- 484 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 14
Sabahın oldukça erken bir zamanında, Kemâl beyin bir arkadaşının jeepinde Fikret, biraz sonra annesine, ablasına söylemesi istenen, babası ve Kemâl bey tarafından kendisine öğretilen yalan sözleri içinden tekrarlayıp duruyordu. Kendi kendine utanıyor, yüzü kızarıyordu. Jeep Pendik’e yaklaştıkça bu utancı ve yüzünün kızarması artmaktaydı.
’ Ne söyleyeceğini iyice ezberledin mi ?’ diye sordu şoför.
’ Tamam amca, ezberledim.’ derken aslında nasıl zorlanacağını açıkça belli ediyordu çocuk.
Biraz sonra, onun tarifiyle annesinin yeni oturduğu evin önünde duruldu. Ablası, annelerinin İsmail efendi ile evlenip onun evine taşındığını anlatmıştı. Yine de daha önce İsmail amcanın evi olarak bildiği bu evde annesini görecek olması, ayrı bir burukluk verdi.
Jeepten inmeden şoför, söylemesi gerekenleri tekrar edip ;
’ Hadi bakalım, göreyim seni!’ deyip cesaret verdi çocuğa.
Çok yavaş indi jeepten. Ayakları tittriyor, onu geri geri itiyordu. Neden sonra kapıya varıp zile bastığında, hem elleri hem de ayakları daha hızlı titremeye başladı. Kapıyı ablası açar açmaz iki kardeş sarmaş dolaş oldular.
’ Mukaddes, kim gelmiş kızım ?’
’ Anne koş bak Fikret geldi, koş !’
Anne hemen koşarak geldi , fakat sarılmak aklına gelmedi çocuğa. Sanki gelmesini hiç istemiyor gibiydi. Kimbilir belki de, babasının onu geri göndermesinden endişe etmişti. Yeni eşi onu istemeyebilirdi. Annesinin sarılmaması nedense şaşırtmadı çocuğu. Unutmamıştı çünkü, daha önce babasına gönderirken de sarılmadığını, öpmediğini.
’ Ne oldu Fikret, niye geldin ? Baban mı gönderdi yoksa ?’
’ Evet babam gönderdi.’ derken gözleri yerdeydi.
’ Niye gönderdi, bir şey mi var ?’
Şimdi, kendisine öğretilen ve mutlaka söylemesi istenilen yalanlara sıra gelmişti. Yeniden titremeye başladı çocuk.
’ Niye sustun ? Yoksa babama bir şey oldu da söylemiyor musun ?’
Mukaddes’in bu sorusu, söylemesi gereken yalanlar için cesaret verdi ona.
’ Babam...Babam...Çok hasta !’
’ Babacığım ! Canım babacığım !’
’ İlle de ablamı görmek istiyor ..’
’ Valla yalandır. Hiç bir şey olmaz ona !’
’ Hasta, gerçekten çok hasta. Yalan değil diyorum size.’ Gözleri halâ yerdeydi çocuğun. Yüzlerine baktığında, yalan söylediğinin anlaşılacağından emindi çünkü.
’ Anne, ne olur gideyim, ne olur anne !’
’ Fevziye ! Ne oluyor, kim gelmiş sabah sabah ?’
Eşinin sesini duyan kadın, hemen yanına koştu.
’ Küçük oğlum Fikret geldi de .’
’ Ne olmuş, ne istiyormuş ?’
’ Babası hastaymış, Mukaddes’i görmek istemiş.’
’ Yalandır! Sakın gönderme. Bir daha geri göndermez ; benden söylemesi. ’
Mukaddes, o kadar ısrar etti ki ; kadın ne yapacağını, ne diyeceğini bilemeden razı olmak zorunda kaldı.
Jeep, Mukaddes’i de alıp evin önünden ayrılır ayrılmaz yüreğine bir ateş düşüverdi. Öyle ki peşlerinden koşmaya kalkıştı, hatta bir kaç adım attı bile. İçeriye dönüp kocasına anlattığında, bir sürü azar işitti adamdan. Akşama kadar, yüreğindeki ateşi soğutamadan, pencerenin kenarında oturup, yolu gözledi.
Babasının ölebileceğinden endişelenen Mukaddes, bir an önce Kurtköy’e varıp,onu görebilmek için telâşlanıyor, kardeşine sürekli hastalığı hakkında sorular soruyordu.
