Bir Yudum MERHAMET...
Bir kış gecesi hıçkıran bir çocuğun sesiyle bozulur evin sessizliği, biraz sonra kapıyı açan annesiyle birlikte son bulur çocuğun korkusu hıçkırışları ve su ister annesinden bir süre saçlarında dolanır annesinin elleri kapanır kapı ve çocuk uykuya dalar, huzurla kucaklar geceyi.
Çocuk gerçekten susamış mıdır? Hayır çocuk sadece yudum yudum merhamet akıtmıştır içersine.Kapıyı açan, saçlarında dolanan o el merhametin ta kendisidir. Ve biz ilk çığlığımızda tanışırız merhametin en saf haliyle.
Sonra büyür çocuk, ilk adımını atarken merhamet tutar ellerinden. Ateşlendiğinde merhamet bekler başucunda. Sokağa ilk adımını attığında sokaktaki yavru kediye sızlayan içinde filizlenir, yudum yudum içine dökülen merhamet. Ağlayan birisine ağlayabildiğinde fidan olur ve bir baba gibi merhametini her hücresinde taşısa da yalnız gözlerinden dışa vurabildiğinde çınarlaşmıştır artık.
Ama öyle bir dünya ki yudum yudum içilen o merhamet sonsuz bir boşlukta kayboluyor her geçen gün. Ağlayanla ağlamak düşene içi sızlamak yerine başkalarının düşüşlerinin bizim zaferlerimizi taclandırdığı oluyor, merhameti çocukluğumuzda bırakıp çıkarları yükleniyoruz sırtımıza. Yarınlara ne babamızın gözlerindeki ışıktan bir iz ne annemizin avuçlarıyla nakış nakış işlediği merhametten bir zerre taşıyoruz. Oysa hepimiz içiyoruz o merhamet suyundan, yaratılışımız bile yaratanın merhametindenken nasılda yabancılaşıyoruz içimizdeki o küçük fidana.
Oysa yaşamımızın her anında bizi kucaklayan yüzümüzü aydınlatan her iyiliğin içinde merhametin bir parçası duruyor boylu boyunca. Bir ulusu esaretten kurtaran ulu bir önderin içindeki vatan aşkı da merhametin çınarlaşmış hali, bir öğretmenin bir harf öğretmek için döktüğü her damla ter de merhametin bir başka boyutu.
Hayatın her anı merhametten bir parçayla örülüyken ve hayat biz merhamet ettikçe anlamlıyken biz nerelerde aradık merhameti. Bir sevgilide aradık bazen bir dostta, bir yol arkadaşında dipsiz bir kuyuydu arayışlarımız. Hayal kırıklıklarıyla doldu bazen avuçlarımız merhamet beklediklerimizden merhamet göremedik ya da merhametin adını başka şeyler koyup sitem ettik ne merhameti en saf haliyle sunan annemiz geldi aklımıza bu sitemlerde ne bizi bütün merhametiyle kucaklayan babamız.
Hep bize merhamet edilmesini bekledik, nasıl diyordu şair; ‘ merhamet olmazsa kalp kiracında tahtında kurtarmaz seni tacında…’
Ararken kalp kiracımızı sitemlerle dolu dünler yerine merhametin kendisini kiracı etsek ya kalbimize, sonsuz bir kiracı, bir babanın yüreğinde çınarlaşıp gözlerinden çakmak çakmak içimize dökülen içimizi sıcacık eden o merhamet kadar asil bir kiracı. O zaman ne dünlere sitemler ne yarınlara korkular kucaklar bizi. İlk çığlığımızda bizi kucaklayan sarıp sarmalayan o merhamet elbet içimizdeki kiracıyla beraber kucaklayacaktır bizi. Gün olacak içimizde çınarlaştırtığımız o fidanın gölgesinde baştan aşağı merhamet ve sevgiden örülü bir dostla yudumlayacağız yorgunluk kahvelerimizi. Biz öldürmedikçe içimizdeki çocuğu, en saf halini merhametin arayışlara uzaklara dalmaya gerek yok bulmak için. Dipsiz kuyulara derin uykulara gerek yok. Dönün ve sorun kendinize ‘ EN SON BİRİSİ İÇİN NE ZAMAN DOLDU GÖZLERİNİZ ya da kimin merhametinin farkına varıpta ona tebessüm ettiniz.
Cevabınız yudumladığınız merhamet suyunuz olsun...