- 672 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
Hazır mısınız?
Vanessa LaSomme kapıyı tıklatıp içeri girdiğinde, ne yalan söyleyeyim, heyecanlandım. Birçok kişi ilk olarak onun doğal kızıl saçlarını farketse de benim gözüme öncelikle uzun boyu çarpıyordu. Topuklarının da katkısıyla Vanessa neredeyse üzerinizden bakardı. Bu sefer ben oturduğum için daha da bir heybetli idi. Kolay kolay denk gelemeyeceğiniz bir zerafetle ofisime girip kapıyı kapattı.
“Epostanızı aldım. Görüşmek istemişsiniz?”
“Ah! Evet... Lütfen oturun.”
You’re never gonna survive unless you’re a little crazy...
İtiraz etmedi, oturdu. Beyaz, yakası açık bir gömlek, füme ve dizlerinin epey üzerinde bir etek, ofisi için alışılagelenden daha yüksek topuklar... Boynunda küçük haç şirketin ‘Dini sembollerden kaçının’ politikasıyla örtüşmüyordu ama belli ki ona bunu hatırlatan olmamıştı.
Gülümsüyordu ama resmi diyebileceğim, sadece dudaklarla yıkılan bir gülümsemeydi. Gözleri ise bir Cuma öğleden sonrasında onu ofisime çağırma sebebini sorguluyordu. Bu gözlere ne denirdi? “Her zamankinden fazla mı makyaj yaptınız? Cuma akşamı dışarı mı çıkıyorsunuz? Sizi çıkaran nasıl biri? Uzun boylu, bakımlı, spor arabalı mı? O alçak arabaya otururken bu kadar kısa etekle zorluk çekmiyor musunuz?”
Yine de bunları bir kenara bırakıp, konuşmayı farklı bir noktadan başlattım:
“Bayan LaSomme, sizi çağırmamın sebebi... Eh... Açıkça söylemem gerekirse son dönemlerde performansınızda ciddi bir düşüş var. Size verilen görevleri varsayılandan çok daha uzun sürelerde ve beklenenin altında bir itinayla tamamlıyorsunuz; eğer tamamlıyorsanız. Bazılarına dokunmuyorsunuz bile. Neler olduğunu, nelerin değiştiğini merak ediyoruz. Bu konuda söyleyecek bir şeyiniz var mı?”
Anladım manasına gelen bir şekilde başını salladı ve bir süre cevap vermedi. Sanırım ne söyleyeceğine karar vermeye çalışıyordu. Üzerine gitmedim. İnce, uzun parmakları diğer elininkilere karıştı. İki elinde de yüzük yoktu. Neredeyse siyaha varan oje rengi ile herhalde onun seviyesindekiler arasında şirkette tekti. Bu rengi belki sekreterlerde ya da getir-götürcülerde görebilirdiniz ama o kadar.
I am just a poor boy, I need no sympathy
“Sizi uğraştırmayacağım, iş dışındaki bazı faaliyetlerim zamanımı ve dikkatimi alıyor. Yanlış anlamayın, onlarla iş yerinde ve saatlerinde ilgilenmiyorum ama hem işe yorgun geliyorum, hem de aklımda kalıyorlar.”
“Evet Bayan LaSomme, bilgi-işlemle de görüştüm, iş dışı faaliyetler için bilgisayarınızı ve telefonunuzu kullanmıyorsunuz...”
“Kayıtlarımı mı incelediniz?”
“İster istemez. Buna izin veren bir belgeyi işe girerken imzalamıştınız, hatırladınız mı?”
“Evet, şimdi hatırladım.”
Kızmış görünüyordu. Belki de omzunun üzerinden bakmamızdan çok, bu tip araştırmaların iyiye yorulmayacağını bildiğindendi.
“Bu soruma cevap zorunda değilsiniz. Merakımdan soruyorum. Neydi bu faaliyetler? Dediğim gibi istemiyorsanız yanıtlamayın.”
Omuz silkti.
“Saklanacak bir şey değil. Bir piyes yazıyorum.”
“Piyes mi? Okul piyesi gibi bir şey mi?”
“Daha çok New York’ta sahnelenmek üzere yazılan bir piyes.”
“Yani Broadway’de mi?”
“Her neredeyse...”
Bunu beklemiyordum. Vanessa LaSomme’u partilerden eve sabaha karşı dönerken hayal edebiliyordum da, dizüstüsünün başında bir tiyatro eseri yazarken düşünemiyordum. Yazarken saçlarını topluyor muydu acaba?
What goes up, must come down
“Başka bir nokta daha var: Geçen baharda Orlando’ya yaptığınız seyahatle ilgili. Normalde iki gün sürmesi gereken gezi altı güne uzamış. İddianıza göre müşterinin iknası olması zamanı almış.”
Evet Vanessa, ilk dört dakikada müşteriyi ikna ettikten sonra kalan günlerde ne yaptın?
Bu sefer cevap vermesine izin vermedim.
“İşin ilginci... İşin ilginci ilk iki günden sonrasını faturalamamışsınız. Hatta Orlando’daki otele göre de iki günün sonunda oradan ayrılmışsınız. Üçüncü günle beşinci arasında size yazılan hiç bir epostaya cevap vermemişsiniz, arayan hiç bir telefonu açmamışsınız. O dönemde nerede olduğunuzu sorabilir miyim?”
