- 595 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Transit
Araca bindiğimde sadece on dakikadır bekliyordum ve hiç bir şikayetim yoktu. Arkaya geçtim. Uzun saçlı, kulağı ve burnu halkalı, boynunda bir dövmenin sonu ya da başlangıcı olan, görenlerin hemen metalci yaftasını yapıştıracağını bir genç vardı. Elinde bir mp3 çalar, kulağında çalardan çıkan kulaklıklar, hafiften ritmik bir baş sallama, gözler iki sıra ileride oturan şoförün ense traşında kendi dünyasında gidiyordu. Benden sonra da arkaya binen olmayınca, ikimiz geniş diyebileceğimiz bir kanepenin karşı uçlarına yayıldık. Dolmuş kalktı, paralarımızı uzattık, gençten diyebileceğim, ense traşı sıradan olan şoförümüz verdiğimiz yüzlükleri uysalca bozdu. Benim için dolmuş yolculuğunun zor kısmı bitti diyebilirdim.
Fazla gitmemiştik ki bir adam bindi dolmuşa. Tek kişinin oturduğu orta sırayı ikiledi, elinde hazır tuttuğu parasını uzattı, üstünü alırken de “Sağol evladım. Işık üzerine olsun” dedi. Şoför ilkin tepki vermedi, ama çok geçmeden uyandı: “Pardon amca?”
“Işık diyorum, üzerine olsun.”
“Ne ışığı abi?”
“Nur da diyebilirsin.”
“Haa, öyle söylesene. Sade bir selam da işi görürdü. Yine de sen sağol abi.”
Adam üstelemedi. Bir iki sokak sonra şoförün aynadan yolcuyu gözetlediğini gördüm. Bir süre kaçamak bakışlar attı. Sonunda dayanamayıp:
“Abi, aklıma takıldı. Sen niye öyle söyledin?”
Adam görmüş geçirmiş bir edayla gülümsedi:
“Biz aramızda öyle selamlaşıyoruz. Birine söyleyebileceğin en güzel sözdür ışığın üzerine olması.”
“Ne ışığı ki bu?”
“Kozmik bir aydınlıktan bahsediyoruz. Hem gönülleri, hem aklı aydınlatıyor. Omuzlarındaki yükü alıyor, zihnini berraklaştırıyor. Dünyaya biraz daha farklı gözle bakıyorsun. Çözemediğin sorunlarının cevapları beliriyor. O ışık sadece bize değil, ihtiyacı olan herkese yardım ediyor. Örneğin senin iyimser ama biraz da endişeli bir halin var. Sanki bir sorunun gölgesi aklına düşmüş gibi.”
Dışarıdaki havayı işaret edip:
“Ama bunlar kadar da karamsarlık içinde değilsin. Işıkla tanıştığın zaman o gölge de kaybolacak, buna emin olabilirsin.”
Hiç beklemiyordum ama şoför:
“Nereden bildin abi derdimi? Ermiş filan mısın yoksa?”
“Yok, ama erenler de ışığı görenlerdir, bilirsin.”
Ben minibüs şoförünün ermişlerin hayatı üzerine bilgisini tahmin etmeye çalışırken, şoförün merakı artmıştı:
“Nasıl buluyorsunuz bu nuru? Toplanıp ayin filan mı yapıyorsunuz yoksa?”
“Ne ayini can? Sohbet ediyoruz aramızda. Çay içiyoruz, konuşuyoruz, birbirimize yardım ediyoruz. Merak ettiysen gel ziyarete bizi. Kapımız herkese açık.”
“Kitaba, peygambere laf söylemiyorsunuz değil mi?”
“Söyleyenleri aramıza almıyoruz desem? İçin rahat olsun, kitap da aynı ışıktan bahsediyor, farklı kelimelerle.”
Sonra pekiştirmek için soruyor:
“Geleceksin, değil mi?”
Merak etmek güzel de, işin içine aksiyon girince şoför tereddüt geçiriyor:
“Amca, bilemedim şimdi. Gelirsem dertlerimi halledecek miyim?”
“Yüreğini rahatlatacaksın. Zaten temiz yüzlüsün, yüzünde bir ışık var. O ışık daha da parlayacak.”
