Seni beklerken
Senin dolaştığın yerlerde gezerken, yine herkesten gizlediğim bir mutla yürürdüm. kavak
ağaçları, söğüt ağaçları, çay bendi, iniş, çay suyu, taşlardan atlayarak karşı kıyıya varış..
Evin küçük bahçesi ve evin kapısı. kapıda yürek atışlarımın hızını yavaşlatma çabaları. içim
aydınlanırdı kapıdan başlayan gülücüklerle. Bu eve mutluluk evi mi denmeliydi. Gülücükler
oyunlar, türküler, dostluk. Sana yalnız bir kez kızmıştım. Çocuktuk. Ben namaz kılarken
sen kahkahalarla gülmüştün. Kalk bakalım, bir de sen kıl da görelim demiştim kızarak. Sen
susarak gülmeni içine saklamıştın.
Seni beklerken, senin bir kez bile girmediğin evlerde otururduk.İki katlı, toprak kaşlı alçak
evler. Topraklı, samanlı toprağın üstüne beyaz badanalı evler.Depremlerin yol açtığı derin
bir çatlak, küçük küçük pencereler. Alt kat tandır eviydi. Halam burayı terzilik yaparak üç
yüz liraya tamir ettirdi. Yola bakan tek pencereyi büyük açtırdı. Diğer odada yine küçüktü
pencereler. Bu iki küçük pencerenin ortasında eski tandırın ocağı kapatılmıştı. Orası sanki
bir şömine gibiydi. Üstü perdeyle örtülü bir şömine. Buraya ocaklık derlerdi. İçine çay bardakları ve benzer şeyler konurdu. Çay içileceği zaman bardaklar tahta bir sandıktan
çıkarılırdı. Önünde bulunan saman veya otla tepili yastıklar devrilir, arkadan bir hazine
çıkarır gibi sandık çıkarılırdı. Halamın kızı biraz sonra, açık ama pırıl pırıl bir çay getirirdi
küçük çay bardaklarıyla dolu tepsiyle. Bardaklar ışıltılı, çay dupduruydu; tam da benim
sevdiğim gibi.
Halamın evinde acıyı, tatlıyı, hüznü,sevgiyi, horlanmayı, her şeyi yaşamamız mümkündü.
Yaşardık. Halam inatla bu eve elektirik almadı. Akşam olurken baş köşede asılı duran gaz lâmbası huhlanarak temiz bir bezle silinir, parlatılırdı.O lâmbanın altında üç tarafı yastılar
minderler dizili odada karşılıklı otururduk. Konuk geldiği zaman küçük odada ayak basacak
yer kalmazdı. Odanın ortasında uyuduğumu anımsıyorum. Bizim mahallenin hemen hemen bütün kadınları hoş sohbetti. konuşmaları hiç uyutacak türden değildi oysa. Özellikle
uyarıcı, iğneleyici ama acıtmazdı o iğnelemeler, kendi kendini eleştirme, ince ince alaya
almaydı. Bu insanları beğenmez bazı kesimler, alt tabaka diye bir de kimlik yapıştırırlar.
Onlarla yaşamış olsalardı gerçek kimliklerini daha iyi anlarlardı..
Çok canım sıkılırdı beklerken. Karşıda minarenin böğründen çıkar da yansırdı ay. Ellerim
çenemde bakardım. Servi kavaklar nerdeyse ayın ucuna değerdi. Yoldan geçen insanları
izlerdim. Nasıl ve neler yaşadıklarını düşünürdüm. Sevdiklerini. Az sonra ölüvereceklerini.
Hemen penceremin altındaki yaşlıların şakalaşmalarını, birbirlerine çatmalarını, politik
tartışmalara girmelerini.O günlerden kahveci ve bir kaç kişiden başka kimse kalmadı şimdi
Çevrem onlardı. Onları iteleyip, koşup önüne inemezdim. Yüreğimde katmerli bir gül olur
kalırdın. İçeriye odalara kaçardım. Elimde kâğıt kalem.. Karalardım. Sen belirirdin. Gözler
burunlar, ağızlar, saçlar.Bir sürü tanımadığım insan benim ellerimle oluşurdu. Düşünürdüm
Tanrı insanları nasıl yaratıyor, görüyor. İnanmak istiyorum. O insanları bir kâğıt parçasında
gibi öylecene bırakıvermesin.
Bizim evde hep birileri olurdu. O birilerinin yerinde senin de olmanı isterdim. Özlerdim.
Bitmeyen özlemler kaşlarımı çatardı. Güldüğümde ise bir yanardağ patlardı sanki. Eğer
yanımda babam varsa beni azarlar sustururdu. Adımlarımızı dilediğimiz yöne atamazdık.
