- 437 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DÜET'Lİ YORUM
BU İŞİ DÜET’Lİ YORUM
BOP Eşbaşkanlığı, AKP hükümetini bir hayli yıprat-tı. BOP Eşbaşkanı olmak-la gururlanan ve BOP kap samında üzerine vazifeler yüklendiğini ve bu vazifeleri yerine getirmek zorunda olduğunu söyleyen baş bakan, şimdi yalnız ve çaresiz kalmanın şaşkınlığını yaşıyor. BOP Eşbaşkanlığı yapmanın ‘Baldıran Zehiri’ içmek anlamına geldiğini bizzat başbakan söylemişti. İnsanlar, bu söz üzerine biraz düşündüğünde çeşitli fikirler üretebilir ve yorumlar yapabilir. Bir insan neden ‘Baldıran Zehiri’ içmek zorunda kalabilir? Bu zehri kim ‘Bal Şerbeti’ diye başbakana sunabilir? Bu soruların cevabını elbette Başbakan daha iyi bilir.
ABD’nin, AB ülkelerinin ve İsrail’in BOP kapsamında Ortadoğu Coğrafyası’nda ve Türkiye üzerinde çok tehlikeli hedefleri bulunmaktadır. Basında, medyada ve bu konuyla ilgili yazılan kitaplarda, AKP’ye ‘Atlantik’ ötesinden iktidar sözü verildiği yazıp çizilmiştir. İktidar sözü alanlar da, elbette kendisini o makamlara taşıyan küresel aktörlerin isteklerini yerine getirme sözü vermiş olmalı ki; on bir yıl boyunca Türkiye’yi şekilden şekle sokmuşlardır. Yaptığı özelleştirmelerle küresel sermayelere Türkiye’nin yeraltı-yerüstü zenginliklerini ve kamu iktisadi teşekküllerini devretmektedir. Bununla da yetin-meyen hükümet, Türkiye topraklarını da çeşitli projelerle yine yabancılara satmaktadır. Hükümet, on bir yıl boyunca satarak Türkiye’nin içini boşaltmış ve sıra DDY’na, Fırat, Dicle ve Kızılırmak gibi güçlü su havzalarına gelmiştir. Türkiye’de bulu-nan pek çok tarihi okullarımız, saraylarımız ve yalılarımız da özelleştirme kapsamına alınmıştır. Ormanlarımız da ‘2B Ya-sası’ ile yabancı yatırımcılara devredilmektedir. Küresel aktörler, Türkiye yönetimine sürekli Türk Devleti’nin küçülmesini buyurmakta; özelleştirmelerin ‘Global” bir anlayış olduğunu öğütlemektedir. Bana göre; Fırat’ın, Dicle’nin ve Kızılırmak’ın da yabancılara devredilecek olması ‘Baldıran Zehiri’ içmek-ten daha kötüdür. Çünkü; zehir içildiğinde anında öldürür; ancak bu zehir öyle bir zehirdir ki, öldürmeyip, kıyamet saba-hına kadar süründürür. Türk Ekonomisi’ne doksan yıl boyunca gelir getirip, hizmet eden dev sanayi işletmelerinin ‘Zarar ediyorlar. Bu işletmeler, Devletin sırtında kambur” palav-ralarıyla yabancı sermayelere devredilmesi de ‘Baldıran Zehiri’ içmekten daha vahim sonuçlar doğuracaktır. Bugünkü Hükümet, sınırsızca yaptığı bu özelleştirmelerle Türkiye’nin gelir kapılarını birer birer yabancılara devrederek aslında Türkiye’nin egemenliğini de ‘Küresel Çetelere’ devretmiş olmuyor mu? Bu noktada sormak gerekir ki; içi boşaltılmış bir Tür-kiye’nin hızla kalkınabilmesi mümkün müdür? Limanları ‘Küresel Çetelere’ devredilmiş bir Türkiye’nin savaş anında ve deniz ticaretinde başarı elde etmesi mümkün müdür? Madenleri, su havzaları yabancı sermayelere devredilmiş bir Türkiye’nin güçlü bir ekonomi yaratabilmesi mümkün müdür? Eğitimi, iç-dış siyaseti ve ekonomisi dış güdümlü bir Türki-ye’nin çağı yakalaması, süper devletlerle yarışabilmesi mümkün müdür? Tüm bunlara, ‘Evet, mümkündür’ diyenler, lütfen bir izahta bulunsunlar da yanıldığımızı anlayalım!
