- 1495 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
HENDESE-İ MEŞK
Sevdalı Bir Öykü: Ebru, Hüsn-ü Hat ve Tezhib San`atları
Bu bir hikayedir… Yürek imbiğinde sevda damıtanların rol aldığı….
Bazen kelimeler yetmez yüreğindekileri ifade etmeğe...
Gözyaşları eksik kalır, şarkılar ise yetersizdir yürek sızılarını ya da coşkularını, heyecanını anlatmağa.
Coşkun bir ırmak gibidir yüreğinde aşk, gürül gürül akarak bendini aşan.. Okyanustan bir katredir ancak yazılarla ifade edebildiğin oysa.
İşte o zamanlarda, sembolleşir düşlerin beyninde.. Helezonlar belirir hayallerinde uçuşarak…Ruhunun hendeselerini keşfedersin fırçaların efsunlu darbelerinde..Onlar ki; sınırları zorlayan hatta sınır tanımayan şekiller oluşturur benliğinin derinlerinde.. Kapılır gider insan çizgilerin büyülü dünyasına, kendinden geçercesine…
Tabiattaki gizemdir içine çeken seni. Sürüklenirsin peşinde, esrarlı renklerin cazibesiyle. Kâinattaki estetiği hayretle ve hayranlıkla temaşa edersin. Dört bir taraftaki muhteşem simetriyi keşfederken, çizgileri sorgulamağa başlarsın beyninde ve kaptırırsın kendini bu büyülü atmosfere..
Tezhib olur adı, yani altınlamaktır… Sanki yaratıcının kudretini anlatırcasına.
Kâinattaki altın oranı layık olduğu şekilde altınla nakışlayarak gözler önüne sermek ve göstermek güzelliklerini yaratıcının, tanımayanlara, bilmeyenlere, göremeyenlere…
“Allah güzeldir ve güzeli sever”.. Yarattığı her şeyi tezyinatının muhteşem nakışlarıyla süslemiştir.. Cemil isminin cilvelerini serpmiştir kâinata ve yarattığı her varlığa.
Renk vermiş, boyut katmıştır. Güzele aşk ile bağlı olanları kendi aşkına yönlendirmek için. Güzele kendi güzelliğinden değer katmak, güzelliğin asıl menbaına meftun etmek için…
Ve aşk, sazyolu olur..
Bütün giriftliğine rağmen, yine de teshir eder insanı ve kendisinden geçirir esrarlı kıvrımlarında…
Aşkın derin anlamlarında ve gizli boyutlarında yol aldırır insana.
Eritir benlikleri o yumuşak, o tatlı kıvrımlarıyla...
Tıpkı demirci ateşinde kor olup, hamurlaşan ve yoğrulup şekil alan demir misali. Benliğiniz erir aşkla ve yeniden doğar günahsızlık ikliminde hayata. Ham ruhlar aşkın kıvamında yumuşar ve aşkın şeklini alır, olgunlaşır itaatle...
Sanki insan karakterinin sertliklerini törpüleyip, yumuşatmak için çizilir o muhteşem kıvrımlar…
Kırmızı ile yeşilin birbirine zıt uyumu ve sevdanın gül kurusu rengine boyanır aşkın efsunkâr ikliminde…
Ve aşk, penç olur, hatayî olur…
En saf duruluğu ve en net açıklığı ile aşkın…
Aşkın rengarenk şekliyle..
Tutku, nar çiçeği , hüzün moru ve çılgın delikanlı fuşya…
Çizgiler, derinlik katar varlıklara. Ama belirgin değildir tam net şekilde. Varlığın yoklukla iç içe olması gibi. Ölümle hayatın her an birbirine geçmesi gibi. Tabiat canlıdır, çizgilerse cansız. Ama resmedilen anlamlıysa, ruh katar, boyut ekler varlıklara. Belki ruhunda derin anlamlar arayanlara yol göstermektir amaç. Ya da saklambaç oynayan çocukların birbirlerini buldukları andaki sevincin aynını yaşatmak için. Aramanın heyecanı bir başkadır, yaradılıştaki derin anlamları. Hayatı monotonluktan kurtaran, çizgilerin dilini tefekkür etmektir. Anlam katmaktır hayatına belki de..
Esrar perdeleri kalktıkça keyifli bir merak uyandıran ve daha çok aramağa yönelten bir sırdır bu.. Aradıkça bulursun, buldukça daha çok ararsın..
