- 547 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Helvası Gecikmiş Adam
Sabah erkenden kalkıp salona geçti. L salonun buz beyaz renkli duvarına ortalanmış, Roma rakamlı, İsviçre doğumlu, Türk pilli, Alman dakikliğindeki yuvarlak saate baktı. Köşesiz yuvarlak içindeki Romalı akrep XI’ den XII’ye viyadüklerken, Romalı yelkovanın güney bölgesindeki VI rakamının tam üstünde olduğunu gözümleyerek erkenden kalmadığını fark etti.
Saat Roma rakamlı olduğuna göre saatin de İtalya başkentine göre hesaplanmasının doğru olacağına karar verdi. Roma bizden bir saat geri, neden Roma bizden geri olsun ki?... Biz onlardan ileriyizdir. Onlar bize yetişmeye çalışıp hatta çabalıyorlardır ve bir türlü başaramıyorlardır. Neden?... Çünkü biz de çalışıyoruz. Tabii, baktılar ki yetişme ihtimalleri yok; koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni bu saatlerle donatacak ve akılları sıra bizleri Romalılaştırarak bir saat geri götürecekler. Sadece Roma mı? Biz tüm Avrupa kıtasından ileriyiz. Bu yüzden almıyorlar bizi Avrupa birliğine. Bu konu hakkında biraz daha düşünebilirdim ama her an altımı ıslatabilirim diyerek en acilinden tuvalete gitmesi gereksinimi ile hesap makinesinin on/off tuşuna basıp tüm rakamları uçururcasına sıfırladı kafasındaki komplo teorili saat düşüncesini.
Hızlıca tuvalete gitmek istese de 84 yaşındaki virgül görünümlü bedeni bu isteğe cevap verecek duyarlılıkta değildi. Tuvalet güzergahı üzerindeki terlikleri görüp kurumuş toprak misali çatlak topuklu ayaklarına geçirerek yoluna devam etti. Direksiyon başında uyuyan şoför gibi yol güzergahını terliklere bırakınca kendini mutfak kapısının girişinde buldu. Mutfak girişinde seyrekleşmiş ak saçlarını kaşıyarak buraya niye gelmiştim diye düşünürken, birden elinin ak saçlarını niye kaşıdığını düşünmeye başladı… Saçlarını kaşımayı bırakıp ne düşündüğünü düşünmeye başlayınca kafası da saçları gibi dağıldı.
Çaydanlıkla göz göze gelmesiyle kesin ocağa çay suyu koymak için gelmişimdir düşüncesiyle mutfak sınır çizgisini geçecekken mesanenin tam saha şok pres uygulaması sonucu sinyal vermeden U dönüşü yaparak mesanesinin kılavuzluğunda girdi banyoya… “Ne kadar sallarsan salla…” kanunun son damla yasası gereği iç çamaşırına düşen birkaç damla haricindeki mesane sıvısının tamamını boşaltıp üstüne sifonu çekerek rahatladı.
Ellerini yıkadı, ıslak ellerini pijamasının alt ve üst kısmının çeşitli yerlerini mıncırıp yalap şalap kuruladı. Nemli elleriyle önce kapıyı sonra ışığı kapatıp, akan musluğu akışına bıraktığından bihaber çıktı banyodan. Sık ve mini etek boyutlarında adımlar atarak tekrar girdi mutfağa. Dört hazneli ocağın en küçük haznesini yakıp su dolu çaydanlığı büyük ocak haznesinin üstüne koyarak kaynamaya bıraktı.
Kuş sesleri ile irkilip, cama yönelip, camcıktan havaya bakıp, havada hiç kuş görememesinin şaşkınlığı içinde gözü evin önünden geçen trafiğe takıldı. Boza akıcılığında ilerleyen trafikte önüne çıkan gence çarpmamak için ani fren yaparak durabilen şoför, genç çocuğu öyle bir dövdü ki, arabayla çarpsa daha iyiydi.
Camcığı kapatmaya çalışırken camcığın zaten kapalı olduğunu fark ederek kapalı camcığı nasıl kapatabilirimi düşündü. Kulağında kuş sesleri tüm hızla ciklerken camcığı açıp egzoz karışımlı havayı içine çekip tekrar kapatıp ciklemesi devam eden kuş seslerine doğru yöneldi. Sesin kapı yönünden geldiğinden emin olunca kuş seslerinin kapı zili melodisi olduğunu anlayarak açtı kapıyı…
-Ne var? Ne istiyorsun?
