- 1843 Okunma
- 16 Yorum
- 2 Beğeni
Doğumla Ölüm Arasında Bir Küçük Tebessümdür Yaşamak...2
Kısa bir süre sonra, Ankara Esenboğa’da karşıladım onu. Hasretleri genellikle sevince dönüştüren o heyecanlı bekleyişler vardır ya hani; vakit asla geçmek bilmez, yerinizde duramazsınız, başınıza, midenize ağrılar saplanır, deli danalar misali dolanır durursunuz, bir an önce vuslatla kucaklamanın sabırsızlığını yaşarsınız. İşte öyle bir bekleyişin nihayetinde, katlanılması zor bir ızdırap fırtınasının anaforlarına kapılmışken; elinde, Trabzon Farabi Hastanesinden aldığı, sarının en çirkin renginde bir hastane raporu dosyası ile çıktı geldi uçak merdivenlerinden.
Boynunun sol ön tarafında,şah damarının hemen yanı başında yer alan, vücudunun başka bir bölgesinden transfer edilen ve ölümün tüm soğukluğunu çağrıştıran soluk renkte bir deri parçası ile, biraz da beceriksizce kapatılan kocaman bir yarayı; biraz üzgün, biraz mahcupça, bir küçük sargı bezi ile gizleme gayreti içindeyken karşılaştık.
Uzun boyuna yakışan erkek yürüyüşünden, hayatın tüm zorluklarının inadına, başını hep dik tutuşundan, zamanı delip geçen ve hep ufuk çizgisine bir mızrak misali saplı kalan, insana inanılmaz güven aşılayan keskin bakışlarından eser yoktu. İnce ve biçimli dudaklarında konaklamaktan her zaman büyük zevk alan tebessümlerini, ve günün her anında etrafındakilere aktarmayı başardığı pozitif enerjisini, alışagelmişliğin aksine bu son yolculuğunda yanında getirmemişti. İlk kez çok sevdiği ve sevildiğini bildiği ağabeyine eli boş gelmişti. İlk kez, yüreğinde daima itina ile muhafaza ettiği mutluluk sihrini, geldiği yerde, tedavisi zor bu hastalıkla ilk tanıştığı soğuk bir hastane odasında bırakmıştı.
O gün, bir başka kucakladı beni, bir başka sardı. Ağabeyi, sanki avuçlarından bir kuş misali uçup gidecekmiş gibi, olanca kuvveti ile sıktı sıktı. Konuşmadı hiç, söküp koparamadım sarışlarını uzun bir süre. Bir başka acıttı içimi o gün susuşları, gözlerinde süzülüp giden bir iki küçük gözyaşı damlası. Sevdiğiniz birinin, yorgun kalp atışlarını hissetmek var ya, canından can koparıyor insanın, kahroluyorsunuz.
Çok zaman geçirmedik. İş yerimden süresiz izin aldım, diğer kardeşim de çıktı geldi yaşamakta olduğu şehirden. En azından moral destek olsun diye, ayrılmadık tüm tedavisi boyunca yanından.
Ankara Onkoloji Hastanesi, Türkiye’nin en büyük ve önemli kanser hastanelerinden biridir biliyorsunuz. Yeni mahalle ilçesinin, alçak tepelerinin birine kurulmuş, oldukça geniş bir yerleşim alanına sahip, ulaşılması kolay, mimarisi de diğer eski hastanelere oranla gerçekten güzeldir.
Geniş otoparkları, ağaçlandırması, dört bir yanınızda uzanan Ankara manzaraları, alışveriş ve konaklama merkezlerine yakınlığı, temiz ve Karadeniz yaylalarını hatırlatan havası ile gerçekten güzel bir hastanedir Ankara Onkoloji.
Her şeyi güzeldir de, içindeki insan manzaralarına sıra geldi mi, işin rengi inanılmaz boyutta değişir. Orada karşılaşacağınız tablo, çok yakar insanın yüreğini, hüzün bulutları çöreklenir ruhunuza; duygularınıza, hayatın realitesini tam manası ile orada kavrar, orada sağlığınız kıymetini daha iyi anlarsınız.
Bir zamanlar iyi bir gelir kapısı olduğu, şu anda atıl durumda olan bariyerler ve araç girişini engelleyen demir kapanlardan anlaşılan hastane otoparkına ilk ayak bastığınızda, gerçekten insanın içini acıtan manzaralarla karşılaşıyorsunuz.
Kanser hastalığı, tedavisi oldukça uzun soluklu olan ve yüksek moral motivasyon gerektiren, tüm bu çabaların sonunda da maalesef kısmen sonuç alınabilen bir hastalık.
