- 1220 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
KERBELA
KERBELA ( TARİHDEN ALINACAK DERSLER)
Aşure ayında olduğumuz için sizlere bu aya ilişkin acıklı bir hadise aktarayım. Bakalım günümüzün bazı kişileri ile bir yakınlık veya bir benzerlik kurabilecek misiniz? Veya içimizden birileri bu olayın bir tarafında kendilerine ayrılmış bir senaryo bulabilecekler mi?
Biliyorsunuz Kerbela tam bir bela beldesi… Hüzün beldesi... Bir gülün kendi dikenleri ile kanatılıp, boynunun dalından koparıldığı bir belde… Bir yıkımın, bir çöküşün beldesi…Eşsiz bir gonca güle (Dedelerinin (A.S.) ifadesiyle cennet gülleri); afetin, karabasanların, vahşiliklerin yığın yığın üzerine geldiği belde…Kısacası insanlığın beden ve ruh halinde erozyona uğradığı, çöktüğü hasılı yerle bir olup tarumar olduğu belde…
Hz Hüseyin’in ifadesi ile “Üzüntülü, tasalı, mihnetli ve belalı yer” Kerbela… Fırat kıyısında otsuz, susuz, ıssız, çöllük bir yer olan Taff bölgesinin bir bölümünün adıdır Kerbela... Daha önceden yazılmış olan ve zaman zaman bazı bölümleri gerek Peygamber Efendimiz(A.S.), gerekse Hz Ali tarafından bir kısmı deşifre edilen senaryonun gerçekleşmesi için, Hz Hüseyin, ailesi ve dostları, bela beldesine, yıkım beldesine, kısacası insanlığın çöktüğü beldeye gideceklerdir.
Taff bölgesinde yaralamak ve boğazlamak anlamına gelen El Akr Köyü’ne geldiklerinde Hz Hüseyin “El Akr’ dan Allah’a sığınırız” der. Hz Hüseyin ve yanındakileri bu ıssız, otsuz ve susuz bölgeye zorla götüren Hürr bin Yezid “İn artık bu yere, Fırat Nehri de yakınındadır” der. Hz Hüseyin yanındakilere “ Babam Sıffın’a giderken buraya uğramıştı. Ben de yanındaydım. Durdu ve buranın neresi olduğunu sordu. İsmi kendisine söylenince “Onların hayvanlarından aşağı indirilecekleri yer, işte burasıdır. Kanlarının döküleceği yer de işte burasıdır!” dedi. Bunun ne demek olduğu kendisine sorulunca da “ Muhammed’in Ehl-i Beyti’nin yükleri, ağırlıkları işte burada indirilecek” demişti dedi. Hz Hüseyin, yüklerin hayvanlardan indirilmesini emreder ve yükler indirilir. İşte Kerbala’daki faciaya adım adım böyle yaklaşılmıştı. Kerbela’ya Hicret’in altmış birinci yılı Muharrem ayının başında çarşamba günü gelinmişti.
Şimdi anlatılan bu ilginç olayların bir de perde arkasına, bu günkü tabirle kamera arkasına bakalım. Ebu Abdullah Yahya anlatıyor. Hz Ali Sıffın’a giderken Nineva hizasına gelince iki defa “ Ebu Abdullah Fırat kıyısında biraz dur!” diyerek seslendi. Ebu Abdullah “ Niçin duracağız ?” diye sordu. Hz Ali “ Ben bir gün Peygamber Aleyhisselam’ın yanına girmiştim. Gözlerinden yaşlar akıyordu. “ Ey Allah’ın Peygamberi! Seni gözlerinden yaşlar akıtacak dereceye bir getiren mi oldu?” diye sordum. O’da “ Evet! Biraz önce Cebrail yanımda idi. Hüseyin’in Fırat kıyısında şehit edileceğini bana haber verdi. Onun toprağından sen de koklar mısın?” dedi. Ben de “olur” dedim. Bunun üzerine elini uzattı. Bir avuç toprak avuçlayıp bana verdi. Gözlerimin yaşını tutmağa kadir olamadım!” dedi.
