahil kıyısındaydık hava kapalı ama yağmur yağmıyordu dalgalar epey büyüktü. Onu dinliyormuydum bilmiyorum. Ve beni dinliyormusun demiyor sürekli anlatıyordu. Bu kadar kelimeyi nasıl bulabildiğine şaşkınlıkla bakıyordum.
Kederli görünen gökyüzünde pike atıp duran martıya bakıyordum. Öyle güzeldi ki bunu izlemeyi sürdürdüm. Dönüp duruyordu martı gök yüzünde ani bir hareketle iniyordu suya. Gökyüzü niçin bu kadar griydi bilmiyorum, bu gümüş rengi bulutların altında olmayı ve martıları seviyordum. Sahili de öyle.
Mathilda anlatmaya devam ediyordu. "Biliyorum muhteşem biriyim. Ama tüm muhteşemlğimin arkasında berbat birini saklıyorum. Ve o arada çıkıp bana ve herkese nanik yapıyor. Buna içerlesem de ikimiz bir birini dar günlerde tamamlayan bir bollukta hareket ediyoruz.
Biliyormusun? Ben sylvia plath şiirlerini seviyorsam o sevmiyor ben krem kazağımı seviyorsam o siyah olanı seviyor. Zıt kutupların nihayi karar noktası gibiyiz. Böyle anlaması zor beğenisizliklerin denkleminde kurgusal olmayan bir düzende ilerleyip gidiyoruz."
Durmadan susan benle hiç susmadan konuşan Mathilda iyi bir ikili olmuştuk. Neden buradaydı fikrim yoktu. Gördüğüm en renkli kimseydi ve sanırım oda kaybolmuştu kendisinde...
Günlerce haftalarca Mathildayla yürüdük, koştuk, konuştuk, eğlendik, bazende ağladık. O iyi bir arkadaştan ötesiydi artık hayatımda. Bana göre tuhaflıkları olsa da örneğin sakin olmayı bilemese de, İyi tarafları yok değildi. Çok zekiydi. Bana bazı derslerde yardımcı bile oluyordu. Eğlenceli biriydi. İlk başta ne olursa olsun karamsar değildi.
Durduk yere olmayan köpeğine böğüre böğüre ağlayabilen biriydi mesela. Fön makinasının yorulabileceğini düşünerek dinlendiren tek insandı. Bazen de kaybettiği en iyi arkadaşı için herkesi ağlatan yarı deli biriydi mathilda. Çünkü öyle bir arkadaşı yoktu. Bir arkadaşını kaybetmemişti.
Yetişkin olmaya özenmeyen bir yanı vardı ve o yetişkin olmayan yanıyla önümüzdeki adamın şapkasını düşürebilecek kadar çılgındı.
Kaybolmadığı halde kaybolmuş gibi yapıp yol tarif ettirebilirdi insanlara.
Yağmurda yürümeyi severdi. Atlı karıncalar ilgi alanıydı onlara bayılıyordu.
Onunla hiç bitmeyecek bir şölende gibiydim. Kendi yalnızlığıma bir bahanem olsun diye mi buradaydı bilmiyorum umurumda da değildi. Ama beni çok zor durumlarda braktığı da olmuyor değildi.
Ben kendi gelişimlerimin telaşındaydım bir insan olarak. Onun gelişimden tek anladığı ise önüne gelen beğenisi dışındaki her şeyi baş aşağıya salladırmak veya onun deyimiyle bir tarafını tekmelemekti.
Küskün bir çiçeğe benziyordu. Zehrini dışarı kusmak isteyen bir kaktüs belki. Veya içinde bir yerlerde nadide bir orkide saklı olabilirdi. Kendi düş kırsalında varolan bir ayrık otu olması ihtimali de vardı tabi.
"Üvey babamdan nefret ediyorum" diye bağırarak koşuyordu kumsalda. Kollarını kaldırmış boynundaki fular rüzgarda savrulup duruyordu elindeki sopayı kılıçmış gibi sağa sola sallayıp duruyordu. O kaçığın tekiydi ama onunla vakit geçirmek çok ilginçti.
