Terapi Merkezi
Sarız’dayız. Bir vazife yürütüyoruz. Her gün bir başka köydeyiz. İşte o gün de İmirzaağa’dayız. Muhtar ismetle.. Kara kuru cılız, yaşı ellisini geçmiş, saçında akı olmayan sevimli, konuşkan, sempatik birisi muhtar İsmet. Hareketli mi hareketli, kıpır kıpır yerinde duramayan tiplerden. Sofrası açık, aşı ekmeği yenen türlerden.
Külüstür mü külüstür,şaftı kaymış,lastikleri sıfırlanmış ilk yerli üretimlerden olan arabasına biniyor ve İmirzaağa’nın yolunu tutuyoruz. Yolda her gördüğüne basıyor kornayı, selamlaşma gereği duyuyor. Kimi yerde de arabasını durdurup hasbuhal ediyor vatandaşlarla. Hep tırmanıyoruz tozlu yolda ve su kaynatmaktan korkuyoruz ama en nihayetinde en uzakta ve yüksekte,dağın dibindeki Sarız’ın son köyüne ulaşıyoruz.
Köyü fazla anlatmaya gerek yok, zaten anlaşılıyor anlatılanlardan. Kafa dinlemek istiyorsan başka şeye gerek yok. Yeşilliği de var serinliği de. Havası da var suyu da. Kuş cıvıltısı da var su şırıltısı da. Tam bir terapi merkezi. Kalbinize de iyi gelir ruhunuza da. Eğer birkaç ay kalacak olsanız yeniden doğmuşa döneceğiniz bir yer.
Tanıştırmalar, ağırlamalar, uğurlamalar derken işi bitirip dönüyoruz. Bu kez yukarıdan aşağıya..Dağdan ovaya..
Sohbete dalıyoruz ve son anda fark ediyoruz. Yol kenarında iki köylü kadın.. Yürümekten yorgunluktan bitap düşmüşler zavallılar. Aç susuz perişan vaziyetteler.
Geri geri çıkıyor arabasıyla muhtar İsmet ve soruyor.
Bacı bu ne haldir, nereden gelip nereye gidiyorsunuz?
Yaylaya,şu uzaktaki, tepedeki yaylaya.
İyi de daha yolun başında sayılırsınız, çok uzak; nefesiniz kesilmiş, nasıl ulaşacaksınız oraya?
Ne yapalım dinlene dinlene gideriz zahar.
Zor yetişirsiniz, geceye kalırsınız, yolda ne olur ne olmaz bilemezsiniz, ayı da çıkabilir karşınıza kurt da, bak yükünüz de ağır.
Hemencecik dönüveriyor İsmet.
Binin arabaya diyor.
Kadınlar, sağol kardeş biz gideriz deseler de İsmet söz dinlemiyor.
Yokuş yukarı tozlu yoldan tekrar tırmanışa geçiyoruz.
Gidecekleri yere kadar götürüyoruz,iki yorgun kadını.
Dönüyoruz tekrar son gaz son sürat Sarız’a ama İsmet’ten kurtulmak ne mümkün.
Olmaz arkadaş, bırakmam seni yemek yemeden diyor.
Olur mu muhtarım, daha sabah kahvaltı yaptık evinde, sağol,çok sağol diyorum.
Direnmek sonuç vermiyor ve sürekli müdavimi olduğu yere götürülüyoruz.
Yoldan geçen tanıdığı iki kişiyi de ısrarla lokantaya alıyor.
Tebessümü, güler yüzü ve sohbeti eksik olmuyor yemek boyunca.
Sonrasında ayrılıyoruz İsmet’ten ama hafızada yer ediyor,not ediyoruz zihnimizin bir kenarına.
Bir başka gün ticari bir arabayla Kırkısrak’tayız. Şöför yöreden, Sarız’dan yani, ahaliyi ve insanları tanır ya.
Söz açıyorum İsmet’ten.
Yakından tanırım diyor,hem de çok yakından.
Zaten diyor Sarız’da iki muhtar var biri İsmet, biri de Söbeçimen’in muhtarı. Büyük Söbeçimen’in ki diyor.
İkisinin de aşı ekmeği yenir, bağrı yanık insanlar, görmüş geçirmiş kişiler, harcamaktan kaçınmazlar.
Peki, ne yaparlardı eskiden beri,işleri neydi bu insanların diye soruyorum şöföre.
Uzunca bir süre cezaevinde kaldı,en az yedi sene hapis yattı, Avşar kendisi diyor. Zaten diğer muhtar da oradan arkadaşı, beraber yatmışlar diye ekliyor.
İnsan düşünmeden edemiyor. Çevrenizde çok işitmişinizdir, kimi mapus yatmış kişilere karşı hep bir ön yargı vardır ama kimi zaman da bir çilehane olarak görülür burası. İnsanlar orada pişer, orada olgunlaşır, orada yoğurulurlar. Zaten bu insanlar sonraki hayatlarında hemen her işe el atarlar. Çoğu köşe tutar, yazarak çizerek mesajını oradan iletir, kimileri de iş ve siyaset dünyasına atılır. Tutunup başarılı olanına da rastlarsınız, kaybedenine de.
Peki nedir bu mapusane? Bir ıslahane midir acaba. İnsanları olgunlaştırıp geliştiren,onları topluma kazandıran.. Bir durup düşünme,bir muhasebe yeri midir? Gerçekten nedir?
Kimi kader kurbanlarının çilehanesi midir hapishaneler?
Tıpkı İsmet ve arkadaşı gibi.. Ekmeğini ikiye bölen,yemeyen yediren,halkın hizmetine koşan İsmet gibi...
Kemal GÜL
24.11.2013
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.