- 604 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SIRR-I KELAM
Ali, bilinmeyen kafasını hep karıştıran, vücudunda lerzan olan sebepleri, kudretli bir şekilde göz önüne alarak, Ama avuçlarından geri yerine iade etmeyi uygun buldu. Birden hastalığını hezimetini düşündü. Her ne olursa olsun başından geçenleri burada, unutabilmek için iyi bir fırsat yakılmıştı.
Şaibeli çıkarı uğruna çalışan kanı bozuk insanların muhatabı olacağı lügatin da olmamsına itibar edip
Hayal kırıklığını elinin tersi ile itip şefkatin en alasını gösterdi o an kendisine verimli bir toprağın sahip gibi ekti ekildi. Sevincini şu cümlelerle fısıldadı.
Birden yüzünde garip bir tebessüm yerleşti “yahu! Ben kendi kendime yaşamayı galiba çabuk öğreneceğim” dedi.
Ve kapının sesi içine hem ürperti hem de yüreğine inanılmaz bir sevinç akıttı.
“Kim bu saatte gele bilir?” Diye mırıldana mırıldana kapıya yöneldi. Kapın arkasında ki o demir kancayı, sağa, sola döndürmesi ile Kapı korkunç bir gıcırtı ile açıldı.
Gelen ise eski muhtarın oğlu Rızadan başkası değildi. Çocukluğundan az çok hatırlardı kuru kuruman bir çocuktu. Yarım dünya misali bir adam olmuş karşısında görünce onu
Ali, “Vay! Anası bakar mısın? İnsanın bedenine sığamaması bu olsa gerek, Kısaca kalın çatık kaşları sürekli ıslanan dudak kenarlarını dil ile kolaçan eden sevimli adamın biriydi işte.
Razıyı karşılaması gayet candan olmuş yüzündeki gamzelerinin kuyularından mutluluk taşıyordu. Ali’nin gülümsemesi görülmeye değerdi.
Ali heyecanlı bir şekilde ”Hoş geldi Rıza can! “Dedi
“vay, Ali abım merhaba! Seninle buralarda karışlaşacağım hiç aklıma gelmemişti.”
Ali kapının aralığından Rızanın gülümsemesinin heyecanına kapılıp dikkatlice, bir daha yüzüne baktı. Gülüşünün tonunu değiştirip başını önüne eğdi. Hüzünlenir gibi oldu.
“ Rızacığım hayat filmimi çekmeye geldim buralara kadar, umarım sana da rol vermenin gururunu yaşatırsın bana hemi’…
Ali, genç adama şaka ile karışık gelişini özetlerken. Aslında gerçeği konuşuyordu. Bunu bir tek kendisi biliyordu.
Rıza “İyi bizde oynarız Ali ağabeyciğim sıkıntı yok” demeyide ihmal etmedi.
Ali, misafirini içeriye buyur etme, nezaketini içinde geçirdi. Ama içerde dört duvardan başka bir şeyin olmadığını bildiği için susmuştu mecburen.
Soğuk bir mahzende çıkmışçasına koşar adımlarla kapının önündeki taşlara oturmak için yöneldi. Rızada peşin sıra ikisi yan yana oturdular.
İkisinde bir sessizlik zuhur etti. Çevreyi dağları alıp sonra geri yerine iade ettiler. Bu küçük gezenti huzura varmanın ta kendisi idi ikisi içinde.
Nasıl olsa Rıza ile Kapı komşu idi. sık sık karışılacaktı böyle derin sessizlik sohbetlerine. Göz ucu ile bir daha süzdü Rıza, anın eni boyuna eşitleyen beden yapısına.
Sigarasından bir bir nefes daha aldı.
Ali,“E! Rıza can anlat bakalım neler yapıyorsun. Bu köyün güzelliğini yaşaya yaşaya” dedi
Rıza,“Hiç bir şey yap mıyım?”
Ali,“Anladım boşluğa, ben gibi kürek çekiyorsun sende”
“Aynen öyle”
Ali şaşkınlığını az üzerinden atınca tekrar konuşmaya devam etti.
“Seninle tanıştığımda. Küçük bir çocuktun şimdi kocaman bir adam olmuşsun ne çabuk geçti yıllar demi ama”
Rıza,“Evet, yıllar geçti. Sahi nerdeydin sen bunca zaman Ali ağabeyi… Sorsam yanılış mı? Olur acaba.