’ Hep sigara denen o zıkkımın yüzünden. Çok sigara içiyor babam. Ağzı, yüzü duman içinde kalıyor, gözleri akıyor durmadan. Yine de peş peşe içiyor o sigaraları. Sonunda hastalandı işte. İnşaalah ölmez de, bırakır artık .’
Fikret, verebilecek doğru bir cevap bulabilmenin rahatlığı ile konuşmaya başladı.
’ Doğru diyorsun abla. Gerçekten de ne çok sigara içiyor babam ! Bazen bir öksürük tutuyor ki ; tıkanıp gidecek diye ödüm patlıyor benim de. Yine de söndürüp atmıyor, öksürüğü diner dinmez yeniden başlıyor üflemeye .’
’ İnşaallah ölmez de kurtulursa babacığım, birlikte yalvaralım, söz alalım, yemin ettirelim bırakması için. Belki kıyamaz, dinler bizi.’
’ Tamam abla ; bıraktıralım inşaallah !’
Kahveden içeri girip babalarını ayakta gördüğünde, sevinçten çıldırdı Mukaddes ! Koşarak boynuna atıldı.
’ Babacığım ! Canım babacığım ! İyileştin mi sen ; ölmedin mi ? ’
Adam kucağına alıp kaldırdı kızını. Doyasıya sarıldığında, şimdiden hasret duygusu yüreğini sarmaya başladı. Oysa zaten ayrıydı kızından. Fakat, yakındaydı en azınan ve annesinin yanındaydı. Şimdi daha uzaklara ve yabancı insanlara emanet edecekti.
İki kardeş bisküi ve çay ziyafetine giriştiklerinde Kemâl bey oturdu yanlarına.
’ Ne güzel şeymişsin sen Mukaddes !’
Babası konuyu anlatmanın sırası geldiğine inanıp oturdu yanlarına.
’ Bak kızım ; bu Kemâl amcan. Mukaddes, az sonra söyleneceklerden habersiz, iştahla bisküileri yiyor, çayını yudumlamaya devam ediyordu. Fikret, yine utanmaya, titremeye başlamıştı bile.
’ Kemâl amcanın, İstanbul’da bir ablası var. Yaşlı, şehit eşi, zengin bir kadın. Mukaddes halâ pek önemsemiyordu söylenenleri.
’İşte o kadın seni evlâtlık almak istiyor .’ Birden ağzındaki bisküileri çiğnemeyi, içtiği çayı yutmayı bıraktı çocuk. Öylece donup kaldı ve konuşmanın devamını dinlemeye başladı.
’ Şimdi Kemâl amcan seni istanbul’a, onun yanına götürecek !’ dediğinde, kahveyi Mukaddes’in çığlığı sardı. Öylesine bağırarak ve göz yaşı dökerek ağlıyordu ki çocuk, bahçedeki ağaçlarda konan serçeler uçuşmaya, merakla içeriye giren Tekir kedi, mahzun mahzun miyavlamaya, kapının önünde bekleyen Karabaş havlamaya başladı. Kahvenin sabah müşterisi olan ihtiyarlar ağızlarında sigaralar, ellerinde çaylarla, öylece kalakaldılar.
’ Bir kaç gün kal, memnun kalmazsan seni yine alıp annene veririz.’ diye devam ediyor babası konuşmaya ama Mukaddes’in ne susacağı ne de başka sözleri dinleyecek hali yoktur artık. Şiddeti artırarak bağırmaya, ağlamaya devam eder.
’ Ağlama be kızım. Çok iyi bakılacaksın, güzel okullarda okuyacaksın. Her şeyin olacak ’ diye söze karışan Kemâl bey sarılmak istediğinde ittti onu Mukaddes.
’ Ben annemi istiyorum ! Başka hiç bir şey istemiyorum !’ deyip ağlamasına devam etse de, ağlaması bile dinmeden Jeepe bindirilip İstanbul yoluna çıkartıldı Mukaddes.
Ne babasıyla vedalaşabildi, ne de kardeşiyle.
’ Beni anneme götürün, ne olur yalvarırım ! diye defalarca tekrar etti ama elinden bir şey glmedi. Hakkındaki karar çoktan verilmiş, kaderine hükmedilmişti artık.
