HANGİSİ YALAN ?
İnsan olarak, yaşayışlarda başkalarına neler yapabileceğimizi tüm gözlere sansürsüz olarak izletebiliyor ve vicdanımızdakini de hep arka sıralara saklayabiliyoruz. Oysa hayalleri üşümüştür hep o günahsız yıldız gözlü çocukların. Karlar yağdırdık onlara kırmızı renkli ve en soğuğundan.
Neler aramıştık ki? Neydi bu alemde bizi oyalayanlar vakitli vakitsiz? Beklediğimiz; saçının tek bir teline karşılık yoluna hayat verebileceğimiz analar mı? Yaşamla verdiğimiz meydan muharebelerinde bizimle en ön saflarda yer alan, cesareti avucumuzun içine bırakan babalar mı? Bize şiirler yazdırıp, çıplak ayak sular üzerinde yürüten yıldız bahçelerinden ay çaldığımız ve yüreğimizi yüreğine kattığımız sevgililer mi? Yaşadıklarını kitaplara sığdıramayan, o en uçta kalbimizde hissettiğimiz bir sızının sonunda elinden tutup da gözlerimizle gözlerine bakıp ’çek beni, kaldır’ dediğimiz dostlar mı ?
Bilinenler miydi bilinmez bildiklerimiz? Hangimiz unuttu ki çaldığı kirazları ya da kan sızan dizlerindeki acıyı? Hangimizinki aynı değil ki? Kim soğutabildi kızaran yanaklarla ve ürkeksi kaçamak bakışlarla tutulan karbeyazı avuç içlerini? Bir çocuk dudağıyla öpülen yanaktaki sıcaklığı ? Aslında hep aynı yaşanılanlar fakat kimse farkında değil başkasındaki acıların ve de mutlulukların. Baktığımız yer hep buğulu camlar arkası; sonra da geçen geçiyor bir bulutun seyrinde farkında olamıyoruz. Oysa yıllar neler çalmış bizden gizli gizli. Yürünen yollar ve geçilen zamanlar aynı olduğu gibi, varılacak yer de hep aynı olacaktır istemesek de.
Ya kaçışlarımız; ne de fütursuz karakterlere sahibizdir. Her yolu beraber yürüdüğümüz, koşarken bir solukta nefesini nefesine kattığımız o insanlara yaptığımız nankörlüklerin, yıllar içerisinde hayatın yüzümüze vurmasından utanmayacak kadar zifiri karanlıkta kalmışlıklarımız vardır...
Kendimize yapılanlardan bir öç alma güdüsü müydü?
Bir mum ışığı isi kadar kalıcı bıraktığımız yaralar... istemeye istemeye ortak olunca acılardan sızan kanlara, acil tampon yapın diye bağrışmalar...
Bakalım hangimiz bulacak yıkılmadan sabahı?
Ali Öztürk
YORUMLAR
Yazılar, şiir kadar ilgi görmesede belli okuyucu kitlesi olması ve o kitlenin yazılanı sindirmesi önemlidir...
Ben geç okudum ama olsun Hangisi Yalan'ın içindeki sorgulayışlarda kendimden bir şeyler buldum...
Ve yazarın yeni yazılarını okumak için takipçisiyim.
Sevgiyle.
Sorular çok acı ve gerçek. Hepimiz bu soruları soruyor olsaydık belki de bu kadar nankör, hırslı, acımasız, ve insanlıktan kopuk olmazdık. Başka bir gerçek de şu ki çoğumuz oyunun kurallarını koyacak şartlara sahip değiliz ve sadece bize sunulan oyunu en iyi şekilde oynamaya çabalıyoruz. En başarılı olanlarımızsa yukarıdaki yazının nesnesi telos. Nesne olduklarının farkında olmayan özne olmaya çalışanlar..Çok acı değil mi?
"Neler aramıştık ki? Neydi bu alemde bizi oyalayanlar vakitli vakitsiz? Beklediğimiz; saçının tek bir teline karşılık yoluna hayat verebileceğimiz analar mı? Yaşamla verdiğimiz meydan muharebelerinde bizimle en ön saflarda yer alan, cesareti avucumuzun içine bırakan babalar mı? Bize şiirler yazdırıp, çıplak ayak sular üzerinde yürüten yıldız bahçelerinden ay çaldığımız ve yüreğimizi yüreğine kattığımız sevgililer mi? Yaşadıklarını kitaplara sığdıramayan, o en uçta kalbimizde hissettiğimiz bir sızının sonunda elinden tutup da gözlerimizle gözlerine bakıp ’çek beni, kaldır’ dediğimiz dostlar mı ? "
Yalan mı bazı şeyleri yoksa insanlar mı nankör...
ama öyle ya da böyle oyalanıyoruz dünyada, ne derler, dünya
koca bir yalan,
oyalan da oyalan,
oyalan da oyalan...
Ama bence o olamaz yılan, sizin alıntıladığım parağrafta anlattııklarınız varken... Gerçek olan ne, o zama yalanı bulabiliriz belki de...
Geriye doğru sardım hayat filmini sizin yazınız sayesinde...ve üzüldüm altında birçok yorum beklerken yalnız kalışını...ama sevindim de ilk yorum benden...
Okunası ve bir o kadar da düşündüren yazınızı çok kişiler okusun isterdim, ama yazılara şiirler kadar talep olmadığını hepimiz biliyoruz.
Sevgilerimle...