- 1239 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
ÇOCUKLARIN DÜNYASI-7 (SON)
Sihirli Pırlanta
Çocuklar kadar büyükler de sever masalları. Her birisi ders alınacak konular işlerler. Ne çocuklar ne de büyükler eleştirir masallarda hayvanların, bitkilerin konuşmalarını; devlerin, cücelerin, büyücülerin oluşunu ve sihir dünyasını… Masalların zaten özünü oluşturur ve mantıksızlık aranmaz bu unsurlarda… Ancak masal da olsa iki kere ikinin beş olması derhal bir mantık hatası olarak görülür. Aşağıda anlatacağım olaydan ben çocuk halimle buna benzer mantıksızlıklar sezmiştim:
Çocukluğumda bir magazin dergisinde bir Hint masalı resimli olarak yayınlanmıştı. Ömer isimli bir çocuk 300 rupi ile yola çıkar. Yolda gördüğü satıcılardan bir yılan, bir kedi, bir papağan alır. Bunları iki misli fiyata satmaktır niyeti. Ancak kimseye satamaz. Çok üzgün olduğu bir sırada yılan dile gelir;
“Üzülme Ömer, seni bu sıkıntıdan kurtaracağım. Benim babam yılanların kralıdır. Onda bir sihirli pırlanta var. Bu pırlanta her istediğini yerine getiriyor. Beni babama götürürsen sana bu pırlantayı verebilir.”
Burada birinci çelişkiyle karşılaşmıştım. Her isteği yerine getirebilen bir sihirli pırlantaya sahipken yılanlar kralı neden oğlunu bulamıyordu?
Masal devam ediyor;
Çocuk yılanı teslim edip sihirli pırlantayı alır. Sihirli pırlanta sayesinde kral olur. Bir saray sahibi olur. Kendisine bir prenses ister, o da olur. Kötü insanlar bunu çekemez. Bir büyücüyü presesi kaçırmak üzere saraya gönderiler. Büyücü prensesin teyzesi olduğunu söyleyerek saraya girer. Prensesle karşılaşır;
- Maşallah yeğenim ne kadar büyümüş ve serpilmişsin?
- Evet, büyüdüm ve evlendim. Kocamın bir sihirli pırlantası var. Onunla her isteğini gerçekleştirebiliyor. Ben bile sihirli pırlantanın eseriyim.
Ve ikinci çelişki; Prensesi sihirli pırlanta yarattıysa (haşaa!, masal bu) büyücü kendisinin prensesin teyzesi olduğuna saraydakileri ve prensesi nasıl inandırabilmişti?
Ömer sihirli pırlanta sayesinde elde ettiği milyonlarca altını yoksul halka dağıtır…
Çocuk aklımla buradaki altının değer kaybetmesi unsurunu düşünememiştim…
Öğretmene Çiçek Vermek
Sevgiden karşılık beklemeyin…
Karşılıksız verdiğiniz sevgiler katlanarak size döner….Kadir Tozlu
Keşke hala böyle düşünen biri olsaydım.
Keşke tüm insanlar böyle olsa...
Sevgiyi, sevdiğini mutlu etmeyi bir karşılık beklemeden yerine getirseler…
Doğu Karadeniz’in o muhteşem doğası, içinde yaşayanlara belki özel bir haz vermiyordu. Ben de yaşadığım o fındık bahçelerinin içinden geçerken değişik ve haz verici bir koku duymaz, O rengârenk çiçeklerde de bir güzellik ve koku hissetmezdim.
Çok da güzel kokmayan ve bizim bahçelerimizde bol bulunan o çiçeklerin öğretmenimizi neden bu kadar mutlu ettiğini o zamanlar bilemezdim ama öğretmenimizin kendisine çiçek verilmesinden sonra teşekkür etmesinin duyduğu mutluluğun işareti olduğunu bilirdim. Belki de öğretmeni asıl mutlu eden o çiçekler değil kendisine o çiçekleri minik elleriyle uzatan cıvıl cıvıl çocukların sevgi dolu bakışlarıydı. Ben de bahçemdeki rengârenk çiçeklerden bir demet çiçek toplamıştım. Okula gittiğimde bir arkadaşım elimdeki çiçekleri görerek benden istedi. Bu çiçekleri öğretmenimize vereceğimi söylediğimde o da zaten öğretmene vermek için istediğini söyledi. Bunun üzerine çiçekleri ona vermekte bir sakınca görmedim. Ancak ablam daha sonra durumu öğrenince küçümseyen gözlerle bana baktı ve:
"Öğretmenin gözüne o girecek!" diye uyardı beni.
Oysa ben bu çiçeklerle yalnızca öğretmeni mutlu etmeyi düşünüyordum, öğretmenin gözüne girmek gibi bir düşünce hiç gelmemişti aklıma.
Yetişkin insanların kaçı böyle düşünüyor?
Yardımlardan, sevgilerden karşılık beklemeyen kaç yetişkin kişi var?
Şevval
Küçük Şevval, 7-8 yaşlarında. Zaman saman Kadir amcasının boynuna sarılarak sevgisini cömertçe verir. Şevval’in mas mavi gözlerinin yanında asıl güzelliğin ruhunda olduğunu bir akşam TV’de beğendiği bir çizgi filmi izlerken yanına oturduğumda görüyorum. Elindeki kumandayı bana uzatıyor küçük Şevval. Bunun nedenini sorduğumda:
"İstediğin kanala geçebilirsin." diyor bencillik nedir bilmeyen bu örnek insan.
