- 710 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Hikaye bu ya
Anadolu da soğuk kış gecelerinde babam hikayeler anlatmayı çok severdi.
Biz de onu dinlemeyi çok severdik.
Babam Hz. Musa’ın asası ile Nil Nehrini ikiye ayırdığını öyle içten anlatırdı ki bize misafirliğe gelmiş olan Ayşe Nenem ellerini dizine vura vura “Vah vah !” derken hüngür hüngür ağlardı.
Ayşe Nenemin ne zaman ağlayacağı sanki içime doğardı.
Ağlamakta biraz gecikse
“Acaba yanıldım mı ?” diye düşünürdüm )
Zaman ilerledikçe babam daha çok heyecanlanır dizleri üstüne doğrulup Hz. Ali’in kılıcını düşmanlaının üstüne nasıl savurduğunu gösterirdi.
Babam Hz. Ali’yi çok severdi. Hasan ile Hüseyin’in şehid edilişini anlatırken gözlerimin önünde bir film sahnesi yaratmayı başarırdı.
Yani rahmetli babamın hikaye anlatım şekli çok güçlüydü.
Ben ise o güzel hikayeleri kayadan oyma odamızda heyecanla dinlerken bağ kütükleriyle beslenmiş odun sobasının yanındaki minderde uyuya kalırdım.
Yıllar çok çabuk geçti.
Soğuklar kendini göstermeye başlayınca aklıma çocukluğum gelir..
Ve babamın canlı canlı anlatımı.
O günler çok güzeldi be !
Nerden aklıma geldi ?
Ben,sana hikayeler anlatırken
sen
dizimde uyuya kalma olur mu :))
Öyleyse anlaştık..Hikaye bu ya;
Bir varmış bir yokmuş. Memleketin birinde güzel mi güzel bir prenses yaşarmış..Prensesin bir dediği iki edilmez her dileği anında yerine gelirmiş. Fakat yine de Prensesin yüzü bir türlü gülmez pencere kıyısına oturur hiç konuşmadan uzun uzun yıldızlara dalar gidermiş.
Bir gün......
(Devam edecek:)