Düşünün, ne müthiş bir tablo...İnsanın kanını donduracak, iliklerine kadar sarsacak inanılması güç bir gerçek... Allah’ ın en sevgili ve en sevdiği kulu Muhammed Mustafa’yı ağlatan bir tablo…Ve O’nun en çok sevdiği “gözümün nuru” dediği kızı Fatıma’yı, kendi elleriyle evlendirip verdiği güzel insan, çocuklar içinde ilk müslüman olan damadı Hz Ali’yi ağlatan gerçek…Kainat çapındaki şahsiyetlerden birine oğul, bir diğerine torun olabilmek…Ne büyük devlet…Ancak bu devletin kıymetini bilmemek, hatta ihanet etmek, yarı yolda yüz üstü bırakmak, bir yerlere şikayet edip gammazlamak da, yüzüne gülüp arkasından dolaplar çevirmek de, çıkarcı, menfaatçi yine bu dünya insanlarına özgü bir tavır. Hemen hemen her gün benzerine şahit olduğumuz ikiyüzlü insan tavırları değil de nedir ki? Daha önceleri Hz Hüseyin’in karşısında olan Hürr bin Yezid, hatasını anlamış şimdi o büyük devlet, büyük nimetin yanındadır. (Ah keşke bugün de birileri yaptıkları böyle hatalarını anlayıp erdemli bir hareket içinde olabilseler). Hz Hüseyin’i önce çağırıp sonra yüz üstü bırakan Kufe’lilere şöyle seslenir “ Ey anaları ağlayasıca Kufe!i’ler! Siz O’nu davet ettiniz. Yanınıza gelince terk ettiniz. O’nun önünde çarpışacağınızı söylediniz, sonrada O’nu öldürmek için üzerine atıldınız. İnsafsızlık ettiniz. O’nu hapsettiniz.” Hürr bin Yezid’in bundan sonra söyleyecekleri ise çok müthiş ifadeler. İnsan vicdanının tahammül edemeyeceği ifadeler söylüyor. Hürr şöyle devam ediyor. “ Kendisinin ve Ehli Beyti’nin sığınabileceği, Allah’ın geniş yerlerine yönelip gitmesini men ettiniz. O’nu, kadınlarını, çocuklarını ve dostlarını; Yahudilerin, Mecusilerin, Nasranilerin serbestçe içtikleri, köy DOMUZ ve KÖPEKLERİNİN içinde yuvarlanıp oynadıkları akıp duran Fırat suyundan da mahrum ettiniz. O bir esir gibi elinizde sabahladı. Sizler onları böyle susuzluktan cansız düşürmekle, Muhammed Aleyhisselam’ın arkasından O’nun zürriyetıne karşı ne kötü, ne çirkin hareket ettiniz. Eğer siz bu kötülüklerinizden vazgeçip tevbe etmeyecek olursanız, Allah da sizi susuzluktan yanıp kavrulacağınız Kıyamet gününde sulamayacaktır.”
Tabii Hürr bin Yezid bunları söyleyince ok yağmuruna tutulmaktan kendisini kurtaramaz… Nesimi gibi… Doğruyu söyleyenlerin dokuz köyden kovulması gibi…Öyle zannediyorum şu ana kadar anlatılanlar hem insanın yüreğini parçalıyor, hem de bize bir ışık tutuyor. Ancak derin düşünüldüğünde bugünkü yaşadığımız olaylar ile ne kadar benzeyen, örtüşen yanları var. Hayret etmemek mümkün değil. Şimdi sizi finale götüreceğim. O yüzden nefeslerinizi iyi tutun, aklınıza hiçbir şey getirmeden sakince şu olayı izleyin. Sonucu yorumlamak için de acele etmeyin..