Dış güdümlü bu açılımlar, AKP Hükümeti’nin maddi açılımlarıdır. Batılı-Haçlı Dünyası, Türkiye’nin içini sadece maddi açıdan boşaltmakla kalmıyor, maneviyatımızın bağrına da hançer saplıyor. ‘Dinlerarası Diyalog-Ilımlı İslam ve Medeniyetler İttifakı’ safsatalarıyla da İslam Dini’nin ve Türk Milleti’nin içini boşaltıyorlar. ‘Batı endeksli eğitim modeli’ saçmalıklarıyla Türk Eğitim Sistemi’ni yaz-boz tahtasına çevirerek Milli bir eğitimden Türk Gençleri’ni mahrum bırakıyorlar. Düşünen, araştıran, üreten ve ne yaptığını iyi bilen bir Türk Nesli istemiyorlar. Batılı-Haçlı Dünyası’nın istediği gençlik; din uykusuna yatırılmış ve Batı’ya hizmet eden bir gençliktir. Batı-lı-Haçlı Dünyası, Hükümet üzerinden hareketle Türk Milleti’ne ‘Camii, Kur’an ve Türban’ göstererek Türk Milleti’ne ait olan her şeyi ele geçirip, yarının güçlü Türkiye’sinin önüne set çekiyorlar. İşte din uykusuna yatmanın acı faturası; bir bütün Türkiye’nin ekonomik, inanç ve kültürel değerlerinin buhar olup uçmasıdır!
Türkiye, Batı ülkelerine entegre olmakla birlikte, istihbaratını da paylaşıma açmıştır. PKK Terör Örgütü ile yapılan mücadelede ABD, çift yönlü istihbarat sağlamıştır. ABD, bir yandan dağdaki eşkıyalara istihbarat sağlarken, diğer yandan da Türkiye’ye istihbarat sağlamıştır. PKK Terör Örgütü ile mücadele eden TSK, ABD’nin aktardığı istihbarat ile yeri gelmiş boş dağları ve mağaraları bombalayarak eli boş dönmüştür. 2002 yılında PKK Terör Örgütü ile ciddi bir mücadele yapılmış, Genel Kurmay’ın yıllık terör raporunda, bir yılda verdiğimiz şehit sayısının sadece yedi olduğu net bir şekilde açıklanmıştı. Ancak; 2003 yılından sonra, ‘Terör ile Mücadeleler’ rafa kaldırılmış, ‘müzakereler’ sürece başlatılmıştır. İşte bu süreçte PKK hiç olmadığı kadar can almaya ve Türkiye’yi tehdit etmeye başlamıştır.
Hükümet ile PKK Terör Örgütü arasında yapılan bir anlaşmayla “silahlar susmuş, analar göz yaşı dökmemiştir” Bu barış sürecinde dağdaki eşkıyalar Türkiye sınırlarını terk edecek; dağlar teröristlerden temizlenecekti. Bu, hükümetin beklentisiydi. Ancak; teröristler dağları terk etmemiş; bir yıl süren bu suskunluk dönemini ‘dinlenme, toparlanma ve güçlen-me’ dönemi olarak değerlendirmiştir. KCK militanları şu anda doğu ve güney doğu bölgelerimizde tahsilat memuru gibi davranarak vergi toplamakta; elektrik, su ve doğalgaz faturaları tahsil etmektedir. Ayrıca; yol kontrolleri yaparak bir asayiş memuru gibi davranmaktadır. KCK militanları; “Amed’ diye adlandırdıkları ve Kürdistan’ın başkenti olarak gördükleri Diyarbakır’da öz savunma gücünü, yerel mahkemelerini ve parlamentolarını oluşturma aşamasına gelmişlerdir. Bebek Katili’ Apo’nun posterleri şehirleri ve kırsalları süslemekte, marşları bu bölgelerimizde yankılanmakta; Kürdistan bayrakları dalgalanmaktadır. ‘TÜRKÇE’ isimli illerimizin, ilçelerimizin ve köylerimizin isimleri hükümetin talimatıyla ‘KÜRTÇE’ isimlerle değiştirilmektedir. Bu bölgelerimizde ne Türk Marşı söylenebilmekte, ne de Türk Bayrağı dalgalanabilmektedir. Durum bu olunca; bu bölgelerimizin fiilen T.C. Devleti’nden koparıldığını ve ‘Türkiye Kürdistan’ının’ resmen ilan edilmesinin an meselesi olduğunu söylemek herhalde saflık olmasa gerek.
PKK Terör Örgütü, Batı desteği ile bu günlere kadar gelebildi. Şimdi ise daha fazlasını istemektedir. Hükümete seslenerek; gizli kapılar arkasında PKK’ya verilen sözlerin artık yerine getirilmesini istemektedir Aksi halde, Türkiye’yi yeniden kan gölüne çevireceklerini hem meclis kürsülerinden, hem Diyar-bakır’dan, hem İmralı’dan ve hem de Kandil’den koro halinde haykırıyorlar.