“Sahi mi? Yüzümde ışık görüyor musunuz?”
“Siz görmüyor musunuz?”
Bu soru bizeydi. Şoförün yanındaki yaşlı adam belli belirsiz başını salladı. Orta koltuğun diğer yolcusu bir şoföre, bir ötekine bakıyordu. Metalci gençlik ise umursamazca dışarıyı seyrediyor havaydı. Ben de sesimi çıkarmadım. İtiraz gelmemesinden memnun, adam dolmuş şoförüne kartını uzattı. Çok geçmeden de ışıklı bir veda cümlesi söyleyip araçtan indi.
Az ileride dolmuş tekrar durdu, kapı açıldı ve orta yaşlı bir kadın belirdi. Fazla kilolarına, her iki elindeki poşetler de katkıda bulunuyor, kadın olduğundan çok daha geniş duruyordu.
“Yavrum, biraz kaysana, ben de gireyim.”
İlk başta sözünü ettiği yavrunun ben olduğu anlamadım. Sonra dolmuşun hareket etmemesinden, kadının bana bakmasından, hemen herkesin kafasını arkaya çevirmesinden diyaloğun diğer ucundaki kişi olduğumu farkettim.
En kenara, hemen kapının ağzına oturmuştum. Eğer bir üçüncü kişi arkaya gelecekse, biraz dizlerime sürünerek de olsa geçip, benimle metalci gençliğin arasına oturacaktı. Ama hala dışarıda bekleyen kadının elindeki torbalarla ve o fazla kilolarıyla bunu yapmasına imkan yoktu. Pek de memnun olmayarak kadına yer açtım. Kadın sesli bir şekilde araca bindi, oflayarak yanıma oturdu. Ben ise kadınla metalciyi ortalamamış, kadının yanında oturmuştm ki bir dördüncü yolcunun arkayı tercih etmesi durumunda, en azından kapıdan ikinci sırada olacaktım.
Kadın bana baktı. Göz göze geldik. Düşündüğüm kadar yaşlı değildi. Ya otuzlarının sonundaydı, ya da kırklarının başında. Kumral saç, ela gözler... Bir süre bakıştık. İlk o konuştu:
“Yavrum, az daha kaysana. Ne bu böyle, burnumun dibinde...”
Niye kaymam gerektiğini anlamadım. Besbelli, potansiyel bir yolcuya yer ayırmıştım. Bunda anlaşılmayacak ne vardı?
“Bak hala bakıyor. Sıkıştırdın beni cam kenarına.”
“Sıkışacak bir şey yok. Birazdan birisi biner, şu andakinden daha az yerde oturursun.”
“Binen olursa sıkışırız. Şimdi hiç gereği yokken iç içeyiz.”
Aslında ben de bu kadar yakın olmaktan pek memnun değildim. Öncelikle kadın ter kokuyordu. Ayrıca torbalarının bazıları sağ ayağımın üzerindeydi. Ama bir kere inadım tutmuştu.
Kadın elindeki şemsiye ile “Hadi, az gidiversene.” manasında bir hareket yapıyor, ben ise tınmıyordum.
“Aa, git ama!” derken sesi yükselmişti. Şoför aynadan durumu takip ediyor, diğer yolcular ise dönüp bakıyorlardı.
Bozmadım.
“Daha rahat bir yolculuk için taksileri öneririm. Hem torbalarınız için bagajları var, hem de arka koltukları tam size göre.”
“Terbiyesiz! Bir de ukalalık ediyor.”
“Etmiyorum, sadece dolmuşa binmişsiniz ama taksi konforu arıyorsunuz diyorum.”
Kadının yüzü kızardı:
“Ne bu ya! Utanmaz, dur sus bilmiyor.”
“Haklı kadın, uzaklaşsana dibinden.”
Şoförün yanındaki yaşlı adamdı söze giren. Ne kadar erken müdahele edip, adamı sindirirsem o kadar lehimeydi.
“Sen şoför mahalinin keyfini sür amca. Ne yanına gelen var, ne de yerinden kaldıran. Bırak arka koltuğun iç işleri arka koltukta kalsın.”