Ali derin bir ah çekti “ neyse o işleri hiç karıştırma anlatılması hayli uzun sürer be! Rıza can, dedi.
Lakin o arada gecenin hüznün fazlası ile çekmenin bedelini durgunlaşan yüzüne yerleşmesine engel olamayan Ali, inin durumu Rıza, gözünden kaçmadı.
rıza“Ağabey sen iyi uymamışsın galiba bir ihtiyacının olup olmadığını sorayım da gidim ben”.
Ali,“Evet, uyumadım diye bilirim. Sabah kadar bir ben oldum. Birde fikri cüce oldum”
Rıza.“Fikri cüce mi?”
ali, “He !”
Rıza“Of Allah’ım ne feci şeydir o bilmez miyim?”
Ali yine bir şok daha geçirmiş bu sözlerden sonra
“Maşallah Rıza hafızanda epey küvetli, ince hesaplar kafadan canlını verdi. Ben daha söze girmeden”
Mahcup delikanlı Rıza kendinde ona bir ipucu vermemek için sözü değiştirdi. Karşılıklı iltifat yağmuruna girmelerine öylesine izin verdi.
Rıza “Evet, ağabey ben buralarda kafa tımarlatma adına bir çeşit sembolüm. Ama her konu ile ilgili mutlaka bir anım vardır.
Ali ağabey bir tek sana söylüyorum, bildiğim yere inancın olsun ki. Konu uzmanlığını eyle kolay kazanmadım diyebilirim.
Ali,“Çok güzel şiirsel ve etkili bir anlatımın var hele anlat şu konu uzmanlığının ana temasını merak etim “dedi.
Ali, Rızayı biraz cesaretlendirmek adına kahkaha’yı koyu verdi gitti.
Hah ah!
Rızanın al al oldu yanakları
“anlatırımda beni çok zor durumda bırakma kimse bilmesin sakın dedi…
Ali ağabeye, genç diye bir ayrıcalığım var bu köyde. Adım çıkar canımın çıkmasından beter bir şey olur o zaman. Sır diyene kadar tek kelime etmem sana bunu bil...
Ali öylece donup kaldı.” sen yoksa bir hayalin peşinde mi? dolaştın.”dedi Rızaya.
Rıza.“Yok, öyle demeyelim de.”
Ali,”Eee ne diyelim! sen söyle”
Rıza yemi fazla kaçmış balık gibi çırpındığı kadarda sakinleşmesi içinde Âliyi uyarmayı da ihmal etmedi.
Dur! Hele anlatayım da dinle” dedi.
Köyün gizemi bir yana, sabah güneşi evlerin üstünden aşıp, bütün sıcaklığını iki dudak arası dokunma hassasiyeti ile çözmüş.
Bense kendimi her zaman ki gibi, bir duvar dibine atmış. Yaş on beş fazla desem günaha girerim hafif inceden bıyıklarımızda terlemiş yani!
İçimde akan nehirlerin bıraktığı o kudurgan ses yaman mı yaman bir şeyin arayışı içine attı beni.
Ne yapsam ne etsem o hissin akıbetinden kurtulamıyor. Deli danalar gibi, koşuyorum yemyeşil çayırlarda.
İşin özü ne düşüyorum nede ayaklarımın üzerinde dik dura biliyorum. Şehvet tülünün arkasında siper yatmış resmen avını bekleyen bir atmaca gibiyim.
Bir sesle yerimden doğruldum.
Narin bir kadın sesi düş ile gerçek arası beni çağırdığını fark ettim.
“Rıza gel bir şey diyeceğim”. Dedi.
Ali, fazla tutamadı kendini söze karıştı“ ulan Kimdi? O narin sesli kız”dedi.
“Ne kızı ağabey!”
Ali, “yahu de hele aklım çıktı”. Yavaş anlatıyorsun diye rızaya ses tonun bir yükselti bir alçaltı.
Rıza gülerek birazda mahcuplaşarak yarım bıraktığı sözüne devam etti.
Hani! Küçük memetlerin gelini Suzan vardı.
Ali,“Eeee! Ne diyor sana Suzan”
Pek sevimli şefkatli halini sen bir görecektin. Hiç düşünmeden gidip burnunun dibinde dikilmişim bile.
“Buyur! Suzan yenge ne istiyorsun benden” diyeceğim ama bir türlü sözler dilimde tutuklanmış gibi kekeliyorum. Adeta lal kesilmişim karşısında. Cümlelerimi daha tamamlamadan hem utandırdı hem de büyük bir acıya sürüklenişine diyeceğim yoktu.
