- 1005 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ANNESİNİN KOCA AYAKLI KIZI BÖLÜM 2
ANNESİNİN KOCA AYAKLI KIZI -BÖLÜM 2-
BÖLÜM 2 “Masallar, Balonlar ve Geçmeyen Yaralar”
İzmir, 1989
Uçan balonlarım vardı benim.
Sarılı mavili ama en çokta yeşil renkli. Kaç erkeğin uçan balonla sokakta yürümekten utandığı o garip duyguyu barındırmazdı dedem kalbinde. Utanmazdı ve unutmazdı her cuma cami çıkışı ve her bayram sabahı balonları yolun başından görebilmek için kat kat minderlerin tepesinden ona el sallayan ufaklığı. Bu yüzden bekleyemezdi hiç yeşil ışıkları.
Çocuk olmanın en güzel yanlarından biri; çalan kapıya koşarken ardında eli dolu birisinin olduğunu bilmektir. Buğulu camlarda kalp resmi yapmak, hazırlanmış sofrada başköşedeki ahşap sandalyeden ayaklarımızı sallandırmak ve paşalar gibi çayımızı içerken yumurtalı ekmeği şekere banmak.
İzmir’in Tire ilçesindeki evimizin balkonundan sokağa kurulmuş semt pazarını izlerken o günleri düşünüyordum. Çevre köylerden insanlar kendi mahsullerini getirip her salı günü bu pazarda satmaya çalışıyorlardı. Çoğu, pazara deve ile malzemelerini taşırdı. Bir tanesine takılmış kocaman çan uyandırdı beni düşüncelerimden. Ne kadar özlemiştim meğer evimi, dedemi, anneannemi. Altı ay önce babamın işleri dolayısıyla taşınmıştık buraya. Annem yol boyunca “İzmir’in havası da insanları da sıcaktır derler, alışacağız kızım” demişti. İzmir’in insanları sıcaktı da ben pek değildim galiba. Bu kadar zaman sonra en yakın arkadaşım karşı apartmanda oturan bir komşunun köpeği tarçındı. Arada parkta görünce annem sevmeme izin verirdi. Bizim apartmanda oturan Deniz Abla vardı. Hafta sonları çalışmadığı zamanlarda bize oturmaya gelirdi. İyi huylu bir kızdı Deniz Abla. Beline kadar inen dalgalı saçları ve hokka gibi bir burnu vardı. Yalnızlığımı bazen fark eder gibi, annemle sohbet ederlerken elindeki bebeği de yürütürdü bana doğru. Oyun oynadığımızı sanıyordu zannımca. Ama daha kötü tecrübelerimde olmadı değil(!) Bizimle aynı sokakta oturan bir de Sebahat Teyzemiz vardı ki evlere şenlik bir kadındı. Bize geldiğinde hep aynı yere tek bacağını altına alarak otururdu. Önce hayırsız gelinini sonrada pısırık oğlunu saatlerce anlatıp uyuşmuş ayağını sallardı gözüme gözüme doğru.
“Dünyaya nasıl göründüğümü bilmiyorum; ama ben kendimi, henüz keşfedilmemiş gerçeklerle dolu bir okyanusun kıyısında oynayan, düzgün bir çakıl taşı ya da güzel bir deniz kabuğu bulduğunda sevinen bir çocuk gibi görüyorum.” * Yıllar sonra öğrendiğim bu söz bana hep İzmir’i, o günleri, yalnızlığımı ve kırık deniz kabuklarını hatırlatır.
İlk annem keşfetmişti yalnızlığımı. Yüreğimde babamın açtığı yaraları geceleri özenle hep annem sarardı. En çok sonsuza kadar prensi ile mutlu yaşayan küçük ayaklı külkedisini sevdim birde bitmek bilmeyen binbir gece masallarını. Çok içini acıtmıştı halim biliyorum. Bu yüzden karnındaki kıpırdanmaları dinlettiği o gün söylemişti bana. Bir kardeşim olacaktı. Kardeşimi beklediğimiz o İzmir yazı boyunca limona ve tuza doymuştuk. Bende aşeriyordum anlaşılan. Fakat babamın da aşerdiği şeyler vardı. Her gece salondaki kocaman müzik setine taktığı sarma kasetlerdeki acı bana onun benimle aynı şeyleri aşermediğini söylüyordu.
1989 yazında kaçar gibi ayrıldık İzmir’den. Annem babamın ödeyemeyeceğini bildiği bütün borçlarına karşılık tüm eşyalarımızı rehin verdiğini öğrendiğinde yüzünde hayal kırıklığı değil acı gördüm. Babam sonu baştan belli olan bu yolculuktan geriye beni, annemi ve bir kaç parça eşyamızı almıştı yanına. Ben mutluydum evimize dönüyorduk. Dedeme, anneanneme ve uçan yeşil balonlarıma. Olur da onu da almasınlar diye sıkı sıkı tuttuğum peluş bebeğimin üzerindeki küçük elime uzandı babam. Tuttu ve dudaklarına götürüp öptü.
”Geçecek kızım” dedi. Ama babam o gün bilmiyordu ve hiçbir zamanda bilmedi.
Benim öpünce geçmeyen yaralarım vardı…
Aslıhan YILMAZ
*Isaac Newton, İngiliz fizikçi
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.