- 1448 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Devrim: İlk Arabamız
“Bir gerçek alemdi gördüğün ey Celaleddin, heyula filan değil…” Nazım Hikmet [ ]
“Ateş” yanıtı verilirmiş çoğu zaman, kimi de “tekerlek”. ”Tarih boyunca yapılan en önemli buluş sizce nedir? ” sorusu yöneltildiğinde. Filozofların çok yakındadır, aşinadır onlara ateş. “Su, hava ve toprakla birlikte dört temel tözden birisidir.” ile yetinmek gerek şimdi.
Ya tekerlek? Az mı kalır ondan? Üstelik, onunla boy ölçüşmekten vareste tutulacak “Kul yapısı olma “ gerekçesi ayan beyan ortada iken. Durmaksızın dönmek vardır, Mevlana ile selamlaşarak kimi… Taşıyan olur tutunanı, bazen bastığını ezip geçen bir ecel. Normalde imkansızdır: Sorgusuz, mutlu çağıldaması, her dönüşün durmaya koşan kaderi ve ve kendi yarattığı tarihin arkadan vuruşuyla aynı anda, aynı yerde bulunmak Burası Türkiye ise “olmaz” ihtimalinin düşük yüzdeleri tamamen ortadan kalkar. Tarih, hiç çekinmeden “Devrim” adı verilen “İlk Türk otomobili”nin öyküsünü delil olarak koyar ortaya.
“Huzur Evi”… Takvim yapraklarının “tarihte bu gün” ün okunup, “günün yemeği”nden tarif alındıktan sonra yırtıldığı… Üstünde TCDD yazısı kabartılmış SSCB yapımı köstekli saatlere bakılarak “kaç” olduğu öğrenilen zaman, buğuymuş camda. Erimiş gitmiş. Nadir gelen ziyaretçileri hafifletse de kardeş acısını, akşamları çöken bir başınalık yüreğini dümensiz bırakıyor. Oysa, bir zamanlar gezintideyken kokusunu belleğine kaydettiği servi, at kestanesi ve çınarların gölgelediği bulvarda merakla ta içine içine bakışı insanların…Sarhoş edici bir gururla dolan o değil miydi?
Şimdi, “hayallerin bile yasak olduğu” bir topluma öncülük eden idealist mühendislerin takipçisi bir genç kuşağın, emin ve sımsıcak kucağındadır. "Ya onlar olmasaydı?", sızısının içe işleyen yakıcılığından, kendine yöneltmekte çok zorlandığı bir soru…
Askeri müdahalelerden ilkini tarihe kazındığı haki zamanlar… Sisler içindeki öyküsünü, asla anlayamayacağımız bir hayat iklimi. Dünya iki kutuplu, “Ordu kılıcını atalı” bir yıl geçmiş. Milli Birlik Komitesi’nin başında, kimine göre “Cunta Lideri” kimine göre ise “Cemal Ağa” diye anılan Cemal Gürsel var. İşte onun iki dudağının arasından dökülen bir emir cümlesi ile başlayacaktır serüven: “Bu yılın Cumhuriyet Bayramı törenlerinde halkımızın görüş ve takdirlerine sunulmak üzere, hem tasarımı hem de malzeme olarak tamamen yerli malı bir otomobil üretmenizi istiyorum.”
23 deneyimli Türk mühendisi “tepeden” gelen davete “icabet eder”ler. Katıldıkları toplantıda açılan, “Çok gizli” damgalı zarftan çıkan emirdir o. Bundan sonraki her şey, emirin demiri kesmesi ile açıklanmayacak kadar çok yönlü, insanüstü ve hayranlık uyandıracak türdendir. Yalın bir gerekçesi vardır bu destanın yazılmasının: “Türk Milletinin makus talihini yenmek”
Kaynak kokusunun, alın teriyle karışıp kader gibi bulaştığı… Gerçek rengini unutmuş duvarları…. Dalgın bakışlara, bulutu andıran sigara dumanına yol olmuş … Dökülen kenar sıvalarıyla açılıp kapanmaktan yorgun düşmüş pencereleri…. Kim bilir kaç sevdalı ıslığın acısını yüreğine gömerek, gördüklerini kendine saklayan ve yalnızca, sarkan kirli birkaç ampulle yarenlik eden yaşlı tavanlarıyla Eskişehir Cer Atölyesi… Biraz mesafelidir yeni konuklara. Ama zaman, çok hayırlı bir arabuluculuğa soyunmaktan asla kaçınmayacaktır.