Ankara Onkoloji Hastanesi’nin otoparkı, günümüzde yaşadığımız kısır çekişmelere nazire yaparcasına; ülkemizin dört bir yanından, küçücük de olsa, bir ümit kıvılcımı peşine takılıp gelen anneler, babalar, evlatlar, akrabalar ile dolup taşıyor. Bu insanlar, birer barınma,yeme içme, uyuma, velhasılı yaşama mekanı haline getirdikleri araçları ile orada bir arada yaşıyor; ortak bir kaderi paylaşmanın, her birinin yüreğini başka türlü dağlayan bir acı karşısında, dayanışmanın en güzel örneklerini sergiliyorlar.
Gülümsemeyi unutan yüzleri, uykusuzluktan kızaran gözleri, yerlere serilen kilimler, battaniyeler, karton parçaları üzerinde yatmaktan kırışan elbiseleri, bakımsızlıktan birbirine karışan saç sakallar ve mutsuzluğun en koyu grisini yansıtan donuk bakışları ile bir mahzun insan topluluğu.
Bu gariban insanlar, tüm olumsuzluklara, tüm hüzünlerine rağmen, genlerinde taşıdıkları misafirperverlik ve komşuluk ilişkileri ile ilgili güzellikleri, burada bile ellerinden geldiğince yerine getirmeye çalışıyorlar.Hastaneye yolu yeni düşen bahtsızları, hemencecik kendi yakınlarından biri imiş gibi kabulleniyor,imkansızlıklarının elverdiği ölçüde, becerebildikleri kadarı ile ağırlamaya, yardımcı olmaya çalışıyorlar.
Bir Urfalı dede, bir Zonguldaklı delikanlı ile koyu sohbetlere dalabiliyor. Çorumlu bir anne ile, Vanlı bir gelin, yüreklerindeki acıyı bölüşebiliyorlar.
Bu vatanı bölmeye, parçalamaya çalışanlar, laik-dinci diye kutuplara ayırmaya uğraşanlar; güzel güzel, kardeşçe, arkadaşça, dostça yaşamak varken, köhne, çirkin, kokuşmuş inanışlar, ideolojiler peşine takılarak, insanımıza hayat standardının en düşüğünü layık görenler; halkı güdülmesi gereken koyun sürülerine benzetip, aşağılayanlar, kamplara bölmeye çalışanlar,Cennetten tapu satanlar, gidip görmelidirler o hastane otoparkındaki insan manzaralarını.
Çanakkale savaşının, tüm imkansızlıklara rağmen, tüm dünya ulusları ve onların muhteşem ordularına karşı nasıl kazanıldığını, sanırım o manzarayı kendi gözleri ile gördüklerinde daha iyi anlayacaklardır.
Bu büyük kanser hastanesi, asil işlevinin dışında, normal hastalara da poliklinik hizmeti vermektedir.Hem yörede yaşayan ve alışageldiğimiz normal hastalıklardan şikayetleri olanlar, hem de Türkiye’nin dört bir tarafından, o amansız hastalığa yakalanan ve şifa bulmak ümidi ile Ankara’ya, bu önemli sağlık merkezine koşanlar; sabahın erken saatlerinden itibaren, ilk başvuru gişeleri önünde uzun kuyruklar oluşturarak, muayene sırası almaya çalışırlar.
Buradaki insan manzaraları, diğer hastanelerden çok daha değişik, çok daha yürek yakıcıdır. Kendini biraz kırgın hisseden, doktordan bir küçük antibiyotik, ya da ağrı kesici alabilmek için sıraya giren ve genellikle anlayıştan uzak insanlar ile; ölümün soğuk gerçeği ile erken yüzleşen, belki de bu dünyadaki saatleri sayılı olan, psikolojik yönden tamamen çöküntüleri yaşayanların, yer tutma kavgasını izlersiniz bu uzun kuyruklarda.
Yürüyemeyen ebeveynlerini sırtında taşıyan hayırlı evlatların yanı sıra, evlenme çağındaki gencecik kızları ve akranları okul sıralarında ders görmekte olan küçük çocukları görmeniz mümkündür bu hayata tutunabilme savaşında.
Poliklinikte muayene olabilecek hasta sayısı sınırlıdır ya, o gün eğer sıra alabilmişseniz, mahzun bir mutluluğu yaşarsınız. Yok, eğer sıra alamamışsanız, otoparkta ,bir araba koltuğunda, ya da yere seril iptidai yatağınızda geçireceğiniz bir yorucu gece daha sizi beklemektedir. Ümidinizi yeni doğacak güne taşımak zorundasınız artık.
