ANADOLU 'NUN GÜL YÜZLÜ ŞEHİTLERİNE, AŞK OLSUN, SELÂM OLSUN
ANADOLU ’NUN GÜL YÜZLÜ ŞEHİTLERİNE, AŞK OLSUN, SELÂM OLSUN
Anadolu’nun "Öz"’ünü bilmeyen, bu günler de içinde bulunduğumuz durum’ u "Anadolu" için " son " (bitiş, tükeniş ) zanneder... Oysa Anadolu’nun nice "son " zannedilen noktasını " sonlandırdığını " idrak edemez ki... Çünkü beynin de böyle bir kavram yoktur.
Anadolu’nun öz’ ünü bilmeyen ve bu kavramdan uzaktan yakından ilgi ve bilgi bakımından aciz olan Grek-Latin-Kilise ve işbirlikçisi Suudi Arabistan kökenli ve Hz.Lut Peygamber’in sözlerine kulak asmayıp, Allah-u Teâlâ tarafından lanetlenip, helak edilmiş, bir ulusun kalıntıları olan Suudi Arabistan kökenli, Vahhabi’ler. Osmanlı zamanından da önce Anadolu’da ve bilhassa yabancı kökenli padişah ana’larının ( valide sultan ) da teşviki ile "Acemi Oğlanlar" kışlasında eğitilip, devşirilir ve devletin birçok stratejik kademelerin de yönetici olarak görevlere getirilirdi. Bunlar, kitapsız ve ad’larına "Vahhabi "denilen ve korkunç ve aşırı tutucu, bağnaz ve saptırılmış naylon bir Müslümanlık anlayışını Türk diyarına yutturmaya çalışan sapık çöl bedevileriydi.
Bu yobazların ve Grek-Latin Kilisesinin Türk Diyarında ki uşakları da "SAHTE MÜSLÜMAN ÜMMET’Çİ DEVŞİRMELERDİR”. Ama dış odaklı diyarlardan gelen bu Türk ve Türk Diyarı’nın kökünü kazımayı amaç edinmiş ve her devir de ne zaman bir fırsat bulursa, yeniden aktif olan sütü bozuklar, biz "Türk’lerin, geçmişte olduğu gibi şu an’ da da, içine düşürüldüğümüz " Yok olmak, Yok edilmek Tehlikesin den, dirilerek, canlanarak ve birleşerek " çıkabileceğimize varsayım da bile bulunamazlar ki. .Anlayamazlar ki...
Neredeyse bilmem kaç bin yıl oldu, onlar henüz bu bilmeceyi çözememişlerdir. Çözmeleri de mümkün değildir. Çünkü bu bilmece Latin, Arap, Slav, Çin vs, x’ ce yazılmamıştır. Âlem’lerin Rabbi tarafından, RAB’ÇA yazılmıştır ki, bunu da ancak Hakk’ın lütf-u Kerem ettiği, Allah’ın sevgili kulları okuyup, anlayabilir, açıklayabilir ve çözebilirler. Ben bile bilmiyorum, ama inanıyorum, hep’ten bilmeyen nereden bilsin ki? O kartlaşmış nefsinin elbisesi ile bilip öğrenmeye çalışsa... Hayatında hiç içki içmemiş bir kişinin, bir şişe rakı içmiş gibi, biçareye döner Alimallah.
Sevgili okur, burası Anadolu toprağıdır; Anadolu’nun gönülleri mayalı ve gül yüzlülerinin yurdudur. Gönülleri “Anadolu Mayası” ile dolu olan, Allah’ın sevgili kulları, Anadolu’ya gelerek yerleşmişler ve burayı “Yurt” edinmişlerdir. Hemen şunu söylemekte fayda görüyoruz ki, eğer Allah-u Teâlâ istemedikçe, Anadolu toprağı için, hiç kimseler heveslenmesin, Anadolu Türk milleti dışında hiç kimseye yar olmaz, olamaz. Sonra heves edenlerin, istekleri kursaklarında kalmakla da değil, tozlarını bile bulamazsınız. İslamiyet, en mükemmel şekli ve anlayışıyla Türk Diyarında vücut bulmuştur. Ancak son on yıldır, bir Vahhabist fırtına çıkmıştır ama onun da uzun bir süre ayakta kalamayacağı aşikârdır. Dolayısıyla, vatansever dostlarımızın haklı endişeleri de boşunadır. Hak yolunda, gıybet, yalan, entrika ve kul hakkı yemek haramdır. Devlet yönetiminde ise, dinin siyasete alet edilmemesi gerekir. Atatürk ilke ve inkılâplarının gösterdiği doğrultuda, “Laiklik” prensibi benimsenmelidir. Çünkü din siyaset ile aynı doğrultuda değildir.
