Akıl Takviminde Seyahat
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Etrafına dört defa baktı. Pişmanlık limiti olan “üç” ü de geçmişti. Kendisinin koyduğu bir çıtaydı bu. Çıtayı epeyce aşmıştı! Elinde tutmuş olduğu eşya, kalbine misafir olamayacak çapta bir varlıktı. Var olmaması gerekli olan bir varlık.. Bakmış olduğu yönlerden hepsi ona teker teker ateşin vecizeler sıralamaktaydı. O ise acele bir formülle, dehliz kapısının ne olacağı belli olmayan hiçliğine kendisini adamıştı.
Boğazında bir acılık hissetti ilk önce. Aklını kaybeder gibi oldu. Dünya’ya bir gelip iki gitmenin panoramasını tadıyordu.. ve yolculuk başlamıştı.
Acı bütün vücudunu kaplamıştı. Damarları seri halde yerinden oynuyordu. İçinde deprem oluyor sandı bir ara. Her gün bakıp bakıp hayıflandığı değerli bir insanın fotoğrafına odaklandı. Duvarda hala tebessümlerini istifliyordu .Sanki konuşuyor ve ona birşeyler anlatıyordu. Ama o sallanmıyordu. Birden kendine geldi. Bütün bunlar tesadüf sayılamazdı .Az bir gayretle kendine gelmenin çaresini aramaya koyuldu .Soğuk bir su içmek için mutfağa doğru ilerledi. Atan özgür(!) nabızlarını ayaklarının en uzak hücrelerinde hissedebiliyordu. Ayarsız bir duble heyecanın cenderesinde, benlik tokadını iyice tatmıştı. Titrek ellerinin çaresizliğiyle bardağı elinden düşürdü. Ayaklarının etrafı cam parçacıklarıyla doluydu. Parça parça tehlike damlaları parlıyordu gözlerine. Bağırmak istedi, ama bu ne yapmak istediğine parmak izi sunamazdı. İsteksiz fikir yumağıyla örülmüş bir haldeydi. Nihayet yarım saat aranın ardından temizleyebilmişti. Balkona çıkıp biraz nefes almak istedi. Sazlıklarla örtülmüş yemyeşil tondan kahramanca sıyrılan ve tabiata merhaba diyen pınara gözünü dikti. Halbuki yıllardır aynı kaynaktan akıyordu. Hiç bu kadar dikkatini çekmemişti. Pınarın yüzeyine paralel uçan ve billur ekranda çift harika sunan kuşlara gözü takıldı. Bir martı, gagasıyla taşıdığı yükü masmavi deryaya götürüyordu. Gözü tekrar yaratılmış gibiydi. Farklı desenlerdeki kuşları görünce hayretler içinde kaldı. Kendisi de uçmak istedi. Gözlerini kapatmak ve bu acıdan kurtulmak. Halbuki kiremitlerle macunlanmış evin çatısındaki sesleri her zaman duyardı. İnsanın alışageldiği ve yaşatmak istemediği dünya, farklı bir ses sunamıyor demek ki.
Düşündü. Etrafında gördüğü bu hareketliliğe bir anlam vermeliydi .Kendisini bu atmosfer kalabalığında bir yere koymak istedi. İstek yağmuruna tutuldu tek başına. Yalnızlığın verdiği keyifsizlikle canı sıkıldı. Aşağı inmeye karar verdi. Bir de yüzeysel bakacaktı görmesi gerekenlere. Hızlı adımlarla merdivenlerden sıyrıldı. Derin bir yük taşıdığını anlar gibi oldu. Hayır hayır, martı değildi. Ama onun da diyebileceği çok şey vardı elbet. Bastonuyla kaldırım parkesini iğneleyen bir ihtiyar yanından geçiyordu. Yılların eskitemediği bu vitrinle yüz yüze geldi. Az ilerdeki mezarlığa doğru gidiyordu .Belli ki kaybettiği ve kaybettikleri vardı. Dua etmek için yük taşıdığını anladı. Mezarlıklar herşeyin ve herkesin beklendiği yerlerdir diye düşündü. Yük buraya mı boşaltılıyordu? Boğazındaki acılık geçmesine geçmişti ama bazen yutkunduğunda isteksiz tat kendisini yineliyordu. İnsan düşüncelere daldıkça yeni tatlar eskileri unuttururdu. Tıpkı yeni doğan bir bebeğin annelik duygusunu tekrar yeşerttiği gibi.
