- 774 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
KORKULARIN KARANLIĞINDA
Güneşin kirpiklerine demir ağırlıklar asılmış gibiydi. Kapanmak üzereydi gözleri. Dağların arkasına çekilip uyumak için hazırlandı. Az sonra gök lambalarını yakacak, loşluklar, gölgeler sokaklarda cirit atacaktı. Önce morardı ufuklar gün boyu dayak yemiş gibiydi. Sonra lacivertten siyaha doğru aktı.
Kadın korkuyordu karanlıktan, yıllardır geceleri uyumazdı. Pencerenin önüne oturur içerinin görülmesinin imkânsız olduğunu bildiği halde görülmekten korkarak tül perdenin arkasından sokağı izlerdi. Pencereye tırmanacak bir gölge beklerdi. Bütün mahalle onun yalnız yaşadığını bildiği halde kimse penceresine dönüp bakmıyordu bile. Zaten sokakta da fazla göremezlerdi, çünkü gündüzleri uyurdu. Uyku da uyku olsa hani, sadece gördükleri kâbustu.
Gece ilerlemişti, sessizdi sokaklar. Nerdeyse dışarıda bir dünya olduğunu bile unutmuştu. Karşı evlerdeki tek tük kalan ışıklar da sönüyordu. Biliyordu ki birisi kendisini gözetliyordu, hep bunun tedirginliğini yaşamıştı. Karşı apartmanda oturan bir adam vardı kendisini izlediğini düşünüyordu. Gündüz birkaç defa rastlamıştı adama. Dikkatli baktığı için mi adam da ona bakmıştı, yoksa adamın gözetlediğini mi fark etmişti kadın pek de emin olamıyordu. Defalarca polise başvurmuş ancak bir sonuç alamamıştı. Her seferinde adam geçerli bir sebep buluyordu.
“Yanılıyor olamam” diyordu, adam izliyordu işte. Kendisine inanmıyordu hiç kimse, onun gördüklerini göremiyorlardı. Alışverişe çıktığında bile adamın kokusunu hissedebiliyordu. Anlam veremiyordu bir türlü. Kimsenin görmediğini görmek, bilmediğini bilmek mümkün müydü acaba? Deliriyor olamazdı, zeki olduğuna inanıyordu. Öğretmenler defalarca söylemişlerdi. Evet, biraz suskundu, içine kapanıktı, sınavda panik oluyordu ama yine de en iyi notları o alıyordu.
Bütün bunları düşünürken şüphelendiği pencereye gözünü dikmişti yine, bir kıpırtı bekliyordu. Gözünün önünden kopuk kopuk resimler geçiyordu. Eskiye aitti hepsi. Küfreden, yasak koyan, döven bir baba ve susmadığı için dayak yiyen bir anne canlanmıştı önünde. Dayaktan korktuğu için susuyordu. Korku ruhuna çocukluktan işlenmişti. Hep susmuştu. Öğretmenlerin dayağından, arkadaşlarının alay etmesinden korkmuştu. Bu yaşa gelmişti hâlâ mı susmalıydı? Arada cesaretini topluyor, kendisini rahatsız eden bu adamı şikâyet etmek için karakola, savcılığa başvuruyor yine susturularak geri gönderiliyordu.
Korkuları içinde patlamaya hazır bir lav gibi büyümüştü. Kendisi de sahip olamıyor, sindiremiyordu. Zaman zaman doktora da gitmişti. Doktor da inanmıyordu gördüklerine, duyduklarına, hastasın diye sürekli ilaç veriyordu. İçmiyordu, içmeyecekti de. Çalışan beyninin uyuşmasından da korkuyordu zira.
Gece ilerlemiş yalnızlık sofrasını kurmuştu artık. Onu duyacak, susturacak eli kanlı gölge bile kalmamıştı ıssız sokakta. Kalktı yerinden. İlk defa yalnızlıkları yalnız bırakıp kalkıyordu. Koridorun loş ışığında banyoya doğru yürüdü. Sanki kendinde değildi, ne yapmak istediğinden bile emin değildi. Dolabın beyaz kapağını açtı. Yıllardır aldığı ama içmediği ilaçlar sıralanmıştı.
Sabah güneşinin içeriye sızan ışıkları fırtınanın ardından kalanları gördü, irkilerek. Yüzlerce beyaz hap, kimi yerde, kimi lavaboda, kimi de kadının heykelleşmiş avucunda. Hasretini çektiği tebessüm kalmıştı buruşuk dudaklarında, bir de kalbinde, kimsenin göremediği korkuları.