Meseleyi biraz daha açarsak, din sadece Allah ile kul arasındadır. Hıristiyanlar da olduğu gibi, Allah ile kul arasına, her zaman kilise (çoğulluk) girer. Ancak Müslümanlık da, tamamen tersidir, Allah ile kul arasına hiç kimse (birlik, teklik) giremez. Dolayısıyla, çok yüzlülük (politika), anlamına gelen siyaset, asla birlik ve teklik anlayışı gösteremez. Bu demektir ki, her iki şerit tamamen farklı bir hizmet taşır ve kesinlikle birbirlerine karıştırılmaması gerekir.
Sevgili okurla, ne yazık ki son yıllarda Grek-Latin Kilisesi ve Vahhabi bileşkesinin Türkiye’deki uşakları olan, “Sahte Müslüman Ümmetçi Devşirmeler” faaliyetlerini giderek arttırmışlardır. Neredeyse, Teokratik ülkelerde görünen yaptırımlar, ülkemizde de uygulanır olmuştur. Yaşam tarzlarına, basın özgürlüğüne, dış odaklı (PKK) güçlere taviz ve en önemlisi, “Yargı Bağımsızlığı” giderek tehlikeye girmiştir. Sosyal devlet olma çabalarımız, ötelenmiştir. Öyle bir duruma geldik ki, yurttaşlar “acaba yarın ne olacak” diye düşünmeye başlamışlardır. Bu gün için de bulunduğumuz an işte o an’dır ki... Kurtuluşumuzda, hemen hiç vakit geçirmeden , “ANADOLU TÜRK KİMLİĞİ”NE sıkıca sarılmamıza bağlıdır."Asli kim’liğimiz " bulunduğumuz bu dem deki tek kurtuluş yolumuzdur. Gün “BİRLİK VE BERABERLİK” günüdür. İstiklâl Marş’ımızın 9.kıt’a sının 3.dizisin de aynen şöyle söylemişti; Mehmet Akif Ersoy ;”Fışkırır ruh_ı mücerret gibi Naaşım (fışkırır gibi dirilip, can’lanır, yattığım yerden beden’im, aslım, kim’liğim)Kim dirilirmiş. O… O kim’dir. On’lar... On’lar kimdir. Türk’ler ve asli kimlikleri… Neden? Türk ulusunun geleceği tehlikeye düştüğü için... Ne zaman. On’lar bilir. Nerden bilir. Cenab_ı Hakk onlara bildirir”...
Türk aynı Türk , kan aynı kan , gen aynı gen, vatan aynı vatan , bayrak aynı bayrak , din aynı din , ulus aynı ulus, diyar aynı diyardır da ondan ,ne zaman böyle bir tehlike alarm ’ı çalsa on’lar (Anadolu Erenleri) bizlerden önce gelir ve saflar da yerlerini alırlar , hiç merak etmeyiniz , onları hemen benimseyip, seveceksiniz ,çünkü onların hiç birisi, bizlere yabancı gelmeyecektir. Kısacası, sevgili okurlar, aslınıza, asli kimliğinize ruju edeceksiniz (aslına geri dönmek ) , onun da adı TÜRK KİMLİĞİ VE TÜRKİYE CUMHURİYETİDİR...
İki göz’ ümün nur ’u, gönlüm, fikrim, aşk’ım, halk’ım, Yörük’üm, kardaşım, kandaşım, vatandaşım, yurt taşım, vekilim, bakanım, Başbakanım, Cumhurbaşkanım, ben. Türk’üm, doğruyum, çalışkanım. Gün bu gün, dem bu dem’dir, an bu an’dır, daha ilerisi karanlık göremiyorum, gelin birlik olalım. Sev’ elim sev’ ilelim... Desem de, demesem de, O <B> Ruh-ı Mücerret Na’ aş, elbette fışkıracaktır. Millet, fakr-u zaruret için de harap ve bîtap düşmüş olsa bile, bu “İLÂHİ DİRİLİŞİ” önlemeye kimseciklerin gücü veya güçleri yetmeyecektir.
Sevgili okurlar biz,” Coştum Yine Dalgalanıyorum Ben”, moduna girmişken. Yukarıda ki kalemimiz den sayfalara dökülen, içimizdeki yanan ‘VATAN ATEŞ’dir Ateşi’dir, geliniz bu kez de, gerçekten yaşanmış, bir karış toprak ad’lı, eski bir hikâyeciği, sizlere aktaralım. Çünkü bize olduğu gibi, sizlere de hiç yabancı gelmeyecektir…
Efendim, günlerden bir gün İtalyan Büyükelçisi Atatürk ile görüşmek ister ve huzura kabul edilir. O zaman’ın çeşitli ekonomik -siyasi konuları hakkın da bir süre konuşulduktan sonra, büyükelçi; "Ekselans, dün Roma ile yapmış olduğum bir görüşme de hükümetim iz’in HATAY’I almak istediği kararını siz’e iletmem söylendi " der. Oda da buz gibi bir hava eser. Ata, büyükelçiye bir şeyler daha ikram eder ve iki dakikalığına oda’dan ayrılır.
