yazılmasa da olurdu
sıradan
Eşeğin de sıradanı olur mu? «eşek eşektir işte» diyenler olabilir, ama şimdi ben bunların ayrıntısına girmeyeceğim…
Sahibim bir gün gözlerimi bağladıktan sonra ipi boynuma takarak beni çekti. Gözlerimin kapalı olması yürümem için engel olmuyordu. Yine de içme bir korku düşmüştü. Acaba ne olacak? Ya beni öldürürse,boğazımı keser kafama kurşun sıkarsa..
Aslında sahibim iyi bir insandı ve bana hiç kötü davranmamıştı. Beni köyden çok uzak bir yere götürdüğünü yürüyüşümüzün uzun sürmesinden anlamıştım. Gözümün bağını çözdükten sonra, yüksek bir yerde olduğumuzu gördüm. Sahibim üzgün gözüküyordu. Boğazımdaki ipi çözdükten sonra beni serbest bıraktı.
Ben hiç kıpırdamadan durdum.
Gözlerime değil de boşluğa bakarak, «hey dostum, seninle çok günlerimiz geçti, bize çok yardımın dokundu, senin iyiliklerini unutamam, ama, artık sana ihtiyacım kalmadı kusura bakma» dedikten sonra çekip gitti. Giderken bir kaç kere arkasına dönüp dönüp baktı.
İsteseydim evi geri bulabilirdim ama bunu gururuma yediremedim. Bir kaç gün sarhoş gibi dolaşıp durdum. Çok üzgündüm.
Ondan sonra yıllarca kırlarda yaşadım. İlk zamanlar çok zorluklar çektim. Orada benden başka terkedilmiş bir çok eşek bulunuyordu. Beni yanlarına almak istemediler önce, ama yanlarına yakın yerde otlanmama da ses çıkartmadılar. İlk günler karanlık olmadan önce eski evime doğru yürürdüm. Beni göremiyecekleri bir yerde vardığımda durup da eski yerimi seyrederdim.
Yıllar sonra…
Üç yıldan beri zamanımı hayvanat bahçesi denilen büyük kafeste geçirmekteyim.
Buradaki yaşamım oldukca tekdüze sayılır. Çok can sıkıcı bir yer burası. Hayvan seven bir kaç insanın çalışması sonucu, başı boş gezen işsiz kalmış bizleri, hiç olmassa bir kaçımızı şehrin hayvanat bahçesine alınımamız sağlanmış. Bize iyilik ettiğini sanan bu kişiler, uzun bir zaman bu yapmış oldukları iyilikten dolayı huzur içinde olabilirler. Her yerde de bu yaptıkları hayırlı işi anlatıp övünebilirler de. Bana kalırsa yapılan bu iş, ne hayırlı ne de iyilik sayılır. Çalışmaktan yorgun düşmüş bizler, hiçolmassa geniş bir alanda serbestik.
Serbest olmak çok şeyler içeriyordu. Serbestliğin çekiciliği diğer isteklerin üzerinde etkileyici oluyordu.
Ama insanlar bizim hakımızda her tür kararı alabiliyorlardı ve neyin iyi neyin kötü olacağına onlar karar veriyordu.
Hayvanat bahçesi denilen bu yere, sürekli gezmeye gelen kalabalık insan gurupları oluyordu. Aileler, öğrencilerler, öğretmenler, çocuklara bizleri anlatıyorlardı.
İnsanların ne anlattıklarını tam olmasa da, biraz anlıyordum artık. Belli bir zaman, insanların biblerine anlattıklarını neler düşündüklerini de merak etmiştim. Artık çoğu şeyleri öğrendikten ve onların neler düşünüp nasıl yaşadıklarını da anladıktan sonra; sıkıcı gelmeye başlamıştı duyduklarım.
Bir baba çocuğuna, ”işte bunlar eşektir, bunlar sadece hizmet hayvanlarıdır aslında fakat, tabiatı gereği çok inat ve tembel hayvandırlar da; zorlanmasalar hiç çalışmaz, sürekli kırlarda gezer sonra da bir gölgeye uzanırlar ve acıkana kadar oradan kıpırdamazlar. İyi davranışa çabuk şımarırlar. Bu eşek milleti öyledir ki, bunlara ne yapılırsa yapılsın, örneğin; dayak at, başka sömürü ve işkenceler et, sat, ırzına geç. Bunlar herşeyi kabul ederler. Direnmek, karşı çıkmak nedir bilmezler.
Bu eşek sınıfı hiç değişmez. Sahibi kim olursa olsun aynı hizmeti verirler. En iyisi mi, kötü muamele ve dayak, yoksa sana saygı göster-mezve hiç çalışmazlar. Hayvanların içinde en aptal olanlar eşeklerdir, eşeklik budur işte» diyordu. bu beni çok üzmüştü.
Başka bir gün, karşımızda duran aileden bir adam, çocuğuna bizi göstererek anlatmaya başladı. Bu defa iyice dikkat kesilerek herşeyi duymak istedim. ”işte bu hayvanlar çok çalışkan, sabırlı, dayanıklı ve sadakatlidirler.