Başbakan, geçtiğimiz günlerde bir ‘Demokratikleşme Paketi’ açıkladı. APO-BDP ve PKK, bu paketin Kürtlerin beklentilerine cevap vermediğini; ancak şimdilik ‘yetmez ama evet’ demek zorunda kaldıklarını söylemişlerdi. Başbakan ise; ‘bu daha başlangıç…” diyerek, ileriye dönük açıklamalarda bulunarak ‘kalleşlerin Sesi’ne cevap vermiştir.
Hükümet, yaklaşan yerel seçimler arifesinde yeni açılımlarla doğu ve güneydoğu illerimizde oy avcılığına başlamıştır. 16 Kasım 2013 tarihinde, Diyarbakır’da toplu açılış törenlerini mi-ting havasına çevirerek, Şivan Perver-İbrahim Tatlıses soslu ‘DÜETLERLE’ bu mitingi taçlandırmıştır. Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir ise ev sahibi olmanın ve amaçlarına uygun adım yaklaşmanın heyecanıyla iyi bir ev sahipliği yapmıştır. Başbakan; yedeğine aldığı Barzani, İbrahim Tatlıses, Şivan Perver ve Osman Baydemir ile samimi dostluk gösterisinde bulunarak düşman çatlatmış; birlikten, beraberlikten, barıştan ve kardeşlikten dem vurmuş, tek bayrak, tek vatan sözlerinin ardından da ‘Kürdistan’ sözcüğünü telaffuz ederek Diyarbakırlıların şahsında tüm ayrılıkçı Kürtlere mesajlar vermiştir!
Başbakanın yanında yedeklenen şahısların vakti zamanında söyledikleri sözleri hatırlayalım: Osman Baydemir; KCK operasyonlarının yapıldığı dönemde; “Meşe ağacının dalları nerenize battı sayın hükümet? Bizi şahin ve güvercin diye ayırmayın. Has’tir diyorum has’tir” diyerek ağır hakaretler-de bulunmuştu. Başbakan ise; Osman Baydemir’e 30 bin liralık tazminat davası açmıştı.
Yahudi bir ailenin çocuğu olan ve BOP kapsamında Irak Bölgesel Kürt Liderliğine yükseltilen Mesut Barzani ise vaktiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne şu hakaretlerde bulunmuştu: “Türklere kedimi bile vermem” Bir başka sözü; “Türki-ye’nin Musul ve Kerkük’e müdahalesi bizim için savaş sebebidir” diyerek Türkiye’yi ve yönetimini tehdit etmişti. Bu tehditler karşısında Başbakan, Barzani’nin bir aşiret reisi olduğunu ve asla muhatap alınmayacağını; ayrıca Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti’nin kurulmasını da savaş sebebi olarak göreceğini söylemişti. Hey gidi günler hey! Ne çabuk gelip-geçi-yor! Tehditler, hakaretler nede çabuk unutuluveriyor!
Eli ve zihni kanlı olan bu sefil yaratık; ABD’den ve İsrail’den aldığı desteklerle Kuzey Irak’ta PKK Terör Örgütü’nü yıllarca beslemiş, büyütmüş ve Türkiye’ye yollayarak binlerce Mehmetçiğimizin, sivilimizin katledilmesinin baş mimarı olmuştur. Babası Molla Mustafa Barzani ise 14 Temmuz 1959 yılında genç, yaşlı, kadın ve erkek demeden binlerce Türkmeni katlederek tarihe ‘Kerkük Katili’ olarak geçmişti. Genlerinde Türk düşmanlığı bulunan Barzani aşiretinin evladı Mesut Barzani; Mart 2011 yılında düzenlenen AKP Kongresi’ne davet edilmiş; “Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganlarıyla kürsüye davet edilmiş ve konuşturulmuştu!