Kerbela da sıkıntı her geçen gün artmakta ve bilinen acı sona ağır ağır yaklaşılmaktadır. Hz Hüseyin’in ve Ehl-i Beyti’nin başlarının kesileceği ve Yezid’e bir tepsi içinde sunulacağı güne birkaç gün kalmıştır. Temim oğullarından Abdullah bin Havza, Hz Hüseyin’in karşısına gelerek, iki defa “Hüseyin içinizde mi” diyerek sorar. “ Evet burada” cevabını alınca “Ey Hüseyin seni cehennemle müjdelerim” diye haykırır. Hz Hüseyin “ Sen yalan söyledin! Hayır, ben Gafur ve Rahman olan Rabbim’in rahmet ve mağfireti, kendisine itaat olunan şefaatcim Muhammed Aleyhisselam’ın (A.S.) şefaati ile cennete giderim.! Peki sen kimsin?” dedi. O da “Ben İbni Havza’yım “ dedi. Hz Hüseyin koltuk altlarının beyazı görününceye kadar ellerini semaya kaldırıp “Ey Allah’ım onu cehenneme at” diye dua etti. Bunun üzerine İbn-i Havza öfkelenerek atını Hz Hüseyin’in üzerine sürdü. İkisi arasında su hendeği bulunuyordu. At hendekten atlarken İbni Havza atın üzerinden düştü. Sol ayağı üzengide takılı, sağ ayağı yukarı kalkık, başı aşağıda asılı kaldı. At ürkmüş delicesine kaçarken İbni Havza’nın başı taşlara, ağaçlara çarpa çarpa paramparça oluyordu. Yani daha dünyada iken cehennemi bir tablo…
Ve artık savaş…Ehl-i Beyt birer birer toprağa düşer… Hz Hüseyin’i korumaya çalışan küçücük bir çocuğun elini Bahr bin Kab kılıç ile doğrayınca, Hz Hüseyin çocuğu bağrına basar ve “ Ey kardeşimin oğlu başına gelen felakete katlan, bunda hayır vardır. Muhakkak ki Allah seni Salih babalarından Resulullah Aleyhisselama, Ali bin Talib’e, Hamza’ya ve Hasan bin Ali’ye kavuşturacaktır.” Ve devam etti. “ Ey Allahım onlara gökten yağmur yağdırma ve yer bereketlerinden onları mahrum et. Onları bırakır yaşatırsan tefrikalara uğrat, onları birlikten mahrum et. Valilerini kendilerinden hiçbir zaman hoşnut etme. Çünkü onlar yardım edeceklerine söz vererek bizi çağırdılar, sonra da üzerimize yürüdüler, bizi öldürdüler.
Evet sizlere günümüzde de benzerlerine şahit olduğumuz İslam tarihinden kısa bir kesit sunmaya çalıştım. Bir yanda iyiler, bir yanda (kötüler diyemeyeceğim ama siz anlayın) iyi olmayanlar. Bir yanda hak ve adaletten yana olanlar, diğer tarafta zalimlerden yana olanlar. Bir yanda inandığı değerlere sahip çıkma aşkı ile bir çok şeyi göze almak, bir yanda nefsi arzularının boyunduruğu altında zavallılaşan, basit ve sefil düşünceli beyinlerden olmak. Bir yanda sağlam karakteri ile halkın içinde alnı ak, başı dik olmak, diğer yanda ikiyüzlü, çıkarcı, menfaatçilerden olmak.
Çevrenize bir bakın bakalım yukarıdaki sıfatlara uyan birilerini görüyor musunuz? Gördünüz mü yoksa, boş verin onları kendi hallerine bırakın. Değmez böyleleri ile boşuna vakit geçirmeye.
Aklıma gelmişken söyleyeyim, Irak’da, Suriye’de acaba hiç huzurlu bir zaman yaşandığına şahit olanınız var mı?
Yoksa yukarıda Hz.Hüseyin’den naklettiğim “Allah’ım onlara gökten yağmur yağdırma, yer bereketlerinden mahrum et, tefrikalara uğrat, birlikten mahrum et…” bedduaları hala onların üzerinde geziniyor mu yoksa?
Rabbim bizleri doğruluktan ayırmasın.
Selam ve sevgi…
Faruk ANBARCIOĞLU
YORUMLAR
Geçen sene 'Gözyaşı Geceleri'nin KERBELA gösterisini izlemek nasip oldu. Baştan sona ağlamıştım.canlandırılması bile dayanılır gibi değildi. Şu an aynı duygulardayım ve bugünün insanları (bizler) bu kadar acıya pes etmeden dayanabilirmıydık acaba? Tevekkül ile sabredebilirmiydik? Ki.. öyle zor bir zaman içerisindeyizki, kolayına kaçar gibi NEFS'imizi suçluyoruz. Yazınız günümüzle öyle güzel örtüşüyorki...
Anlatım yürek sızlattı Hocam. ALLAH c.c. razı olsun. Saygılarımla...