Hava kararıp da Mukaddes dönmediğinde, daha çok yanmaya başladı anne yüreği. Bu defa pencere kenarından kalkıp evin içinde dolaşmaya, ne yapacağını düşünmeye başladı.
’ Ben sana demedim mi, gönderme diye ! Lâf anlamazsın ki ! Hadi bakalım yan, dur şimdi.’
’ Yarın erkenden gidip alırım yavrumu ! Hele bir vermesin de görelim. Vallahi, Kurtköy’ü başına yıkarım onun !’
’ Ne halin varsa gör !’
Baba, içindeki hasrete rağmen, kızı adına çok doğru bir iş yaptığına inanmış, onun zengin insanların yanında, güzel bir evde yaşayacağına, okutulacağına inanmış, rahatlamış mutu bir tavır almıştı. Fikret ise, karmaşık duygular içinde, söylediği yalanın utancı, ablasının iyi bir hayata kavuşmasının kıskançlığı arasında bocalamaya başlamıştı.
Ertesi gün, dediği gibi erkenden Kurtköy’ün yolunu tuttu kadın. Doğruca Hamza dayının evine gidip İsmet teyzeye anlattı derdini. İsmet hanım, olayın tüm detaylarını kocasından öğrenmiş, çok da üzülmüştü . Zorlanarak anlattı kadına.
’ Nasıl evlâtlık verirmiş benim çocuğumu ? Analı babalı çocuktan evlâtlık mı olurmuş ? deyip mahalleyi inletti kadın. Sokaktan geçenler, evdeki bu haykırışa kulak kabarttılar. Kısa sürede, zaten çok küçük olan bu köyde, olay herkes tarafından duyulmuş oldu.
’ Kahvesini başına yıkarım onun! ’ deyip gitmek istedi kadın, İsmet hanım zor tuttu. Eve doluşan komşu kadınlar, polise, jandarmaya gitmesini, şikâyet etmesini tavsiye ettiklerinde duruldu .
’ Öyle ya ! Kanun var, adalet var. Nasıl evlâtlık verirmiş benim yavrumu ? Görür o ; nasıl şikâyetçi olacağım. Hapislerde çürüteceğim alimallah ! ’
’ Çürüt kardeş, çürüt valla ! Şuncacık çocuğu annesinden ayırmak , ne demekmiş görsün !’
’ Koşarak getirirler valla çocuğu. Kolay mıymış öyle evlâtlık vermek !’
’ Allah bilir, satmıştır ! Kim bilir kaç para almıştır !’
Her türlü söz konuşuldu o gün. Sonunda Pendik’e gelip karakola şikâyet etmeye kalkışınca, işinin hiç de kolay olmadığını gördü. Çocuğun babasıyla imam nikâhlı idi. Kayıtlarda, ’gayrimeşru çocuk doğurmuş’ olarak geçiyor ve aslında suçlu bulunuyordu. Hem çocuğun nerede bulunduğunu bilmemesi, hem de yeniden evlenmiş olması, avukat tutamayacak olması, çaresizliğini yumruk gibi yüreğine indirmiş, belini bükmüş, yapabilecek bir şeyi kalmadığına inanarak evine dönmüştü.
Yaklaşık iki hafta, daha önce konuşulduğu gibi, deneme süresi olarak geçti. Oğlunu da yanına alan baba, eline tutuşturulan adresteki kızının durumunu öğrenebilmek için İstanbul yollarına düştü.
En alt kattaki üçüncü mevkiye bilet aldıklarından, denizi bile görmeden, vapurun ne kalkışını, ne gidişini anlayamadan İstanbul, Beşiktaş’a vardılar. Sora sora hayatlarında belki de ilk defa o kadar yüksek olanını gördükleri apartmanın merdivenlerini çıkarken, her kattaki ’ Asansör’ yazısı dikkatini çekti çocuğun.
’ Baba, her katta Hasan Sör’ mü oturuyor acaba ?’ sorusuna, zaten okuma yazma bilmeyen, asansörün ne olduğunu da bilmeyen adam ;
’ Ne bileyim oğlum ! Öyledir belki .’ diye cevap verdikten sonra, nihayet çocuk, adreste yazan ismin olduğu daire kapısını gördü.
’ Burası baba. Bak kapıda adresteki isim yazıyor.’