-Ekmek ve gazete getirdim.
-Sebep?
-Her sabah getiriyorum…
Dedi kapıcı Salih.
-Allah razı olsun evladım teşekkür ederim…
Diyerek aldı ekmekle gazetesini. Kapıyı kapatıp gazeteyi salonun köşesinde yer alan masaya bıraktı. Ekmeği mutfak masasının üstüne üstünkörü koydu. Çay suyu kaynamış mı diye baktı, çaydanlığın altının yanmadığı görerek şaşırdı. İyice gel-git akıllı oldum diye düşünürken, ocağın sağ kısmındaki küçük haznenin yandığını, çaydanlığın sol tarafta durduğunu gördü. Sen orada nasıl kaynayacaksın salak söyleviyle ters köşedeki salakdanlığı tersleyip, ters köşedeki salakdanlığı alıp ocağın yanmaya devam eden küçük haznesine oturttu.
Çay suyu kaynayana kadar gazeteye göz atarım düşüncesiyle yakın gözlüğünü aramaya koyuldu, her yere baktı, fakat bulamadı. Tekrar mutfağa yönelip, demliğe bir kaşık çay koyup, üstüne yeter miktar fakat tam kaynamamış ılıman su ilave ederek demliğin kapağını kapattı. Çay kabını yerine koydu, demliği tezgâh üstünde unutup salona geçti. Salon sehpasının üstünde yakın gözlüğünü görünce çok sevindi. Yakın gözlüğünü ne için aradığını düşünüp bulamayınca gözlüğü aldığı yere bırakıp üçlü koltuğun yakın köşesine tek başına oturdu.
Oturma organı rahatsız edici bir şeyin üstüne oturduğu sinyalini beyne göndermesi ve beynin el organına verdiği emirle bölgesel arama bulma çalışması başlatmasıyla buldu iki gündür görme organıyla arayıp bulamadığı televizyon kumandasını…
Oturma organını kumanda etmeye domuzlanan kumandayı suçüstü ele geçirerek ve buna çok sevinerek açtı televizyonu.
Abuk sabuk iç karartıcı haberlere denk gelip, hemen başka kanala geçti... Ansızın karşısına çıkan başbakanın konuşmasına fırsat vermeden başka kanala tuşladı… Evlendirme programında kendi yaşlarında bir adamın konuştuğu görünce damat adayının söylediklerini daha iyi duyabilmek için sesi iyice dipledi. Adamın iki evi, bir iş yeri ve bankada yeter miktar parası olduğunu duyunca morali bozuldu. Bende çıkacağım ama bir emekli maaşına hiçbir kadın gelmez düşüncesiyle kapattı televizyonu.
Mutfağa gitti çaydanlığın alt kısmı kaynarken üst kısmının tezgah üstünde olduğunu görünce çayı demleyip demlemediğini düşünmeye başladı. Düşüncesinin ilk saniyelerinde çayı demlediğini anımsayıp ince belli çay bardağına az dem bol su koyup şeker atmaksızın karıştırmaya başladı.
Çaydan bir fırt çekti, çayın da, şekerin de eski tadı kalmadı diyerek şeker arayışına girdi. Az önce kullandığıma göre şeker buralar da bir yerler de olmalı diyerek iyice arandı. Uzun bakınmalar sonucu buldu küp şeker ambalajını, iki şeker atmak istese de ambalaj içindeki son şekerle yetinmek durumunda kalarak karıştırdı çayını… Tam çaydan bir fırt çekecekken gözü toz şeker kavanozuna ilişti, bir kaşık da toz şeker koydum mu tamamdır diyerek tuz kavanozundan bir kaşık tuzu çaya atıp karıştırdı. Şeker ve tuz karışımlı çaydan ilk çektiği fırtı aynı hızla püskürttü. Çayı lavaboya döktü, çaydanlığın altını kapadı. Bir bardak su ve bir parça ekmek koparıp suyun içine boğarcasına daldırıp çıkarıp yumuşatarak küçük parçalar haline getirdiği ekmek ezmesini çiğnemeksizin midesine indirdi.