Muhteşem bir kasrın en ihtişamlı odasına çıkabilmek için merdivenleri tek tek tırmanmak gibi. Her adımda daha çok yakınlaşmanın verdiği coşkulu heyecanla ve iştiyakla, daha büyük adımlar atabilmek için çabalarsın. Her katta birbirinden daha muhteşem odaları gördükçe en güzeline daha da meraklanırsın.
Ruhunun esrarını aklın hayretiyle çözebilmek adına..
İnce ince nakşedersin yüreğini kâğıtlara, boyalarla ve altının tozuyla.. Çiçeklenir desen desen ruhun, fırtınaları sükûnete kavuşur her bir fırça darbesiyle...
Çizgilerin ve renklerin çokluğu ile birlikte, görünümdeki bütünlük ve birlik.. İnsana ihtar eder ki; varlıkların çeşitliliği ile birlikte onları yaradan tektir. Kesret ile vahdet içiçedir. Kesretten vahdete geçiş, yine vahdet içindeki kesret ile beslenen insana aiddir...
Her yaradılanın en üstünü, ruhî terakkîsini tamamlarsa melekleşen, aksi durumda ise hayvanî evsaftan kurtulamayan...
Bir başka deyişle, yaradanına, tüm yaradılanların ezkârını ikram etme şerefine layık görülen varlık.
İnsan..
Ve çizgi...
Tahrirle hatlarını belirlersin yaptığın resmin. Bu hem daha belirgin kılar resmi hem de görünümdeki estetiği tamamlar.
Hayatın hatlarını da bir belirleyen vardır. Sanki Rabbinin belirlediği hattın dışına çıkmamasını ve o ölçülerde yaşamasını ihtar eder insana.
Ya da "had"dini bilmesi gerektiğini...
İslâmî yaşantıdır insanı insan kılan ve O’nu özelleştiren. İnsanın içindeki dünya ile dış dünyayı ayırd eden ve belirginleştiren.
Öyle bir kültürdür ki bu, ilhamını İslâm’dan alan atalarımız hem mîmarîde hem san’atta hatta müzikte bile bu derin tefekkürün izlerini yansıtmışlardır gelecek kuşaklara. Yani dîni bir bütün olarak okuyup, öyle ince perdelerde hayata aksettirmiş ve öyle yaşamışlardır.
…
Bir taraftan yüreğini çizerken, çaylı kâğıtlara nakış nakış bir taraftan da tefekküre davet eder insanı...
Düşün ki, seni ruhsuz bir çamurdan yaratıp, en yüksek istidadlarla donatan Rabbinin sonsuz kudretini…
O ki, bir et parçası olan beynine, düşünme ve sayısız ve karmaşık fonksiyonları yerine getirebilme kabiliyeti verdi. Bir yağ parçası olan gözüne rengârenk bir dünyayı temaşa edebilme yeteneğini giydirdi. Diline sayısız yiyeceğin tadını alabilme, burnuna milyonlarca farklı kokuyu ayırd edebilme istidadını verdi. Bununla da kalmayıp, gözünün zevkine, dilinin iştahına ve burnunun hissiyatına yakışır nimetleri sana ikram eyledi…
Sen şimdi O’na edeple boyun eğ, teslim ol…
Dua ile başlarsın hat yazmağa..Önce yüreğine yazarsın sevdasını yaradanın...
Yıllarca bıkmadan, usanmadan dinlersin kamışın ahenkli musikîsini.Önce onun zikrini dinlersin sükûnetle, daha sonra da kendin zikredersin edeple.
Fırçanın teri de damlayınca kâğıtlara, Kâinatın Sahibi’ne en güzel dilekçe olur eserlerin böylece..
İnsan ruhundaki karmakarışık duyguların suya akıtılarak durulup, berraklaşması ise ebrudur.. Boya ile buluşan kitreli su bulanırken, ruhlar arınır, durulur ve dinginleşir..
Renkler, derya olur, akar bütün coşkusuyla ebru teknesine. Artık kabına sığamayan ruh kurtulur prangalarından ve ulaşır hasretle engin deryalara..
O coşkulu duygu fırtınası munis bir berraklıkla dinginleşir ve sakinleşir suyun huzur veren duruluğunda..
Bütün hissiyatın dökülür tekneye ve renklere dönüşür.. Alabildiğine engin, alabildiğine mavidir özgürlük..
Ebru bir aşkın adıdır yüreklerden tekneye akıtılan..
Bazen gözyaşı olur yaralı bir kalbden damlayan, bazen de bir tebessümdür rengârenk huzmeleri etrafa saçılmış bir güneşle sembolize edilen. Renk olur, desen olur bembeyaz kâğıtlarda ruhunuz, tecessüm eder, şekle bürünür.