Üç yetişkin, görmüş geçirmiş, dinamik insanız. Usulünce sıra almamız zor olmuyor. Kardeşlerinin yanı başında olması, hastanedeki her adımda onların desteğini arkasında hissetmesi, kardeşim için büyük moral oluyor.
Muayeneler tamamlanıyor, önceden yapılan operasyonlar inceleniyor, filmlere, patoloji sonuçlarına, ameliyatın seyrine dair doktor raporlarına bakılıyor inceden inceye. Teşhis doğru konulmuş. Malign Melanom.(Ben kanseri)
Tespit ve ameliyat zamanında yapılmış. Ben, iç kısma kadar uzanan bölümü ile bulunduğu yerden kazınmış,6-7 cm çapında bir bölgeye, başarılı bir operasyonla vücudun başka bir bölgesinden deri transfer edilmiş. Yaranın dış ortamla bağlantısı estetik olarak çok hoş gözükmese de,sorunlu bölge sağlıklı olarak kesilmiş ve hastalık kontrol altına alınmış.
Şimdi, tüm vücut, iç organlar, tüm benler, en önemlisi de tüm lenf sistemi gözden geçirilecek, hastalığın başka bir bölgeye yayılıp yayılmadığı araştırılacak. Doktorlar, kocaman bir liste tutuşturuyor elimize. Röntgenler, tomografiler, ultrasonlar, MRlar, bunları çektirin ve acele olarak geri getirin diye de tembihliyorlar.
Hastanenin, güneş görmeyen bodrum katı. Daracık koridorlara sağlı sollu sıralanmış büyükçe odalar, içlerinde çeşit çeşit radyasyon yayan cihazlar. Rengarenk ışıklar, karışık şekilleri barındıran ekranlar, elektronik sesler, telaşla koşuşturan insanlar,sinirleri gerilmiş görevliler, hararetli tartışmalar, ter kokuları...
Kaderin garip cilvesi mi desek, yoksa hastane yönetiminin ilgisizliği, dikkatsizliği mi bilemiyorum; bu cihazlardan faydalanabilmek için sıra alınan gişe ile hastane morgu, doğal olarak da hastane imamının odası yan yana sıralanmış o sevimsiz bodrum katının bir köşesinde.
Vücudunuzun içerisinde, kendi bildiğince gezinen ve tutunduğu her organa ölüm taşıyan bir illet var. Onu yakalayabilmek, bulunduğu yerden söküp atabilmek için çaresizlik içinde çırpınmaktasınız. Bir an önce filmlerinizi çektirmek, bir an önce tedaviye başlamak için uğraş vermektesiniz. Sabahın köründe başladığınız ve oldukça uzun ve yorucu bir zaman dilimine yayılan muayene sırası alma mücadelesinden sonra, şimdi de film çektirme fişi alma kuyruğundasınız. Tüm bu sevimsizliklerin yanında bir de, ölüleri yıkamak ve define hazır hale getirmekle görevli imamla koyu bir muhabbete girmek, kanserden ölen insanların, morga transferini seyretmek zorundasınız.
Bu nasıl bir imtihan, bu nasıl bir işkencedir Allah’ım? Sapasağlam olan, sadece kardeşime moral destek verebilmek için orada bulunan beni bile, bu durum fazlası ile rahatsız ediyor. Varın hastaların durumunu sizler düşünün artık.
Uzunca bir bekleyiş maratonundan sonra, nihayet ilk fişi alma sıramız geliyor. Bakıyoruz, tam elli gün sonraya randevu verilmiş. Tüm insanlar gibi, biz de büyük bir şaşkınlık ve moral bozukluğu yaşıyoruz. Oysa doktor, hemen çektirin ve getirin dememiş miydi? Dalga mı geçti bizimle, nedir?
Bizden önce fiş alan yaşlı bir nine ve dedeye takılıyor bakışlarım. Nineciğimin, çakır gözleri yaşla doluyor,pamuk yanaklarından süzülen bir damlanın, kirli kahverengi zemine düşüşünü seyrediyorum üzüntüyle. Yardım ediyorum öpülesi ellerinden tutarak, yavaş yavaş ve zorlukla oturdukları banktan doğruluyorlar;iki ay sonraki film çektirme günü gelene kadar, memleketin belki de en uzak köşesindeki evlerine doğru, birbirlerine omuz vererek, yorgun adımlarla usul usul yürüyüp gidiyorlar. Arkalarından öylece bakıp kalıveriyoruz mahzunca.Yüreğimiz parçalanıyor, gözlerimiz doluyor.