Limanda gemiler gördü .Oda oda dizilmiş mahşer yığını gözlerine kanat çırpıyordu. Rüzgarın çivi çaktığı dalgaların köpükleri ise tertemiz bir rüyanın gözleri kandırmayan sahnesine yetişmişti .Kaçmamıştı dalgalar. Birbirinden uzak yaşayan canlıları kıskandırırcasına bir kavis çiziyordu. Yol gösteren fenerin gölgesinde kendi gölgesini kıyasladı .Çok fark vardı. Yere bakan çift göz ile iştahlı dalga köpüklerinin deryanın bünyesinde mayalanmak istemeleri aynı olamazdı. Yerden bir çakıl taşı aldı .Çocukluğuna inat fırlatmak istedi. Birden bir ayna gördü .Aynada pişmanlık mayasıyla kendisine konum belirlemek isteyeni gördü. Arayış içerisindeki pişmanlık zarar vermezdi. Boğazında çelik bukağılar yoktu. Rüyadan uyanmıştı. Denize taş yerine iyilik atmaya karar verdi. Simit reyonundaki bütün simitleri satın aldı. Usulca bırakılması gereken yere bıraktı .Dalgaların kucağına…
Sahilde ilerlerken vücudunu çok hafif hissediyordu. Bütün bunlar yaptığı iyiliğin hediyesi miydi? Gurura kapılmadan etrafına bakındı. Karşıdaki uzun palmiyelerin yanına doğru rotasını çevirdi. Düşünce bankında zahmetsiz sessizliğe koyuldu. Bir ara bir gözyaşı bestesi çınladı kulağında. Okul üniformalı bir öğrenci çok önemli bir şeyini kaybetmişçesine mahzun mahzun ağlıyordu. O da yükünü kaybetmişti. Göz göze geldiler. Geçmişi aklına geldi. O da bir gün parasını kaybetmiş ve saatlerce ağlamıştı. Hiç çekinmeden cebinden çıkardığı kağıt parayı öğrenciye uzattı. Dalgalara yem bırakırcasına. Çocuğun okyanus gibi olan sevincini cüzdanına koydu. Candan ettiği teşekkür karşısında hislendi. Gözleri doldu..
Balkondan seyrettiği martıyı gördü bir ara. Hemen de tanımıştı. Aynı yükü taşıyan iki hamal gibiydiler. Liman da karşılarında. Heybetli gemi sesiyle arkasına dönmesi bir oldu. Yeni uyanan insan gibi göz çukurlarını ovaladı. Karşıdaki üst geçidin kavşağa bakan diliminde bir trafik kazası olmuştu. Öfkeli birkaç insan ellerindeki ve dillerindeki duygu oltalarını birbirlerine atıyorlardı. Beslenen yoktu! Şükür ki üst geçidin yüksekliği derya kuzularını rahatsız etmiyordu. Arayış içerisindeki insan ise rahatsız olmak zorundaydı. Kazanın bilançosunda ölüm kelimesi yazılmamıştı. Bu da bir yüktü taşıyanlar için. Bazen bir baston taşır kulağa küpe olacak hayat takısını. Kaza ortamı öfke hamuruyla yoğrulmuştu. Beslenen yoktu. Asfalt tuz buz olmuş cam kırıntılarıyla bezenmişti. Evdeki düşürdüğü bardak aklına geldi. Temizlemek istedi yolu. Müdahale ettiler. Polis beklenecekti. Hemen vicdan karakoluna dilekçe yazmaya karar verdi. Artık hızlı ilerliyordu içindeki yük gemisi. Bir dalgakıran peyzajıyla ortamdan ayrıldı. Verecek çok şeyinin olduğunu söylemek isterdi. Yazdığı dilekçeyi yırtmadı.
Hava bugün erken kararmıştı. Dolunay kendisini heyecanla sergilemek istiyordu belki. Yükü olmayan bir kayıktan mı izin isteyecekti? Nihayet pınar yakamozunda evinin vücudu belirmişti. Başını kaldırdı. Uzun bir yolculuktan dönmüş gibi balkonuna baktı. Hüzünlendi. Farklı bakabilmenin lezzetini yudumlarcasına.
Hayatı kuşatmak için aynı ortama farklı bakabilmenin çare yüklerini araştırmıştı. Mutfağa doğru ilerledi. Gördükleri karşısında gözlerine inansa mıydı? Tezgahın üzerinde içi su dolu bir bardak vardı. Eline aldı. Su, ikram için hazırlanmış gibi soğuktu. Bu da bir hediye yükü diye geçirdi içinden..
Dışarıda heybetli bir ses daha duydu. Öfke yoğrulmuyordu. Ağaçlar ve tabiat besleniyordu. Rüzgar taşıdığı emir gereği yükünü bulutlarla paylaşıyordu.
Bir aşıdan, gözlere rahmet, bin yük taşınıyordu.
Gürsel ÇOPUR