“Serseri, kulağın duyuyor mu söylediğini?”
Belki gerisini de getirecekti ama adam yutkundu, eli boğazına gitti, nefes kesilmişti. Şoför minibüsü yavaşlattı. Sonunda yaşlı adam havayı içine çekip, birkaç nefes aldı, nihayetinde de bakışları normalleşti. Ama artık söz dalaşına girecek hali kalmamıştı. Şoför bizi unutup:
“Bırak ya amca. Boşver onu. Keyfini bozma. Al şu sigaradan. Gel benimle son durağa. Sana orada bir çay ısmarlarım. Unuturuz onları. Değmez.”
“Bence de değmez.” diye homurdandım ama gayet net söylemiş olmalıyım ki araçtakilerin dikkati tekrar bana çevrildi.
Bu noktada belki mahalle baskısı karşısında bana arka çıkar diye umutla metalci çocuğa doğru baktım: O iyiden iyiye, sanki sahil yolunu ilk defa görüyormuş gibi dışarı bakıyor, kafasının sallanmasına artık dizlerini de eşlik ettiriyordu. Ümit yoktu metalden.
“Aman, canın cehenneme!” dedi kadın. “Kardeşim çek kenara, başka bir dolmuşa bineceğim. Gerekirse otobüse biner, ayakta dururum ama bu herifin yanında durmam.”
Şoför yangına körükle gitmemek için bir şey söylemeyip, aracı kenara çekti. Kadın da oflaya pufluya önce kendi indi, sonra torbalarını almak üzere araca döndü. Bu noktada kendisine bir hatırlatma yapmak istedim:
“Sizi bayağı bir asabi gördüm. Daha düzenli bir cinsel hayatınız olursa, daha anlayışlı olabilirsiniz.”
Kadının “Aa, yeter ama!” demesiyle şemsiyeni kapıp bana vurması bir oldu. Bir taneyle de yetinmedi, ikinciyi, üçüncüyü indirdi. Eğer dolmuş şoförü koşup gelmeseydi daha da vuracaktı.
...
Kadının inmek istediği durakta dolmuştan indirilen ben oldum. Orta koltukta oturan yolcu uzanıp beni aşağıya itti, şoför de beni yakalayıp dışarı çekti. Yuvarlandığım kaldırımda doğrulmaya çalışırken kadını tekrar dolmuşa bindirmeye çalıştıklarını gördüm. O binince otomatik kapı kapandı ve dolmuş normalden yüksek bir ivmeyle hareket etti.
Yeni bir dolmuş beklemedim. Yürürken, şoförün herkesi son durağa götürüp birer çay ısmarladığını hayal ettim. Kimbilir, belki çaylardan sonra aydınlık yüzlü şoförümüz soluğu ışığı bulanların derneğinde almıştır.
YORUMLAR
Adamın sivri diline hayran oldum, bence hak etmişti. Eminim sürücü de soluğu ışık evinde alıp ermişlere katılacaktır. Veya kadının yüzüne diyemediklerini konuşacaklar..
Amca be hakikaten kadın ne asabiydi öyle, ya o metalci çocuk vurdum duymaz kel ayvaz gibi, ya o attığımız adam hahaha şemsiye az kalsın kafasını delecekti.
Yok be oğul bence ter kokusuna dayanamadı. Çek şuradan bir Müslüm Gürses metalci çınlasın.
Dolmuş, otobüs türlü insanlar ve basit bir dokunuşla her an değişebilen ruh halleri ve ortaya çıkan absürd bir komedi.Sıradandı rutindi dolmuş yolculuğu.Yolcuda son derece sakindi sonrasında bir yol arkadaşı bir söz derken birden dolmuşta işler rayından çıktı ve masum bir gözlemci iken dolmuşu karıştıran olay adam oldu.Son derece hızlı gelişti olaylar.ve yolculuk okuyucu içinde sıradışı bir hal alırken yolculuğun sıradanlığını tek koruyabilen kulağında kulaklık ayrı bir boyutta kendi yolculuğunu yapan burnu ve kulakları delinmiş arkadaş oldu.Saygılar..