- 758 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
SIR-RI KELAM
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Birinci bölüm
Ali, yol boyunca direndi; doktorunun kendisine söylediği o son kelimelere. Çaresizlik içinde, acı acı yol alırken. Ağlıyor, bütün vücudu ise kurbanlık koç gibi. Sanki bir çengele asılmış, yaşamın mutlu derisi üstünde. Yavaş yavaş yüzülüyordu.
Artık eskisi gibi sessizde değildi; çığlık budalası sözler, dil temaşasında biri gelip diğeri gidiyordu.
Cümle âleme cevapsız duran, beyini ise olduğundan daha hararetli çalışıyordu.
Bir kaç saniye içinde yapacaklarını diziverdi dikkatli bir şekilde.ah!bu arada kendisine lazım olan evraklarını kontrol etmeyi de ihmal etmedi.
“Geliyorum” diye ani bir çığlık attı.”bekleyin geliyorum! Geliyorum!...!”
Ali,nin, bu sefer ki kaçışı planın eskisinden daha iyi hesaplamış. artık hiç bir varlık vaz geç dur gitme ! Diyemeye hak bırakmamıştı.
Son bir kez daha olan cesaretini toplayıp, Koca şehrinin soğuk kaldırım taşlarına, beton yığıntısında ibaret olan, evlerine, evirgen bir şekilde bakındı.
Görülmeye değer hiçbir şey bulamayışına o kargaşanın içinde bir o kadarda cevapsız sorgulanınca.
Ve son surat, gaz pedalına basarak, parlak kırmız arabasının tekerlerinin yere değmesine izin vermiyor adeta kuş gibi uçuruyordu.
Bilhassa görmeyi arzu ettiği birilerinin varlığını hatırlamaktan nedense hususi kaçındı.
Parmağındaki o sadakat halkası, yüzüğünü. Avuçlarının sıcaklığında bir iki kez çevirip, yavaşça boşluğa bırakmış.
Gözlerinin ışıltısı kesik kesik karanlıktan sırlanıp, yerine ışıkların savurganlığını kabul ettirmesi göğe ye yükselmesi de ani bir doğa esrarına bağlandı.
Ali, artık ulu bir hastaydı.”çürük tahta mıh tutmaz” fikrinden uzaklaşmaması gerekiyordu.. Sanki,sessizliğini kulak zarını patlatan yırtınası o çığlıkla eksik yanlarına zamansız uğurlanışıydı.bu durumu şunu gösteriyorduk ki! ruhani bir uygarlığın mala ve cana kıymadan ondan işkâl zamanıydı. Kuşatacağı sadece bir çift gözün ışıl ışıl yanan ışığı, yâda bağrını ani vuruşa kendini hatırlatan kalbi idi.
Artık, geçmişi ile dallanıp, budaklanan bir varı yoğu yoktu. Bin türlü belanın kapısından üryan yatmış ve sonra kızıl ırmağın sevdasında durulan” O adam, o adam ben olacağım” derken bile saçlarını yanaklarını mahzunca öpüp ve okşayan rüzgârın getirdiği ılık ılık havayı saçlarının arasında ve anlından, nefret edercesine sıyırıp attı bir kenara.
Dedi ki?”şu saddakat halkası, parmakta değil, yüreğimde follaşan duruşuna bakarım artık”
Ali’nin düşüncesi de milim milim hüzünleşen garip yaşam hikâyesi çok derin bir acıya, eşleşirken bile
Bütün dikkati oradan, oraya savrulup sonrasına kocaman kocaman yumrular halinde topaklaşıyordu.Geçmişinden uzaklaşması ona her ne kadar kolay geleceğini bir çırpıda planlaması bir o kadar zor oluyordu.
Kendisinde inanamadığı, İstem dışı geçmişin akıbetine kapılıp, giden o kadar çok anısı vardı ki!
acaba, hangisinden vaaz geçip , diğerine başlamalı, fikrinden ziyade. Sonu onu nereye götürecek düşüncesine kapılıp, bir adım atamamak bütün değerleri alt üst edişi.ve her seferinde, Onların içinde başa dönme korkusu ile kıvranıp, durması.
kalpte ince bir sızı, sahipsiz olan her sevinci tüketiyor olmasını, açıklayamayışının kaygısı ile yanlış yargılamaların içinde …………… Kendisine laik olmayan aşkın varlığını,cümle ordusu dilinden olduğundan daha kısa tutması. Beklentisini olur inancına müsaade etmekten başka çaresi de yok gibi görünüyordu.
Sanki beyini olduğu nokta da duraksamış kadar yerinde fırlamakla ebedi durma arası gelip gitti kalbi de.içindeki güç volkanı ümit öyle bir patladı ki dilinde şu sözler döküldü.
“Yahu! Benim benden kaçışım nereye kadar” dedi.
Bu yolculukta tek olduğunu, kabullenip öyle hareket etmesi gerek ;Ve hayat alfabesinin ilk harfinde başlayıp, korkuların umuda, gizemi kendi ekseninde döndüğünü, velhasıl o dönüşün bir ayağında yakalamak önemliydi.
Yaşanması ve yaşananları tanımlama adına verdiği o korkunç savaşı. Bütün gayret ile bitirmek için kollarını sıvadı. Çaresizliği ebedi bitirme teorisini bir şekilde geliştirecekti.
Keza kendi içinde yaşadıklarını bir masaya yatırıp, maziye kansız bıçaksız bir cerrah gibi dokunup, o kanserli yeri kesip, atmakla başlamalıydı.