Tek kelime yok bende. Kuğu gibi uzun boynunu bükerek aynen söyle demez mi?
“gözünün çapağını yediğim kapında kölen olayım. Rıza can sana bir işim düştü yapar mısın? O yüzden seslendim sana…
Suzan’ının o gözlerinin ışığı insanın bir sandala bindirip hırçın dalgalarla boğuşturup, sonra sahile ayak izlerini bıraktırıyordu. O an dalgaydım. Kâh sahildim. Kâh ayak iziydim. inan bana.
Bende bir telaş var ki sorma. Hani çok yardım severim ya! Nedenim oydu.
İşin güzel yanı bu güzelliği ile dillere destan Suzan’dı.
Çağırmasına dünyalar kadar sevinip, Suzan’ının karşısında emir eri gibi hazır olda durmuş. Bu arada zekiyim de. Sağı solumu gözetlemeyi ihmal etmiyorum, ikimizi bir gören olur diye.
Neme lazım tedbir elden bırakmamak gerek. Buralar küçük yerdir ayıp sözün aslı astarını açıklayamazsın. Ne söyleyeceğini öylece bekledim.
Suzan yengemiz, İlçeden un aldığını tek başına ambara boşaltamadığını söylerken. O dudak büzüşü kendince bir âlem kurup, var olan yolumu kayıp etmesine yetti de artmıştı.
Birileri de çıkıp Allah aşkına sorsalar “yahu! Rıza ne cevap verdin, sen Suzan’a dese.
Tabi ki canıma minnet demez miyim? Körün istediği göz bir bende ise ikiydi o anda.
Ali,”bende aynısın derdim” deyip şeytani şeytani gülmeye ve Rızayı dinlemeye devam etti.
Asla hayal edemeyeceğim bir durumla karşı karşıya idim. O önde bense arkasında yavaş yavaş ilerlerken o kusursuz kalçalarının raksına takılan gözlerime bir türlü mani olamıyordum. Çünkü giriş holü uzun ve çok dardı. Bir solukta, yarım ışıklı arka odalardan birine girdik. Bu arada Un çuvalları dizili dizili bizi bekliyorlardı.
Suzan soluk alamadan oradan buradan söz açarak gülüp konuşuyordu. Ben dinleme mağduru olarak dinlemekle beraber un çuvallarını ikiye bölüp bir hamlede ambarın içine Hopa! Diye atıyordum. Yalanım yok hem vallahi hemi de tallahi. Bir var ki senelerce dinlerim onun o içimi gıcıklandıran güzel sesini…
Ali, “bu Suzan’ının eşi neredeymiş?”dedi.
Ağabey evde yoktu. Kocası tamtamına dört yıldır Almanya ya işçi olarak gitmiş. Suzan dile kolay görmüş geçirmiş yaşanması gerekenleri.
Benim gibi zarif çocuğu görmüş af hiç eder mi?
Onca yılın kıvılcımsız vebalini olanca yangınlığını bende söndürmeye de kesin kararlıda. Bense aslında buna nasıl başlayacak merakındayım.
Bir aradan söz bırakıp, unu torbadan bölüp ambara boşlatmaya uğraş verir gibi oldu. Benim çaprazımda dönen tilkilere dur! Demek imkânsızdı.
Efendi! Hortladı. Şehvet Budalısı gün yüz görmemiş bedenciklerimde of! Of ki! Ne of!
Amaç beli takke uçtu kel göründü misali.
Birden ne düşündü bilmiyorum bir hamlede üstünde ki ince sarı bluzunu tek hareketle sıyırıp çıkardı.
Bembeyaz memeleri hava ile akışmasında tomurcuklaşmış. Usul usul büyüyordu.
Gözlerim zaten pörtlekti daha bir portekleşti sadece” anam! Dediğimi hatırlıyorum.
Uzun siyah beline kadar düşen, Saçlarını tokasından kurtarıp omuzdan su misali gibi akması ile bir oldu.
Suzan, usulca eğildi kulaklarıma, dikkatimi sırtına doğru çekti.
Dedi “Rıza sırtım kaşınıyor. Bak bir kızarıklı görünüyorsa söyle bana” demez mi?