Döndüğün de ayağın da çizmeleri, üzerin de Mareşal üniforması, belin de tabancası vardır.
Doğruca masa’sına gider, manyetolu telefondan Mareşal Fevzi Çakmak’ın bağlanmasını ister... Ve Çakmak’a: "Paşa, İtalyan dost’larımız Hatay’a gelmek istiyorlarmış, hazır mısınız Paşa. " diye sorar… Mareşal Fevzi Çakmak Paşa durumu hemen anlar ve "BİZ HAZIRIZ PAŞAM” diye yanıtlar. Ata büyükelçiye döner ve "BİZ HAZIRMIŞIZ HÜKÜMETİNİZE SÖYLEYİN, İSTERLERSE GELİP HATAY’I ALABİLİRLER”, der…
Yokluklar için de bağımsızlık savaşı verip... Özgür yaşamayı hak ettiğimiz günleri. Bilmediğini bilen, bildiğini paylaşan, inandığı ile bildiğini, bir diğeri ile karıştırmayan Devlet Adam’larını...
Dost ’ u ile ağlayan, onunla gülüp bayram eden, olduğu gibi görünen, görüldüğü gibi olan insanları…
Doğruluğun ve dürüstlüğün olağan olduğu günleri... AİLE olabilmeyi, herkeslerin bir diğeri için koşuşturduğu o sıcacık ve ÜRETKEN günleri...
Uluslararası antlaşmaların hiç’e sayılmadığı onurlu günleri... Tercih edilen, kazanılmak istenilen ülke olabilmeyi...
Destanlardan, dönüştürülenlerden, fener’ler den medet ummayan ve nafile uğraşmayan, saygın devlet adamlarımızı...
Özlemeyeceğimiz günlere hep birlikte ve en kısa süre de varmak dileği ile düşünerek ruh’ unu kendi kendisiyle konuşturan insanlarımızı. Özlemiyor muyuz?
Tarihimizin şan’ la şeref’le yazdığı bir MUSTAFA KEMAL ATATÜRK gerçeği var… Ulu önderimiz ve silah arkadaşlarının, o yoksul günlerin de dahi, davalarından bir nebze olsun ödün vermeden, sıkıntıların birçoğunu halk’a hissettirmeden görevlerini en iyi bir şekil de tamamlayıp, tam adres’e teslim ettikten sonra, geldikleri yer’e geri dönmüşlerdir.
Arkadaşlar, yukarı da okuduğunuz sadece bir örnektir ve biz bu örnekte onların, aynı doğu ve güneydoğu il’lerimiz de şehit olan MEHMETÇİK’LERİMİZ gibi, ne biçim "ASKER”, nasıl bir "YURTTAŞ, nasıl bir "VATANDAŞ" ve Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşıdır, diye ellerine verilen nüfus cüzdanlarının arkasın da basılmış soğuk damganın üzerinde altın harflerle yazan ve birilerinin bu altın yaldızla yazılan “ ASLI GİBİDİR, yazısını, gözleri olduğu halde göremeyen, kulakları olduğu halde "YANDIM ANAM" diye attıkları nara’ya, anaların ‘VATAN SAĞOLSUN YAVRUM’ diye, yaktıkları ağıtları duyamazlar... İşitemezler ki…
Bir karış vatan toprağı için neleri göze aldıklarını da, belki içimiz de henüz anlayamamış vatandaşlarımız olabilir, dolayısıyla çok geriye değil, sadece ‘YAKIN Tarih’imizi, bir kez daha inceleyip, şimdiki siyasal, sosyo-ekonomik ve politik yapımızla şöyle bir karşılaştırmalarını tavsiye ederiz... Ateş düştüğü yeri yakar...
Sevgili okuyucularımız, bakınız, adına dünya denilen koskoca bir pazar kurulmuş pazar evet, aynı bizim Çengelköy pazarı gibi bir pazar, geliniz hepimiz bu pazardan en iyi, en ucuz ama en değerli, birbirinden güzel, manevi mallarla file’lerimizi dolduralım (pazarlık ederek haa) ve geri döneceğimiz ,bizlere göre yeni dünyamız da bu malları, sonsuza kadar cümbüşlenelim...Ha...Ne dersiniz..? Sağlıkla kalınız...
Hüseyin A. Tuna
T U N A C A N
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.