’Acaba bir daha buraya, bu sevimsiz hastane koridoruna dönebilecekler mi? Gittikleri yerden dönecek kadar ömürleri olacak mı bu sevimli insanların?’ diye düşünmekten kendimi alamıyorum.(Devam edecek)
Bir tutam hayat-20.11.2013-Azerbaycan
YORUMLAR
bir buçuk yıl önce neredeyse
bir bir bizim anlatmış yazın usta
hastane adları ayrı olsa da
dosyanın kirli sar rengi bile aynı
hastaların ve yakınlarının karşılaştıkları
durumlar dahi....
allah yardımcısı olsun o hale düşenlerin...
eksiğimizi göz önüne döken kalemin var olsun dostum
her dem saygımla
Anlatım o kadar canlı ki o hastaneyi o psikolojiyi okuyucu olarak derinden hissediyoruz.Hastaneye hangimizin işi düşmemiştir ki o tetkikler günlerce sonrasına verilen günler normal bir hastalıkta bile insanın canını sıkarken burda kanser gibi çok ciddi bir hastalıkta ne kadar ağır,zor gelir insana birde kimbilir hangi şehirden bin bir zorlukla geldiklerini düşündüğümüzde.O güzel gözlü o güzel yürekli ninemizin ellerinden öpüp inşallah daha iyi bir şekilde yaşadıklarını düşünmek istiyorum ve bu hüzünlü ama gerçek hikayenin 3.bölümüne geçiyorum.Kaleminize sağlık, saygı ve selamlarımla usta kaleme...
Hayatın acı gerçekleri, değil mi... Her şey var içerisinde, keşke olmasa dediğimiz. Kilitlendim sanırım hatta eminim ki kilitlendim. Tek temennim, yürekten tek temennim, sonu güzel bitsin.
Anlatım, içerik sürükleyiciydi. Konu ne denli üzücü olsa da, dedim ya: Gerçekler ve ne yazık ki acı gerçekler, kabullenmek zorunda olduğumuz ne varsa hem de. Keşke acı yanı olmasa.
Selamlarımla, kaleminizi yürekten kutluyorum...
Bir Urfalı dede, bir Zonguldaklı delikanlı ile koyu sohbetlere dalabiliyor. Çorumlu bir anne ile, Vanlı bir gelin, yüreklerindeki acıyı bölüşebiliyorlar.
Bu vatanı bölmeye, parçalamaya çalışanlar, laik-dinci diye kutuplara ayırmaya uğraşanlar; güzel güzel, kardeşçe, arkadaşça, dostça yaşamak varken, köhne, çirkin, kokuşmuş inanışlar, ideolojiler peşine takılarak, insanımıza hayat standardının en düşüğünü layık görenler; halkı güdülmesi gereken koyun sürülerine benzetip, aşağılayanlar, kamplara bölmeye çalışanlar...
Bir de bakıyorsunuz ki aynı masada tavla atıyorlar.
Sebep?
Yaşam bitti...
Ya da biz ne kadar aptalmışız ki " Bu Güzelim Yaşam Dururken Ne Saçma Sapan Şeylerin Peşine Düşmüşüz."
-Bir de düşeş atıyor muşum ya?
-Hiç sanmam.
Tebrik ederim BTH.
İlk bölümden itibaren okuyacak zamanım olduğuna sevindim. Fakat hüzünlendim kardeşiniz için. Acil şifalar diliyorum önce. Sonrası da memleket gerçekleri maalesef. Yıllar önce Üniversite öğrencisiyken bademcik iltihabı için gittiğim hastahanede , doktor '' Çok kötü, hemen alınmalı '' demiş, daha sonra da aynı doktor altı ay sonrasına gün vermişti, Geçenlerde gittim, durumu anlattım. '' Geç kalmışsın amca, yaşın geçmiş senin '' dediler. Kalp krizi geçiren hastalar a bile ameliyat için aylar sonrasına gün veriyorlar. O kadar yaşayamayacağını en iyi onlar bildikleri halde. Suçlu doktorlar değil elbet, sistem böyle.
Kardeşinize tekrar geçmiş olsun dileklerimi gönderirken memleketin düzelmesi için de dua edelim bari.
Anlatımızı çok güzel bu arada. Tebrikler.