İşte o dakika delikanlılık bende, üne kavuşmasından daha çok, cüretkâr tavırları erkeksi yanlarımın çemberini genişletti nefes alışım hızlandı. İçimde ki sese yalvarıyordum “ne olursun daha fazla işkence etme bana. İmkânsız bir şey bu soluk almadan sevişmek istiyorum” diyorum”
Ama bir yandan gelen olur korkusunu bilip, yiğitle bok sürmeden yüzümü çevirir gibi oldum.”
Bakamam kız yenge” titreyen sesim köşeden köşe yankılandığını his ettim.
“Müthiş bir şey…”
O günden sonra bir kadının bedenini sadece sırt ve iki memesinde başladım hayal etmeye. ötesini iyi ki görmedim. Halim nice olurdu. Var sen düşün Ali ağabey…
Rıza’ anın son bir veda ya bağlı sözcükler yatalak bir aşkın hayali yürüme destekçisi saydı kendini. Çok şeyleri anlamak istiyor dil fakat suskunluğa yeminleşmiş. O dudak alevi, kendi koruna defalarca diz çöküp, gizemliliğini hale koruyordu.
Elinde olmadan o güzel anıları yaşamasına vesile Suzan’ın gizemli bakışları anımsayıp, uzak iklimlere gidip gelmiş idi.
Kimse seninle aynı kanıda olamaya bilir bu adam şey…
Ali lafa karıştı “hem de nasıl…”
Rıza itiraz etti.
“Neyse hikâyemiz uzun zaten uzun hikâyeleri dinlemekten de anlatmadan da haz almıyorum”
Ali, çokbilmiş bir tavırla Rızayı iyice süzdü sonra konuyu değiştirmeyi uygun buldu.
“Sana birkaç soru sormak isterdim”
“Hangi konularda soru soracaksın ve de bu yarım akıla sana cevap vere bilir miyim? Bilmiyorum!.. Ağabey” dedi.
“Yenge nerede?”
Derin bir iç çekiş Rıza’nın gözlerini yaşartmıştı, ağladığını beli ettirmemek içinde. Zora ki gülümsemeyi ihmal etmedi.
Havanın yaz ertesi sonbahar olması rüzgârın esmesinden soğukluğu bedene mıh gibi yapıştırmasından beliydi. Kalın hırkasına sağ solunu çekiştirdi. Elini yumuşak bir hareketle Ali’nin sırtını sıvazladı.
“hey be! Ali ağabeyim, hayatım boyunca en ilgi çeken kadınları yakında tanıma fırsatı buldum. Keza birçok hatayı işlemediğimi itiraf etmeliyim. Sevmek adı altında bağladığım bir sevgilim hem vardı. Hem de yoktu. Kadınlara karşı cinsel bir arzu duymak bazen yetmeye biliyor.”
Ali, “beklide sen onu mutlu edebilen bir erkek değildin” diye sözünü tamamladı.
Rıza o dakika içinden geçenleri yüksek bir sesle açıklamaktan kaçınmadı. “yani bir başka erkekle daha farklımı yaşardı demek istiyorsun? Eğer böyle ise bunu şimdi çözmek ne fayda getirir onda bana da …”
Rıza kalabalık bir düşünce içinde kolayca sıyrılıp aşkla nasıl karşılaştığı ve anlatımlarını aynen terziliği ek iş olarak düşünen terzicik gibi. Yaşadığın duygu yamasına farkında olmadan koca koca dikişler vurmuştu.
Ali, Rıza’nın anlatımından, hayreti gizlemek yerine. Hayatında hiç rastlamadı dağınıkla karşı karşıya gelmiş. Yüzü ifadesini yumuşatmasına sebebiyet veren düşüncelerin ordusuna beyaz bir bayrak saldı.
Ses tonunu bin kat yavaşlatıp sözlerine aynen şöyle devam etti.
“hayal kırklığı insanın anladıklarını hem zorlaştır karşındaki kişide aynen sende olduğu gibi farklı anlamlar çıkartır ne dediğini anlatamasın”
Rıza ilgisiz bir tavırla.”ne demek istiyorsun sen”.
Ali rızanın da hayli canın sıkan bu konuyu değiştirmek için bir sihirli söz aramaya başladı. lakin derin bir kuyun içinde paslı kova gibiydi. Dil damağı endişeden kaskatı kurumuştu.
Rıza ayağa kalktı .”kusura bakma daha sonra daha çok konuşuruz. Haydi, şimdilik hoşça kal.”deyip bahçe kapsından hızlıca çıkmıştı bile.
DEVAM EDERMİ BİLMEM:)