Herkes gibi onunda bir kenarda unutmuş olduğu. Güzel sayılan duyguların, gelip kulaklarına. Sihirli bir fısıltı ile üflenme beklentisini beyninden çok acemice kurgu haline dönüştürmemeli
Son noktada tekrar başa, dönmelerine inat şu anda, daha derinlere gitmesine ve sükûttu isyana uğrayan yanlarını hayal bile edemeyeceği. bir noktada bırakır gibi görünüp, ben bilincini bizden koparan, o kopuk uçtan bir adım önden gidip düğümlemesine çaba vermek zorundaydı…
Ali, yol boyunca milyon çözümsüzlükle küçük bağlar kurup, radyoda çalan türkülerin her bir hikâyesini aynı ses tınısı ile mırıldanmaya devam ediyordu.
Yola çıkması da, aşağı yukarı yedi saati geçmek üzereydi. . Önünde düz bir yolun varlığı aynı yerden saydığını hatırlata dursun.
Rüzgâr gibi geride bıraktığı yaşam alanları sessiz karşılayışına tamamlayıcı bir iz bırakmazken, gittikçe azalmaktaydı.
Arkasında öylece bıraktı yaşam belirtilerinin silik kaygısına düşmeden. Mazisine acil kaçışı, ferah bir havanın dışarıda özgürlüğünü kıskanması ve az biraz durup nefeslenmeye vakti yokluğuna inandırmıştı kendini
Ne yapsa nere gitse manevi yalnızlık kendi içinde, yalnızlığını da bin kat arttırmasından ziyade.
Eğer şu dakika yanında birileri olsaydı. Koskoca kendisinden bir o kadar uzak evrenin içinde. beyninde ki düşüncelerin aksine, bütün yalnızlığının irini patlamamış olurdu.
Rüya gibi gidişine inanmış ve kafasındaki bomboş abuk, sabuk hareketler ile o köşeden, öbür köşeye bilmeden nefeslendiğini ve yorulduğunu, his etmesi de, çokça uzun sürmedi.
Çünkü bu güne kadar, denetleyemediği hisler karanlıkta öylece duran, gerçeklerin aksine halen gördüğü rüyanın derin etkisinde idi.
Âli’nin özeli ne acıdır ki i bir çırpıdan avuçlarından savrulup gitmişti. o Köhne hayatında, sanıldığı gibi hiçbir şey mahzun değildi.
Bakışları kolunu morartan, o serum izlerine aniden hiddetlendi. Gözlerine ümitsiz bitkin bir ifade düştü. Asıl korkusu kendinden asla kaçamayacağının da anlamış ve yine hakikatin ürpertisine bütün bedenin yenik olduğunu kabullenmesi. Bir o kadar cılız ümidin altında bedeninden küçük küçük parça yaratığının da farkındaydı.
Bu beyin fırtınasında hafif hasırla çıkması kadarda, tatlı kelimeleri, zihnine kazımanın çok doğru olacağını biliyor. Ama kâbus kargaşasının bıraktı ıstırap dalgasının hiç hafife alınmamsı gerektiğini, büsbütün sıkıntısının fitilini ateşlemesinde yeterde artardı.
Her halükarda. Onun neyin beklediğini düşünecek. O derin uykuya hasret gözlerinin iyi biliyor olması dezavantajı sayılsa da. Çok enteresan bir şeyle daha bir yüz göz oldu. Siyah, beyaz anılarının göz bebeklerinin içinde kayıp ta! yüreğine doğru gelip derin bir uykuya dalmış olmasını ne çok isterdi.
Lakin hayır! Tam tersine, telaşa ve çaresizliğe bir sıfır yenik olarak. Acı ve tatlısı ile bu yolculuğa çıkmayı kabul etmekten çok, kendini bir o kadar mecbur his ediyordu ki. Herkesin bilmediği o sır içinde bomboş ve ıssız görünse de sırrı, sırdı, kendi iç âlemine daldığında.
Bildiği tek bir gerçek vardı. İçinde taşıdığı ve bir türlü karşısına geçip kendisi ile alakalı bir tek yanıt veremeyen o iç sesi Yeni baştan beynine tereddütlü bir şekilde zoraki yerleşip, maziye doğru var gücüyle sağa sola iteklemesine “bu günüm ben biliyorum ya dünümü nerede” dese de.
Zamansız bir şekilde kendisinden çaldıkları o günlerin dehşetinden kurtulması son bir tercihti.
Evet, bunların gölgesinde kayıp giden içinde hep var olan kahramanı ise küçük bir çocuktu. ablak yüzlü, zeytin tanesi gözleri ağlamaktan davul gibi şişmesi de cabasın idi.
Saçları mı? Bit ordusuna yenik sıfıra verilmenin yanı sıra. Üşüme kaygısını taşıyan birde, siyaha beyaza empoze edilmiş. Hani rengi soluk desem, oda değildi. Kirden uçuk kirlice bir bere vardı.
Ve yama rekortmeni olan kadife pantolonun ise içten cebinin yırtık olmasından dolayı, parmak uçlarının uyuşukluğunun, his etmemsi de çok doğaldı.
Âli’nin içindeki çocukla, nefes bile alamdan uzun yıllar yaşamsı. Buz olan her anısını da bir yazıp bir okuyup istediği gizemde hep buluşturmuştu.
Gördükleri öyle iç sızlatan bir şeydi ki. İstem dışı kapanan o gözleri, Islak yolun verdiği kaygınlığı irdelemiyordu. Hızın artırdıkça artıyor nefesi nefesinde sorulmuştu.
Bir var ki İçindeki hislerin kendinden ne istediğini sormaktan, öte onunla düşlemediği bir mutluluğa sürekleşen kişilik öğelerini. Usulca ellerinden tutup “yeter! Be! Bu kadar sürüklendin “ diyemiyorsa da. Kızıl bir umut sabahı sessizlik içinde. Ne kadar büyük olduğunu fısıldamalı…