Sonra bu kendi güzel, ruhu güzel hanım kızın bir fotoğrafını çekmek istediğimde, derhal kuzenlerini çağırıyor;
"Gaye, Sergen, gelin fotoğraf çektiriyoruz!"
Yalnız kendi fotoğrafı yerine onlarla fotoğraf çektirmeyi tercih ediyor. Bu grubun fotoğrafından sonra bir de tek tek fotoğraflarını çekiyorum;
"Ama Sergen’i unuttun!" diye uyarıyor beni bencillik yoksunu Şevval Kızım...
Dilek
Küçük Dilek de yine 7-8 yaşlarında. Umutla bekliyor İstanbul’dan gelecek Elif ablasını (Dilek’ten birkaç yaş büyük kuzeni). Elif ablası geliyor ama bir süre sonra barsak enfeksiyonuna yakalanıyor. Elif kız ateşler içinde, yemeden içmeden kesilmiş bitkin bir şekilde yatarken başucunda hastalıktan değilse bile üzüntüden solmuş bir Dilek kız var. Gözlerini dikmiş Elif Ablasına,
"Ablacığım, ne zaman iyileşeceksin?" dercesine bakıp duruyor ablasına...
Fotoğraf Makinası
Giresun tatilinin bitimine bir gün kala dönüş hazırlığına başlıyoruz. Eşyaları toplarken bir eksikliği fark ediyorum. Özellikle bu tatil için aldığım dijital fotoğraf makinem ortalarda yok. Üzüntümden soğuk terler döküyorum. Makineyi en son Giresun Kalesinde kullanmıştık. Son anımsadığım orada bir kanepenin üzerine bırakmış olduğum. Giresun’un harika doğasında (Batlama’da, Kümbet Yaylasında, Aksu’da) çekilen fotoğrafların yanında kendi güzel, ruhu güzel Şevval, Dilek kızların fotoğrafları da yok oldu. Misafir kaldığımız evin odalarından birinde iki gözü iki çeşme ağlayan küçük oğlumu görüyorum (12 yaşında). Belli ki bu makinenin kaybolması onu hepimizden fazla üzmüş. Ama ağlamasının asıl nedenini ağabeyine söylemiş. Fotoğraf makinesini Giresun Kalesindeki kanepenin üzerinde o da görmüş ve biraz yana iterek oraya oturmuş.
Bu olay o küçücük yürekte kaldıramayacağı bir sorumluluk duygusu oluşturuyor. Acaba kapkaççılar, başkalarının sırtından geçinenler, ülkeyi soyup yurt dışlarına kaçanlar, yaptığı inşaatlar binlerce kişiye mezar olanlar bu küçücük yüreğin duyduğu sorumluluğun kaçta kaçını duyuyorlar?
Çocukların masum ve pırıl pırıl dünyasından alınacak çok dersler var almasını bilenler için. Belki yukarıdakine benzer birçok olayı Heidi ve Pollyanna romanlarında da görebiliriz. Ama ben bu tür olayları yetişkinlerin dünyasında görmeyi çok isterdim.
Çocuklarınki kadar saf olmasa bile hepinize kucak dolusu sevgilerimi yolluyorum...
Kadir Tozlu
16.11.2013
YORUMLAR
Merhaba,
Ders alınacak güzel bir yazı okudum.
İnsan ve sevgi hatta hayvan ve sevgi ne güzel bir duygu bunlar.
Teşekkür ederim saygılar.
superbaba
Sayfama onur verdiniz.
Masallarda mantık pek aranmaz. Olup bitmişe bakılır.
Çocuk dünyası bambaşkadır.
Keşke onların bakışıyla görsek dünyayı.
Kişi eğer cennette bile yaşasa, içindeyken değerini bilemez.
bir şeyin ne kadar güzel olduğunu, ancak kaybedince anlarız..
Güzel ve samimiydi yazı,
tebrik ve selâmlarımla..
superbaba
Benim bu masal örneğini verişimin nedeni, daha çocuk yaşta bu mantıksızlığı keşfetmemdi.
Sayfama onur verdiniz.
Değerli yorumlarınız için teşekkürler.
çoçukluğumuz çoçuklarımızın anıları hatta yeğenlerimiz kuzenlerimiz çevremizdeki küçük büyük herkesle yaşadığımız anılar izler taşır zaman zaman dile gelir heleki sizin burda yazmanız yeniden geçmişe dönmeme sebeb oldu. teşekkür ederim hatırlattığınız için.. saygılarımla..
çok güzel bir seriydi sımsıcak içinizden dökelenler...
Anlatım şeklinizi çok seviyorum. Araya serpiştirdiğiniz nice tecrübeleriniz ve güzel sözlerinizle bıkmadan, zevkle okuyorum yazdıklarınızı. Sevginin karşılıksız olamamasına değinmişsiniz. Ben de yaşım yettiğince birkaç fikir eklemek istedim. Kulaktan dolma sözlere verilen itibar, genellemeler, çıkar ilişkileri, insanların birbirlerine yaptıkları acımasızca etiketlemelerin var olduğu bir toplumda yetiştik, yetişiyoruz. Keşke annemin ve babamın anlattığı o 80'lerde olsaydım diyorum bazen... İnsanlar korkar oldu sevgisini vermekten... Kaleminiz daim olsun, ellerinizden öpüyorum.