Salon masasının üstündeki gazeteyi gördü. Bu sefer de yakın gözlüğünü nereye koyduğunu bulamayınca iyice sinirlendi. Masanın diğer ucundaki uzak gözlüğünü bularak gazeteyi biraz uzaklaştırıp öyle okurum diye pratik bir çözüm üretse de deneme sonucu pek bir şey okuyamadığına şahit olup gazetenin resimlerine bakıp haberleri tahmin ederek sonlandırdı gazete konusunu.
Televizyonun sol üstünde hiç simetri gözetmeksizin duvara asılmış ahşap çerçeve içinde kendi fotoğrafını görerek “Hey gidi gençlik” diyerek iç geçirdi… Fakat fotoğraf içinde biri kadın üç çocuk daha vardı. Siyah beyaz ve solgun fotoğrafın solunda saçları topuz, gözleri cıvıl, kedi burunlu, kara gözlü, inci kolyeli, oldukça güzel ve zarif kadın kimdi? Hemen önlerinde ikisi kız biri erkek çocuğa dikkatlice bakarak tanımaya çalışsa da hiçbirini tanıyamadı.
Soldan sağa 3 yukarıdan aşağı 1 şeklindeki fotoğraflı bulmacayı çözmeye çalışırken kapı zilinin içindeki kuşların aç beni melodisinin susmaksızın çiklemeye başladığını duyup slow motion kapıya doğru yöneldi. Tüyleri tek tek yolunuyormuşçasına cikleyen kuşlar kapının açılmasıyla sessizliğe bürünüp görevlerini yapmanın huzuru içinde dinlenmeye çekildiler.
Kapıda dikilmiş kuşları cik cik cikleten 4 kişiyi görerek…
-Buyrun kimi aramıştınız?...
Diyerek sorusuna cevap beklemeye başladı.
Kapıda kırklı yaşlarında bir çiftle yanlarında iki kız çocuğu ile dikilmekteydiler Adam orta boylu, geniş omuzlu, adem elmalı, badem bıyıklı, nü kafalı, kara kaşlı kepçe kulaklı biriydi. Kadın gök delen topuk giymesine rağmen adama göre biraz daha kısa fakat saçsal olarak kıyaslandığında oldukça saçlı fakat bıyıksızdı. Adamda olmayan saçlar kadın da, kadın da olmayan bıyık ve boy adam da vardı. Bu açıdan bakıldığında birbirlerini tamamlayan bir çift görünümde olduğu söylenebilirdi. Kızlardan büyük olanı 13 yaşlarında esmer kıvır saçlı, üzgün gözlü, büzgün dudaklıydı; çatık kaşlarından ve mimiklerinden zorla getirilmiş olduğu şıp diye anlaşılıyordu. Ufak kız 3-4 yaşlarında kıvırcık kumral saçlı, saçı taçlı, boyu bir metreye teşne, tombiş elli, ısır yanaklı, ön iki dişinin olmamasını umursamadan gülümsemesiyle ailenin en cimcimesiydi.
Kısa süreliğine oluşmuş sessizliği ufak kızın tiz sesi bozdu. Ufak kız ani bir hareketlenme ile “Dedecim” diyerek yaşlı adamın romatizmalı ve varisli bacağına sıkıca sarıldı. Romatizmalı ve varisli bacağına dolanan cimcime adamı “Dede” diye sıfatlandırması ile kısa süreliğine şok yaşayan “Dede” sıfatlı adam, bu şoku üzerinden atamadan zorla getirildiği şıp diye anlaşılan çatık kaşlı kızın kendine verilen görevi istemsizce yerine getiren mimikler eşliğinde yaşlı adamın elini öptü ve bir süredir ciğerlerinde tuttuğu nefesi koyuverdi.
Gökdelen topuklu kadın…
-Baba bizi içeri buyur etmeyecek misin?
Şaşkın yüz ifadeli sorusuna…
-Buyrun hoş geldiniz buyrun…
Diyerek aldı misafirlerini içeri. Kendisi üçlü koltuğa oturdu… Kim olduğunu bilmediği nü kafalı adam ve “Baba bizi içeri buyur etmeyecek misin?” diyen kadın karşısındaki ikili koltuğa oturdu. Kız çocuklardan büyük olanı yanındaki tekli koltukta cep telefonu ile sosyalleşmeye başlarken ufak kız ortalarda koşturmaya başladı.
-Nasılsın Baba?