Bunlar hakkında söylenen sözlerde haksızlık vardır bence, ben eşekleri severim» dedi. «insanlar hayvan isimlerini kullanırken, bir aşağılama, küçümseme için yapıyorlar bunu. «kötülük sadece insana aittir.» dedi.
Sevinçten gözlerim dolmuştu o an, böyle güzel sözleri ilk defa duymuştum. Mümkün olsa adamın elini öperdim.
Bir anda bütün dertlerimi unutmuştum.
Bir başka gün, yeni birini getirip bizim yanımıza bıraktılar. Yeni eşeği getirenler, orada çalışan bir bayanla bir adamdı. çıkmadan önce bizlere de dönerek ”yeni arkadaşınızla iyi geçinin, yoksa size ceza vermek zorunda kalırız tamam mı, ha.ha.ha» dedikten sonra gittiler. Bu yeni gelen değişikti. İnsan gibi düşünceli, üzgün, dalgın ve ağır hareketleri vardı. Günlerce hiç kimseyle konuşmaya yanaşmadı. Tek başına dolaşıyor, yine düşünceli ve dalgın hali devam ediyordu. Sadece mecburi durumlarda ağzını açan bu eşek, bir gün benimle konuşmak istediğini söyledi.
Koyu gölgesi olan çam ağacının altına vardığımızda o hemen konuşmaya başladı. ”bir zamanlar ben bir insandım» dedi. Ben bunun şaka olacağını düşündüm. ”Eşek nasıl insan olacakmış?.”dedim. O anlatmayı sürdürüyordu. „küçük bir kasaba’da yaşıyordum. Nüfus dairesinde basit bir memurdum. Kasaba iyi bir yerdeydi. Bir tabiat harikası sayılırdı. Ailemle beraber yaşıyordum ve güzel bir kasabalı kıza aşıktım.“
„İkimiz de sevinçliydik ve nişan yapmayı düşünüyorduk yakın bir gelecekte.“
Gelmez olası bir zaman geldi. Havanın birden değişmesi gibi, gazeteler televizyonlar savaş-tan, vatanı savunmaktan ve düşmanlardan bahsetmeye başladılar. Herkes şaşkındı bu duruma, fakat işin nere varacağı belli değildi. Akın akın asker geliyordu köyümüze ve yerleşiyorlardı dağlarına köyümüzün. Televizyonlar düşman denilenler üzeri, artan bir sertlikte ve adilikle konuşmalar yaparken, diğer yandan savaş için kışkırtıcı yayınları uzatıyorlardı. En kötüsü ve anlaşılmazı ise, sözde içimizdeki düşmanlardan bahsedilmesiydi.
Herkes birbirinin gözlerine bakıyordu. Ne olacaktı.? Hatta en tehlikeli düşman içimizdeki düşman olduğunu nasıl anlayacaktık. Kasabadaki hayat gittikçe yerini kaygıya, korkuya, ne olacak sorusuna bırakıyordu. Derken savaş geldi çattı. Her şey altüst oluyordu. Bütün değerler çiğneniyordu.
Daha önce beraber yaşayan o insanlar, bir kaç gruba bölünmüştü. Gruplar birbirini kötülüyor ve, bütün kötülükten karşıtını sorumlu tutuyordu. Böylece, yıllar süren kışkırtma ve düşmanlıklar sonucu binlerce insan herşeyini kaybetmişti. Köyler yakılmış, evler okullar yakılmıştı. İşkencenin en ağırı apaçık yapılıyordu.
Savaş unutulması mümkün olmayan derin izler bırakmıştı geride kalanlarda ve çocukların geleceğinde. Ölenlerden başka, onbinlerce insan kaçmak zorunda kalmıştı yerlerinden.
İnsanın insana yaptığı aşağılama, sömürü, işkence, öldürme gibi, nekadar da çeşitleri var bu zorbalılğın…
İşte böyle, gördüğüm ve yaşadığım o manzaradan sonra, insan olmanın ne olduğu sorusuna takılıp kaldım.
Bir gece bu düşüncelerle yatağa girdiğimde, Tanrıma, bunlara daha fazla dayanamayacağımı söyledim ve, “eğer insan olmak bu ise, ben insan olmak istemiyorum» diye yalvardım; dua ettim.
İşte o geceden sonra dileğim kabul olmuştu ve kendimi kırlarda bu halde bulmuştum...
Bir kaç arkadaşla beraber uzun zamandır buradan kaçma planları yapıyoruz. Kaçmaya karar verdiğimizden beri, morelimizde gözle görülür bir değişiklik oldu.
Bir araya geldikce devamlı kaçma işini konuşuyoruz. Daha da önemlisi, kaçtıktan sonraki özgür ve serbest yaşamımızda neler yapacağımız üzeri hayeller kuruyoruz.
Belki bu kaçma işi hiçbir zaman gerçekleşmeyecek. Böyle bir korku yok değildi içimizde. Belki bunu her birimiz de aklımızdan geçiriyoruz. Özgür ve serbest olmak için kaçmayı göze alabilme isteği, bizi hayata bağlı tutuyordur belki…
mehmet tekerek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.