Olanaksızdı. Kahve önündeki adamlar, görünür görünmez insanlar, töreler, ses kısıcılar bizi
engellerdi.
Seninle birlikte saçlarımı savurarak bir yolda koşmayı, öyle isterdimki.Yorulunca söğütlerin
dibine otururduk. sana şarkılar söylerdim. Çayın ılık sularına girerdik. Kurbağa balıkları
yakalamak istediğimiz günlerdeki gibi.Ayaklarımıza taşlar batardı. Yosunlu suya girerdik,
ayaklarımızı yosunlar sarardı. Sonra derin akan suya girer temizlenirdik birlikte..
Seni beklerken ilk aklar düştü kara saçlarıma. Çok üzülmüştüm.O gün çarşı içindeki komşu
evine gitmek esmişti o gün aklımıza. Karanlık, dar merdivenlerden çıkmıştık eve. Geniş
geniş odaları, küçük pencereleri vardı. Oturma odasının ortasına oturmuş, gazete kâğıdıyla
kese kâğıdı yapıyordu Fadime abla. Ona biraz yardımcı olmaya çalıştık ama beceremedik. O işine devam etti. Kese kâğıtlarını ertesi gün vrmesi gerekiyormuş.Biz pencere kıyısındaki
sedire oturduk. basma perdeleri azıcık aralayarak, çarşının ışığını, insanları gözlemeye
koyulduk.Dükkânlardaki tek tük ışıklar bile bizi rahatlatmaya yetiyordu. Ama söz arasında
komşu kızı, senn mahalleden bir kıza mektuplar yazdığını söyledi. Beynime kaynar sular
döküldü derler ya, öyle oldu. Başım, yüreğim, ateşlerde yandı. Sabah uyanıp aynaya
baktığımda saçımdaki üç tel ak saç gördüm.
Seni beklerken, bir şey yapamadım; korktum; engellendim. Şarkılara sığındım. Çok acılı
günlerimde ise ağzımı bile açamadım. Sustum. Sesimi yitirdim. Önümden kızlarla gülerek
geçtin. Benim tepkimi ölçmek için ise, arada bir bana baktın.
O akşam balkonda arkadaşlarla oturuyorduk. Bizim işimiz değildi ama karşı kahvedeki adamın elindeki paraları onunla birlikte sayıyorduk gülüşerek. Yüz, iki yüz, üç yüz. Sen o sırada önümüzdeki yoldan arkadaşlarınla geçiyordun. Birden döndün, bize doğru yürüdün.
Telâşlanarak üçümüz birden, ’seni çağırmadık’ dedik. Sana hep ’gel’ dediğimi biliyordun.
Seni neyin döndürdüğünü anlamadın.
Ertesi gün elinde rakı şişesi, kavaklığa içmeye gittin. İnan, ben tertemiz bir su kadar masumdum.
16. 1. 1994 / Nazik Gülünay
YORUMLAR
Hepimiz gençtik bir zamanlar. Sevdik, sevildik tüm masumluğumuz, temizliğimizle.
Çoğumuz hep karşımızdakinden bekledik açılmasını, açık etmesini, cesaret vermesini. Korktuk, çekindik, sakladık bakışlarımızı. Kıskandırmaya çalıştık, kıskandık, türlü türlü oyunlar oynadık sevdiklerimize.
Katilleri olduk kendi aşklarımızın. Şarkılara sarıldı kimilerimiz kimilerimiz de şişelere. Şimdi ak düşünce saçlara, sadece kalemlere, klavyelere yeter oldu gücümüz.
Çok canım sıkılırdı beklerken. Karşıda minarenin böğründen çıkar da yansırdı ay. Ellerim
çenemde bakardım. Servi kavaklar nerdeyse ayın ucuna değerdi.
Seninle birlikte saçlarımı savurarak bir yolda koşmayı, öyle isterdimki.Yorulunca söğütlerin
dibine otururduk. sana şarkılar söylerdim. Çayın ılık sularına girerdik. Kurbağa balıkları
yakalamak istediğimiz günlerdeki gibi.Ayaklarımıza taşlar batardı. Yosunlu suya girerdik,
ayaklarımızı yosunlar sarardı. Sonra derin akan suya girer temizlenirdik birlikte..
ilk cümle betimleme açısından
ikinci cümle ise özlem açısından çok güzel
okudum
okudukça
hüzünlendim
bir kısmını ise kendi hayatımda gördüm
bazen ben bazı yazılarda susarım
bu anlatım da öyle
susacaklarımdandı
tebrik ve saygılarımla düşündaşım