Diye sordu oğlu olma ihtimali, ihtimal dâhilinde olan adam.
-İyiyim evladım, sen nasılsın?
Cevabını verirken gözü ortalarda fır dönen ufak cimcimeye takıldı…
Dede dediğine göre bu şirin cimcime torunum olmalı. Diğer kadın da baba dediğine göre kızım demek ki… Pek de bana benzemiyor… Gelinim de olabilir… Üvey almış da olabilirim tarzı alternatiflerle beyin jimnastiği yaparken, birden bu sabah unutkanlık hapını içip içmediği hatırlamaya çalıştı. Sonra unutkanlık hapını nereye koymuştum ki diye düşünürken “Dedecim” diyerek yanına sokulan cimcimenin güleç yüzüne bakıp unutkanlık ilacını tamamen unuttu. Aldı kimden nasıl oluşmuş tam olarak bilmediği cimcime torununu kucağına.
Kızı mı, gelini mi? Bilinmez kadın
-Baba sana yurtdışından harika bir ilaç getirdik…
Dedi.
-Ne ilacı kızım?...
Dedi yaşlı adam.
-Bizi unutmaman için… Benim senin kızın olduğumu, adımın Perihan olduğunu, damadın Süleyman’ı, hemen yanındaki tekli koltukta oturan ilk torunun Burcu’yu ve kucağında oturan en ufak torunun Esma’yı şıp diye hatırlatacak yeni bir ilaç… 5-10 dakika içinde etkisi gösteriyormuş…
Dedi kızı Perihan olduğu anlaşılan kadın.
Adam kızının bir bardak suyla getirdiği pembemsi ilacını içti. İlaç mucizevi bir şekilde etkisi gösterdi. Yaşlı adam bir süre sonra hepsini tanıyarak özür diledi…
Perihan bu hapın 2 günde bir, bir doz olarak alınacağını, unutmaması gerektiğini üstüne basa basa anlatarak buzdolabının üstündeki notluğa “İlacını unutma” diye yazdığını ilave etti.
Yaşlı adam teşekkür ederek, kucağındaki Esma adlı torununun saçlarını okşamaya devam etti.
Yaklaşık bir saat sonra müsaade isteyerek, el öperek, gene geleceklerini belirterek ayrıldılar yaşlı adamın yanından.
Yaşlı adam duvar saatine baktı saatin hala 11.30 u gösterdiğini görüp saat pilinin bitmiş olduğunu ve bir süredir çalışmadığını anımsadı. Saatin kaç olduğu çok da önemli değildi zaten.
Sonra tekrar çerçeve içindeki fotoğrafla göz göze geldi. Mucize ilaç sayesinde bulmacamsı fotoğraf kendiliğinden çözülmüştü. Üç çocuğunun annesi biricik karısını hemen hatırladı… Sonra 24 sene önce tatile giderken hatalı sollama sonucu yaptığı kazayı ve o kaza da iki çocuğuyla birlikte biricik eşinin ölümüne sebep olduğunu, enkaz haldeki arabadan kızı Perihan’ın sağ ayağının kırıldığını, kendisininse ufak sıyrıklarla atlattığı kazayı anımsayınca gözlerinden süzülen yaşlara engel olamadı.
Yüzünü yıkamak için banyoya gitti musluğun açık olduğunu görüp yıkadı her iki anlamda da yaşlı yüzünü.
Kızı Perihan’ın getirdiği ilacı alıp, bu ilacın hiç de iyi bir ilaç olmadığı düşünerek dördüncü katın pencereden aşağıya bıraktı mucizevi ilaç kutusunu.
Tekrardan banyoya girdi. Sıcak suyu açıp iyice kırklandı. Sinekkaydı tıraşını oldu. Yatak odasına girip iç çamaşır çekmecesini açtı, tumanını ve fanilasını giydi. "Ben melamet hırkası kendim geydim eğnime" türküsünü mırıldanarak beyaz gömlek üstüne lacivert takımını ve zemini lacivert eni kime ne renkli boyun bağını taktı. Son olarak birbirlerini kaybetmemeleri için teğellenip ikizlenmiş siyah renkli yeni çorabın teğel ipine önem arz eden bir yerin açılışında kurdele kesen başbakan ciddiyetiyle kesip ikiz görünümlü çorapları birbirinden ayırarak geçirdi ayaklarına… Ayna karşısında son rötuşlarını yaparak ve kendini çok janti bularak mutfağa yöneldi. Ecza dolabı görevindeki ilaç çekmecesini açıp tüm ilaçları kutularından tek tek çıkardı. Ortaya karışık ve çok renkli ilaçların oluştuğu dolu bir tabak çıktı. Dolu tabak içindeki rengârenk ilaçların hepsini küçük bir tencereye naklederek üstüne iki bardak su ilave etti. Ocağın altını yaktı. Kendi uydurduğu ötenazi çorbası olmaya aday karışımını yanmakta olan ocağın üstüne koydu.