Tekrar o ince, uzun parmaklar devreye girdi. Yüzünü elleriyle örttü. Başparmaklarının ilerisinde kırmızılaşan kulaklarını görebiliyordum. Küpe takmıyordu ama delikleri vardı.
Mama’s gonna keep baby healthy and clean.
“Çok utanıyorum” dedi. Ama gerisini getirmedi.
“Neye utanıyorsun Vanessa?”
Ellerini yüzünden çekti. Yüzü de kızarmıştı ama gözleri değil.
“Aslında Orlando’daki işimi ilk günde bitirdim.” Biliyordum. “Sonra Machu Picchu’ya gittim.”
“Cusco’daki Machu Picchu’ya mı?”
“Aa, biliyorsunuz, ne güzel! Çok kişi ülkesini bile söyleyemez.”
Aldığım övgü yüzünden gururlanmadım desem yalan olur. Yine de gevşemedim.
“Yani iş günlerinde arkadaşınızla Güney Amerika’ya tatile gittiniz.”
“Öyle bir şey demedim. Tek başımaydım.”
Aha! Bu güzeldi işte.
“Bu bir şeyi değiştirir mi?”
“Değiştirmez, haklısınız.”
I was only joking my dear, looking for a way to hide my fear.
Önümdeki notları karıştırdım.
“Takviminize bakılırsa haftaya Tampa’ya uçuyorsunuz. Bu sefer de Bahamalar’a filan gitmeyi düşünüyor musunuz?”
“Aslına bakılırsa, tabi o kadar uzun bir şey düşünmüyordum ama, aynı dönemde Tampa’da izlenimcilerin sergisi vardı; ona bir yarım gün uğrayacaktım.”
“Niye olmasın, sergi varsa uğrarsınız; sergi bulamadınız, olan yere uçarsınız.”
“Öyle demeyin. Ben de resim yaparken izlenimcileri takip ediyorum. Hatta Columbus Modern Sanat’ta bir tablom bile var.”
Benimle kafa mı buluyordu? Lafı dolaştırırken google’ladım; evet Vanessa LaSomme’un bir tablosu Columbus Modern Sanat’taydı.
“Size son bir sorum var Vanessa? Vanessa diyebilir değil mi?”
“Bir süredir diyorsunuz zaten.”
Oh! Farketmemiştim. Neyse...
“Kendinize George Bellows şirketinde gelecek görüyor musunuz? Biz görmüyoruz da.”
Söylemiştim sonunda. Bana bunu da yaptırmışlardı. O ise ayağa kalktı, gülümsedi, elini uzatıp benimle tokalaştı, sonra “Sanırım bana iyilik ettiniz” dedi ve odadan çıktı.
Sonradan duyacağım üzere bir sonraki hafta Tampa’ya gitmiş. Müzeyi dilediğince gezmiş olmalı.
I don’t wanna die, sometimes I wish I’d never been born at all.
...
Bugün Pazartesi. İşe gitmedim. Gün boyu garajda, kolej yıllarında başladığım müzikalin şarkıları üzerine çalıştım. Tuşlara basmayı nasıl da özlemişim. Her şarkıda, biraz yaşlanmış da olsalar bazı hayaletler canlandı. Hayatımın en güzel Pazartesiydi diyebilirim.
Ama yarın işe gideceğim. Gri takımımı giyip Bay Sheffield’in karşısına çıkacağım ve istifa ettiğimi söyleyeceğim. O da bana dört haftalık çalışma zorunluluğunu hatırlatacak. Dört hafta daha Vanessa gibileri işe alıp, daha önce aldıklarımızı kovacağım. Sonrasında... Sonrasında özgürüm, daha ne olsun. Sağol Vanessa.
İtalik ingilizce alıntılar öyküyü yazarken arka fonda çalan şarkıların tam o anlarına denk gelen şarkı sözleriydi (Bir tek sonda I don’t wanna die başka bir yerde geçmişti.) Ben bazılarının gayet hoş denk geldiğini, belki de farkında olmadan öyküyü şekillendirdiğini düşünüyorum. Bu yüzden onları duyduğum noktalara serpiştirdim. Özetle kurguyla olan ilgileri sadece tesadüfidir.
YORUMLAR
Ne yalan söyleyelim hiç hazır değilmişiz...Vanessa önce bizi şaşırttı ön yargılarımızı balyozla parçaladı sonrada cesaretini takdir ettirip kendi acizliğimizi, yaşamak için mecbur kaldığımız ama isteyerek yapmadığımız işlerimizi hatırlattı.Kalkıp işlerimizden istifa etme lüksümüz yok ama ilgi alanlarımıza biraz daha zaman ayırmanın belki geliştirmeye çalışmanında bizi daha mutlu kılacağı aşikar.Öykü güzeldi.Günümüzün iş hayatı ve idealleri arasında sıkışan bir çok insanın Vanessa ve iş veren temsilcisi kimliklerinde kendilerinden çok şey bulacağına eminim.Saygılar.