Mesela okulda, tesadüfe bakın ki o da bizim okuldaydı. Hiç tanımadığım bir Çocuğa "Hey biliyormusun, arkadaşım senden çok hoşlanıyor deyivermişti." Çocuk bir karış açılan ağzıyla mutluluktan sarhoş olmuştu tabii. Onu kolundan çekiştirdim. Hala sesleniyordu çocuğa "onunla iyi bir çift olursunuz dostum ne dersin?" Diye. Çocuğa "arkadaşım saçmalıyor bu doğru değil" dediysem de çocuk beni beğenmişti sanırım. Adım Scoth "hey çıkabiliriz" diye bağırıp duruyordu. Onu duymuyor gibi yapıp Mathilda’yı çekiştiriyordum. "Ne yapıyorsun sen?" deyince "sadece renk katmaya çalışıyordum" dedi.
Öfkeden deliye dönmüştüm yürüyüp gittim o ardımdan koşuyordu ve "tamam özür dilerim ben delinin tekiyim bir daha yapmayacağım" diyordu. Ama o Mathilda’ydı yine yapardı biliyordum...
Başka bir gün tramvayda yerine oturmakta olan adama "Hey bayım dikkat edin örümceği ezdiniz" diye bağırınca adam öyle bir kalktı ki yerinden. Oturduğu yerde sadece bir kabak çekirdeği vardı. Mathilda katıla katıla gülüyordu adam şaşkınlıktan dona kaldı bir Mathildaya bir de kabak çekirdeğine baktı ve hiç bir şey bir şey demedi. Sanırım onun deli olduğunu düşünüyordu. Ve pek haksız da sayılmazdı. Tüm bunlar Mathilda’nın umurunda değildi veya değilmiş gibi yapmayı çok iyi başarıyordu.
Bazen şöyle düşünüyordum. Hayatımın sıkıcı giden bu günlerinde hayatıma renk katsın diye Tanrı tarafından görevlendirilmiş renkli bir kişilkti belki de Mathilda.
Onunla kesinlikle benzer bir yanımız yoktu. Ona kızıyordum ama o derecede de gıpta ile bakıyordum. O bir çılgındı. Ve benim hiç sahip olamayacağım bir kişiliği temsil ediyordu.
Yalnızlık bir ağaç değildi ve ömrümü onun gölgesinde geçirmemem için Tanrı bu muhteşem insanı karşıma çıkartmıştı...
-İki yarım bazen tamdır- bunu anlamıştım. Sanırım ben kendimde bulamadıklarımı onda o da kendisinde olmayanları bende buluyordu. Bu bizi sınırlamıyor daha özgür kılıyordu.
İsmi bana, varlığı kendisine ait olan dostum mathilda’yla bir dönemin üzerini adımlıyorduk.
Ve sanırım burası hiç bu kadar güzel olmamıştı...
Maide Özgüç
YORUMLAR
uzun bir yazı olmasına rağmen okuttu kendini merakla...
ilk başlarda aynı isimde iki farklı karakterin öyküsü gibi gelse de finalde şu cümleden sonra (ismi bana, varlığı kendisine ait olan dostum mathilda’yla bir dönemin üzerini adımlıyorduk.) acaba dedim öykünün kahramanın içinde gizlediği öteki Mathilda mıydı bahsi geçen..
çok çok güzel bir öykü olmuş bu Maide'cim...
şiirlerin de çok güzel ama ben senin nesir yazılarına bayılıyorum gerçekten de ... başarılar dilerim canım sevgimle...
Hicran Aydın Akçakaya tarafından 11/29/2013 10:40:33 AM zamanında düzenlenmiştir.
okurken yoruldum iyi mi..?
güzel bir konu ve anlatım da çok başarılı...
sadece yazarken/anlatırken biraz dinlendirseydin bizi
çok daha iyi olurdu diye düşünüyorum...
sanki böyle ardından atlı kovalıyormuş gibi bir hızla ilerliyor hikaye...
belki de bu yüzden bazı yerlerde anlam kaybı oluyor, zınk diye duruyoruz...
...
sonuç da keyifli bir yazıydı... :)
haddimi aştımsa affola...
dostça...