’ İyi okudun mu oğlum ? Yanlış falan olmasın, tanımadığımız birinin kapısını çalarsak, başımız belâya girebilir buralarda.’
’ Doğru okudum baba ; burası işte.’ deyip kapıya koştu çocuk.
Hizmetçi kadın kapıyı açıp karşılarında baba-oğulu görür görmez içeriye doğru ;
’ Mukaddes ’ Koş bak babanla kardeşin geldi !’ diye seslenince şaşırdılar. Belli ki, bekleniyorlar ve hizmetçinin de bundan haberi vardı. Koşarak geldi Mukaddes ve sarıldı babasıyla kardeşine. Hemen içeriye buyur edildiler.
Neşesi, giyimi çok dikkat çekiciydi Mukaddes’in. Baba şimdiden onun bu haline sevinmiş ve onun adına çok doğru bir iş yaptığına inanmıştı bile.
Günlerden Pazar olduğu için tüm ev halkı oradaydı. Kemal bey, ablası S. hanım, ablası M. hanım, kzı Ü.hanım, damat R.bey. Torun C. dışarıya çıkmıştı ve Fikret’in yaşlarında , engelli erkek çocuğu F. de oradaydı. Tabii bir de hizmetçileri Kevser hanım.
Fikret ve babasını çok iyi karşılayıp her türlü ikramda bulundular. Hâl hatır sordular. Mukaddes, mutfakta öğle yemeği için hizmetçiye yardım ederken babanın aklına Mukaddes’e bir oyun etmek geçti. Oğluyla bu oyunu paylaşıp, açık vermemesini tembih etti.
Öğle yemeği çok hoşlarına gitti. Baba oğul, daha önce böylesine güzel yemekler gerçekten de yememişlerdi. Teşekkürler edilip, salona geçilince, baba kızına hazırlanan oyuna başladı.
’ Kızım, nasıl memnun musun yeni evinden ? Sana güzel davranıyorlar mı burada ?’
Çocuk sanki üzerindeki yeni kıyafetleri, takılarını babasına elleriyle işaret edermiş gibi ;
’ Çok memnunun babacığım. Burada her şey çok güzel. İstanbul da çok güzel. Gezmeye, deniz kenarına, sinemaya, tiyatroya bile gidiyoruz. Bana her istediğimi alıyorlar. Hatta istemediklerimi bile zorla alıyorlar, okulum da çok güzel. Her sınıfa ayrı öğretmenler bakıyor burada. Okul çok büyük, hem de çok kalabalık.’’ derken, adeta yerinde duramıyor, oynuyordu.
’ Ah be kızım. Gerçekten de çok iyiymiş. Keşke, daha çok hatta temelli kalabilseydin burada. ’
Çocuk şaşırdı birden. Fikret, gülmemek, oyunu anlaştırmamak için, başını öne eğiyor, gözlerini ablasından saklıyordu.
’ Maalesef, annen şikâyetçi olmuş, mahkemeye verip kazanmış. Seni tekrar geri alıp annene götürmemiz gerekiyor.’
Bağıra bağıra ağlamaya başladı yine MUkaddes. Tıpkı, annesinden ayrılıp buraya, bu eve evlâtlık verileceği söylendiğinde ağladığı gibi, bağırarak ağlıyor, bu defa da ;
’ Hayır, olmaz. Ben anneme gitmek istemiyorum. Burada kalmak istiyorum. Annem beni sevmiyor zaten. Gitmem, gitmeeeeem !’
Öylesine çok ağladı ki ; bunun bir oyun olduğuna, gerçek olmadığına inandırmak, susturmak, hiç de kolay olmadı.
Devam edecek
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Olaylar çok çabuk gelişiyor.
Kafamız karıştı vallahi.
Kızın rahat bir hayata kavuştuğuna sevindik.
Sarhoş bir babalığın yanında yaşamaktansa,
böyle bir yerde hayatını idame ettirmesi daha güzel.
Ama,
gelecek ne gösterir bilinmez.
Belki beklenmeyen problemler doğacaktır.
Zor bir hayatmış kadınınki.
İnsanın düzeni bir bozulmaya görsün,
toparlamak zor oluyor, ya da olamıyor hiç.
Hikaye 14 bölüme dayandı...
Gayet de güzel seyretmekte...