Öncelikle o merhametli yüreğinizin ellerinden öpüyorum bir tutam hayat...keşke bir tutam da olsa tutabilsek hayatların elinden..ama malesef..Allah yardım etsin demekle geçiştiriyoruz..Elden gelen hiç bir şey yok çünkü kanser bu ..illet denilen..tabiki öncelikle moral çok önemli hastada ve yakınlarında
...üç kanserli hastam vardı...ve benim dayanacak gücüm kalmamıştı..Koptum hayattan onlardan sonra..tam dayanacak güce varmıştım ki o güç de terketti beni..şimdi..gözyaşlarımda bana el sallıyorlar... çağırıyorlar mı , git mi diyorlar anlıyamadım...ölümü düşünürken yaşamanın değerini gösterdi Allah ..Bu bayramın 3. günü, gece yarısı..bir mucize gerçekleşti hayatımda..kılpayıydı ömrüm..hayat bir şekide sona eriyor.
Evet ölümün yüzü çok soğuk yaşam sevgisi olanlarda ..yaşamak istemeyenlerde ise inanın çok sıcaktır ..umutlar dibe vurunca ...
çok ve çok geçmişler olsun hastalıkla mücadele edenlere ve kardeşinize..rabbim hayırlarla ihsan eylesin...
yar ve yardımcısı olsun ...gözyaşlarınız mutluluk gözyaşlarına dönsün inşallah ..saygılarımla :((
okurken hemen yazım tarihine baktım.
eski bir tarih görseydim çok düzeltme var
diyecektim
baktım yeni tarih.
yazar;
yaşadığı dramı anlatırken
arka planda ülkemin acı gerçeklerine de dokundurmadan edemiyor kalemini
ki
pek alışkın olmadığımız bir durum
ama ben
Uzun boyuna yakışan erkek yürüyüşünden, hayatın tüm zorluklarının inadına, başını hep dik tutuşundan, zamanı delip geçen ve hep ufuk çizgisine bir mızrak misali saplı kalan, insana inanılmaz güven aşılayan keskin bakışlarından eser yoktu. İnce ve biçimli dudaklarında konaklamaktan her zaman büyük zevk alan tebessümlerini, ve günün her anında etrafındakilere aktarmayı başardığı pozitif enerjisini, alışagelmişliğin aksine bu son yolculuğunda yanında getirmemişti. İlk kez çok sevdiği ve sevildiğini bildiği ağabeyine eli boş gelmişti. İlk kez, yüreğinde daima itina ile muhafaza ettiği mutluluk sihrini, geldiği yerde, tedavisi zor bu hastalıkla ilk tanıştığı soğuk bir hastane odasında bırakmıştı.
bu anlatıma hayran kaldım. betimlemedeki derinlik, sevginin tasviri, bağlılık. Çok güzeldi.
Bir Urfalı dede, bir Zonguldaklı delikanlı ile koyu sohbetlere dalabiliyor. Çorumlu bir anne ile, Vanlı bir gelin, yüreklerindeki acıyı bölüşebiliyorlar.
Bu vatanı bölmeye, parçalamaya çalışanlar, laik-dinci diye kutuplara ayırmaya uğraşanlar; güzel güzel, kardeşçe, arkadaşça, dostça yaşamak varken, köhne, çirkin, kokuşmuş inanışlar, ideolojiler peşine takılarak, insanımıza hayat standardının en düşüğünü layık görenler; halkı güdülmesi gereken koyun sürülerine benzetip, aşağılayanlar, kamplara bölmeye çalışanlar,Cennetten tapu satanlar, gidip görmelidirler o hastane otoparkındaki insan manzaralarını.
ikinci beğendiğim bölüm burası. yazar gerçekleri, ülkemin manzarasını nasıl da gözler önüne sermiş
iki paragraf almam sakın yazının diğer bölümüne haksızlık olarak algılanmasın. Kesinlikle müthiş bir yazı. Olayın gerçek olduğunu biliyoruz
ama
inanın bilmesek bile bu şekilde bir anlatımdan etkilenmeyecek kimse yoktur.
Keşke, yazar
yazar olduğunun farkına varsa da
bu yaşadıklarını kitap haline getirse
tebriklerimle dostum
Bu yazınızı okumak istemiyorum..Ama dayanamayıp yine satırlara dalıyor gözlerimden bir damla yaşla beraber okuyup bitiriyorum.
Bende daha 1 sene olmadı bu illetten çok sevdiğim amcamı kaybettim..Hiç bir şeyi olmayan sapasağlam 1.90 boyunda bir adam düşünün..Daha teşhis konana kadar eridi küçüldü yok oldu..Ölmeden bir hafta önce ancak tahliller tamamlandı ve gerçek suratımıza tokat gibi çarpıldı..Böbrek kanseriydi..Halbuki daha önce gitmiş kum düşürüyorsun dnmişti..Offf ne diyebilirim ki..Amcam ölümü kabul etmiş en çok bizim için üzülmeye başlamıştı..Allah diğer sevdiklerimize uzun ömürler versin..