Yâr olur, yaren olur, dost olur, sırdaş olur kâğıtlar. Bazen de yürekte gizli bir sevda. Kimseye diyemediğiniz sırlarınızı dökersiniz usulca, bulanık sulara. Sanki o bulanıklıkta kaybolsun istersiniz o dertler, yok olsun bir daha yakmasın yüreğinizi..
Hayretle hayran olursunuz ortaya çıkan şekillere..
“İşte”, dersiniz. “Bu benim ruhum”…
Her eser, müzehhibin, hattatın ya da ebrûzenin ruh halini yansıtmış ve yaşantısının ipuçlarını taşımıştır günümüze..
İnsan, karakterinin en detaylı bilgilerini şifreler çizgilerinde.. DNA sarmalı gibi, motifleri iç içe geçmiş ruhî genomlarını taşır geleceğe ürettikleriyle..
Yüzyıllar öncesinden kalan bir tırnak ya da bir saç kılından o zamanın toplumlarının nasıl yaşadıklarının, nasıl bir yeme içme kültürüne sahip olduklarının anlaşılabiliyor olması gibi, bence toplumların san’atsal zevkleri de bıraktıkları eserler ile anlaşılabilmektedir. Bizim atalarımızın bu anlamda da bütün toplumlardan yüksek bir zevke sahip oldukları gayet açık ve nettir. Yüreklerinin, fikirlerinin ve ruhlarının inceliği, naifliği yaptıkları eserlere yansımış ve bu de toplumsal hayatlarına yön vermiştir.
İnce ruhlu insanların işidir san’at. Ekmeği sabır, suyu ise tefekkür olan bir iş..
İşte insan ruhuna bu kadar önemli katkıları olduğunu düşündüğüm klasik Osmanlı San’atları olan, Hüsn-ü Hat, Tezhib, Minyatür ve Ebru san’atlarının bu yönünden ilham alarak bir tez geliştirdim. Diyorum ki, bu tür işler daha çok yaygınlaştırılmalı toplumda. Tanıyanlar, bilenler, tanıtmalı, sevdirmeli.
Ve psikolojik tedavide kullanılmalı, diye düşünüyorum. Bunun hem tedavi sürecini kısaltacağına hem de etkili bir süreç gelişmesine katkıda bulunacağına inanıyorum.
Emekli olmuş insanlar, sağda solda vakit öldürürken, kendilerini işe yaramaz, ölümü bekleyen birer fazlalık olarak görüyorlar. Bu da ruhsal bazı sorunlar yaşamalarına neden oluyor. Yıllarca çalışmışlığın verdiği yoğun alışkanlık birden bire meşguliyetsizliği getirince bu çok doğal bir seyir elbette. Bunun yerine bu tür uğraşlarla kendilerini geliştirebilirler, topluma da katkı sağlayıp, ruhlarını arındırabilir, dinlendirici özelliğinden istifade edebilir yorgun bedenleri..
Ev hanımları mahalle aralarında oturup, dedikodu yapmak ya da televizyondaki seviyesi düşük programlarla vakit öldürmek yerine, daha faydalı olduğunu düşündüğüm bu tür işlerle ruhî bir gelişim sürecine dahil olabilirler. Bu şekilde hem çocukları hem sevdikleri için de güzel şeyler yapmanın heyecanını keyife dönüştürebilirler.Hatta bu yolla ev ekonomisine katkı bile sağlayabilirler..
Her işlerinde ince manalar, derinlikler gizli olan, Osmanlı insanının, fedakârlık, hoşgörü ve incelikte hayret uyandıracak kadar ilerde olmalarında bu san`atlara verdikleri önem büyük rol oynuyor düşüncesindeyim. Günümüz insanının ise kaba ve duygusallıktan uzak, maddî düşünen birer varlık olması uzaklaştığımız değerlerin eksikliğini hissettiriyor hayatımızda sanki..
Yeniden o ruhu yakalayabilmemizi arzu ediyorum iştiyakla. Ne muhteşem insanlar olduklarını düşünüyorum her araştırmamın neticeleriyle birlikte. Hayranlığım daha bir artıyor o güzelliklere..
Unutmamak gerek; Toplumlar fert fert düzelecektir. Düzelme yolunda da her insan bu bilinçle hareket etmelidir...
Son söz olarak, çok değerli bir şair olan Sayın Sümer Şenol Hocam, kulakları çınlasın, O’na ait bir ifade ile bitirmek istiyorum:
"Hobisi olmayanın fobisi olur"…