İlaç karışımlı sıvının üzerine bir tutam kaşık tuz ilave ederek yavaşça karıştırmaya başladı. İyice eriyip birbirine karışan, renkten renge giren ve ötenazi kokulu ilaç çorbasını tam kaynamadan aldı. Karışık ilaç çorbasını kenarı yeşil yaprak desenli porselen tabağın içine boşalttı; üstüne hafif karabiber ekti. Kapıcı Salih’in getirdiği ekmeğin iç hamur kısmını ilaç gibi çorbanın içine doğradı.
Gibisi fazlaydı… Çorba tamamen ilaçtan oluşuyordu. Bir süre önce 4.üncü kattan kendini atmak istemişse de buna cesaret edememiş hatta bu düşüncesinden çok ürkmüştü. Bir ara kendi yerine intihar edecek deneyimli birini bulup bu işi profesyonel birine yaptırmayı düşünse de deneyim sahiplerinin şu an yaşıyor olmalarının mümkün olmadığını düşüncesiyle vazgeçmişti.
Gurmemsi bir merakla çorbasından bir kaşık alarak damağında gezdirdi. Dünyanın en kötü tatları arasında beşinci sırada bulunan margaritalı hamurun tadı bile bundan daha güzeldi. Kokusu kokarcanın düşmanını korkutup kaçırmak için püskürttüğü sıvıdan, siyah lemurun kırkayak yiyerek vücutlarına sürdükleri sıvıdan, bir filin kızgınlık anında 40 kat artan testesteronun idrar ortaklığıyla oluşturduğu kokudan daha beter bir kokusu vardı.
Zaten tüm faydalı şeylerin tadı kötü olurdu. İki kaşık bal ilave, bir tutam tarçın yardımıyla daha içilebilir hale getirdiği çorbayı azimle kaşıklayarak bitirdi.
Janti haliyle L salonun köşesindeki gramofona doğru yöneldi, gramofonun iğnesini değiştirdi, zembereği kurdu ve taş plakların içinden bestesi ve güftesi Yusuf Nalkesen’e ait “Gölgesinde mevsimler boyu oturduğumuz” adlı hicaz makamlı eserine karar kılarak çalıştırdı 1928 model “His master of voice” marka gramofonu. Taş plak üzerindeki çizintiler üzerinde yürüyen iğne diyaframı titreştirdi. Diyaframın titreşmesiyle meydana gelen ses dalgaları huni biçiminde açılmış borudan çıkarak odaya yayıldı.
Taş plakla birlikte dönmeye başlayan başı dengesi yitirmesine sebep olmaya başlarken son bir gayretle duvardaki çerçeveyi yerinden çıkardı, çerçeve içindeki karısını ve üç çocuğunu ayrı ayrı öptü. Her birine ayrıca bakıp çerçeveye sıkıca sarılıp üçlü koltuğa uzanarak gözlerini kapadı.
Yaşlı adamın kanarya melodili zili kapıcı Salih tarafından cik cik cikletildiği halde iki gündür açılmayınca kapıcı Salih, Perihan’ı arayıp durumu endişeyle bildirdi. Perihan apar topar eve gelip çerçeveye sarılmış janti haldeki babasını üçlü koltuğa uzanmış halde görerek gözyaşlarına boğuldu.
Mutfak masası üzerindeki peçeteye “Helvası gecikmiş adam bu gecikme için özür diler” yazısını gören Perihan bu gecikmeyi sonlandıracak bir helva yapım ve dağıtım girişimin de bulunmayınca “Helvası yapılmayan adam” olarak karısının ve iki çocuğun bulunduğu aile mezarlığına defnedildi.
Kasım 2013
ABDAL YAZILAR
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.