Şivan Perver de, diğerleri gibi ‘Barış Güvercini’ olarak Türk Milleti’ne sunulmuştur. Oysa bu sefil yaratığın zihninin arka planında nasıl bir fikriyatın yattığını şu sözlerinden anlamamız mümkündür: “Ben Kürdistan için türkü söyledim. Kürtler devlet tarafından hep horlanmış, küçük görülmüş, terörist ve bölücü olarak algılanmış” Türkiye’ye geldiğinde ise; “Benden özür dileyecekler. Özür dileyerek beni geri gönderecekler. Ben açılıma katılıyorum ve hükümetin tutumunu destekliyorum. Gül ve Erdoğan iyi bir adım attılar. Açı-lım, Kürt halkının millet olarak kabul edilmesidir. Çözüm için PKK’nın da sürecin içinde olması gerekiyor”
Koltuk, makam ve mevkii sevdası insanlara neler yaptırıyor! Başbakan, konuşmasının bir bölümünde Ahmet Kaya için; “O’nun suçu saz çalmaktı…” diyerek Türk Milleti’ni yanılt-mayı hedeflemiştir. Oysa, Ahmet Kaya’nın suçu saz çalmak değildi. PKK Terör Örgütü’nü ve APO’yu öven şarkılar söylemesiydi. Almanya’da PKK’nın düzenlediği organizasyonlarda APO posteri altında Türk Devleti’ne ve Milleti’ne hakaretler yağdırmış; “Vallahi ben onu çok özledim…” diyerek Apo’yu kutsamıştı. Ahmet Kaya, bölücülük suçu işlediği için, içeri tıkılmaktan korktuğu için Almanya’ya kaçmıştı. Oradaki dostları Türkiye’den ne getirdiğini sorduklarında; “Arabam şerefsizlerin ülkesinde kaldı” diyerek Türk Milleti’ne hakaret etmişti. Bu sefil yaratık, Paris’te bir konser vermiş; giriş kapısına da; “Türkler ve köpekler giremez” tabelasını astırmıştı. İşte, Türk Milleti’ni her fırsatta aşağılayan bu sefil yaratığı hükümet baş tacı ederek oy devşirmenin yollarını aramıştır. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise; Ahmet Kaya’nın ölüm yıldönümü nedeniyle; “Ahmet Kaya’sız bir müzik, nefessiz kalır” şeklinde bir açıklama yaparak, Ahmet Kaya’ya (eşine) ‘Devlet Ödülü’ vererek; bu sefil yaratığın tüm hakaretlerini taçlandırmıştır! Ancak; Türk Milleti, kendisine hakaret edenleri, aşağılayanları ve onları ‘yoldaş’ görenleri tarihimizin hiçbir döneminde unutmamış ve bundan sonra da unutmayacaktır! Asıl ödüle layık görülmesi gerekenler; hak, vatan ve millet aşağı Büyük Halk Ozanımız,‘Bozlağın Sesi’ Neşet Ertaş’ımız ve ‘Benim Sadık Yarim Kara Topraktır” diyen Aşık Veysel’imiz değil midir?
16 Kasım 2013 tarihinde düetlerle soslanıp süslenen açık hava toplantısında pek çok gariplikler yaşanmıştır. Başbakan, ayrılıkçı Kürtlere şu açıklamalarda bulunmuştu; “Dağlardan inecekler! cezaevleri boşalacak! Başbakan, İmralı Cezaevi’nde hainliğinin bedelini çekmekte olan ‘Bebek Katili’ Apo’nun, KCK ve PKK tutuklularının da artık özgür kalacağının sinyallerini vermiştir. Ne tuhaftır ki; başbakan Ankara’ya döndüğünde af ile ilgili sorular karşısında; “Ben genel aftan bahsetmedim. Genel af hiçbir zaman gündemimizde olmadı. Ben sadece hayalimde olanları söyledim” diye cevap vermesi; başbakanın iyice yıprandığını ve sağlıklı düşünemediğini açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Bu tarihi gerçeklerin toplamına baktığımızda; AKP Hükümeti’nin Türk Milleti’nin bekasına, dirliğine, birliğine, bayrağına, vatanına ve marşlarına kastedenleri ‘yoldaş’ kabul ettiğini görüyoruz. Ayrıca, Ortadoğu Coğrafyası’nda İslam ülkelerinin rejimlerini, devletlerini ve liderlerini devirmekle görevlendirilmiş olan terör örgütlerinin AKP tarafından desteklenmesi, Türkiye’yi terörü destekleyen bir ülke konumuna sokmuştur. Bu sakat ve tehlikeli politikalar, Türkiye’nin vizyonu ve misyonu asla olamaz. Türkiye bir hukuk devletidir; bu bakımdan, Türkiye yönetiminin muhatapları da meşru yollarla ülkelerini yöneten liderler olmalıdır.
Hatırlatmakta fayda vardır ki; bugün AKP yönetimi tarafından desteklenen terör örgütleri, ileride Türkiye için ciddi tehlike olabilir. Tıpkı PKK Terör Örgütü gibi kan ve şiddet yöntemlerine baş vurarak Türkiye’den özerklik ve daha başka isteklerde bulunabilirler. Ne yazık ki; Türkiye’nin yapısı bu tür isteklere uygundur. Bu nedenle; seçim vakti geldiğinde vatandaşların tüm siyasi partilerin parti programlarını iyice analiz etmesi ve ona göre oy vererek Türkiye’yi bu garabetten kurtarması gerekir. Zira Türkiye’nin sonu hiç iyi görünmüyor!
16.11.2013
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.