Arabanın Cumhuriyet Bayramı’na yetişmesi için kalan gün, 129. Süre, “iki kirpik arası.” Zaman… Sıkıştırılmış, preslenmiş, güç yetmez bir ağırlık altında. Sonunda, padişahın kızıyla kırk gün kırk geceli düğün olmasa da, inandıkça kendini gerçekleştirecek birkaç masaldan biridir bu. Ne geçirilmesi gereken, ne boşu olan, ne de takvimle, saatle anlaşılır kıldığımız bir şeydir zaman. Uyku, acıkma, muhabbet, eş dost, düğün, cenaze… Hepsi bir şeye sığacaktır: Günde en az 12 saatlik çalışma. Hafta sonları dahil…
Tahrik edilmiş merak… “Atölye önüne yığılan bu alçı ve çimento da neyin nesi? ” Uzun toplantılardan sonra, aracın temel yapısı belirlenmiş, 1/10 ölçekteki maketten bire bir alçı model üretilmektedir.. Pinokyo’nun ustasının ruh karmaşası ve biraz da, şairin imge seçmekteki titizlik ve zor beğenme hali ile… Alçı kalıpların tıpkısı beton bloklar… Kalın sac, onun üstünde ezilerek biçimini alacaktır. Dar sokaklarda, biteviye yinelenen çekiç ritimlerinin çınladığı bakırcı çarşıları… Satıcı avazını taşlarına hapsetmiş arastalardaki gibi… Aynı tevazu, titizlik ve çelebiliktir bugüne uzanan…
Delişmen bir küheylanın sırtında dörtnala günler… Bir kaç kent daha ortağıdır bu yükün. Göçmen kuşlar, buradan toplanan coşku ve yürek çarpıntısını boca eder diğer illerin de üstüne. Aracın motor gövde ve başlığı Sivas Demiryolu Fabrikası’nda yapılıp Ankara’da işlenir. 50-60 Beygir gücünde, dört zamanlı ve dört silindirli motorun piston, segman ve kolları da Eskişehir’de üretilir. Bozkırda tutturulmuş uygarlık mayasına, Ankara’ya uzanır yol. Biran önce bütünleşecekler ve “Yürü! ” denilecektir.
Arkadaşlarını özlemiş çocukların cıvıltısını diğer seslere baskın kılmıştır eylül. İşgal etmiş tezgahları sapsarı ekmek ayvaları. Haşlanmış mısırın aş erdirmekte haklı kokusu, davetkar ve bir isteği baş edilmez kılmakta. Yüksek Mühendis Emin Bozoğlu ve ekibi çözüm arayışında, aracın camları için. Piyasada bulunabilen ön ve arka camların yeri değiştirilerek ancak yakalanır, bu “Yeni bir hava! ” Motor ve gövde uyumuna gelmiştir sıra. Amaç ”Debriyaj, gaz ve fren mekanizmalarını yerleştirmek ve direksiyonun en uygun konumunu bulmaktır. “Ayarlı direksiyon” önerisi kabul edilmez. Ne yazık ki, iki yıl sonra Cadillac bunu bir yenilik olarak dünyaya sunar.” Öyle ya Sırf haritadaki yeri “biraz daha batıda” olduğu için Yunan müziğini “tercih” eden ve onu çağdaşlık sanarak doğunun tüm değerlerini aşağılayan bilinçaltı tortusu, daha o zaman gösterecekti kendini. Evet, “Bu işi en iyi ecnebiler bilir.” di!
İlk doğuşun tanıkları olacaktır ekimin yarılanmış hazan zamanı. Lastik,cam ve motor yatakları gibi bazı parçalar hariç, her şeyiyle yerli kaynaklardan üretilen otomobillerden birincisi denenmeye hazırdır. Bugün, her “Antika bezirgan” gibi, tarihi kendisiyle başlatma ve “Milat” olma sevdalılarına bakmayın siz. “Anadol, ilk yerli otomobildir.” diyorlardı. Biraz gerçeğin utancından biraz da gösterilen tepkilerden olsa gerek, “Seri üretimi yapılan ilk Türk otomobili” filan oldu. Buna da şükür! Bir de “hoş bir seda”nın yanında “baki” sorular kalmıyor değil unutturmaya direnen tarihin dağarcığında: “Tam Devrim deneyimi sonuç verecekken, Ford ile görüşmeler için Amerikalıların kapısı neden aşındırılır? ” gibi.
Ahh… O adlandırma ve tanımlamalardaki ürkekliğimizin ezgin hamalları numaralar… Deneme sürüşündeki ilk arabaya “Devrim 1” adı verilir. Diğerleri ise “Devrim 2” ve “Devrim 3” olacaktır. Radyodan dinlenen Dünya Kupası maçlarındaki yabancı futbolcuları ad ve soyadıyla ezberlerken, kendi soyadımız yok…“Numaralarımız” vardı. Bizimkilerin adı hep Büyük Ahmet, Küçük Ahmet yada Sedat 1, Sedat 2 gibiydi… Hal böyle olunca Devrim’lere günümüzdeki “janjanlı” model isimlerin verilemediği bir “ezik büzüklük” çağıydı içe dönük ve kendine yeterek geçen.
Akranlarına göre fazla gelişmiş bir çocuğun, önüne çıkan her engeli aşarken, büyüklerine sağladığı avantajının mutluluğunu bahşederek…Devrim1 gelişiyordu. Son günlerde, hararetle koşuşturan ve yüksek perdeden sert konuşmalar yapan, bazı siyah elbiseliler çevresinde dolanır, sağını solunu kurcalar olmuştu.. 28 Ekim 1961 de, Devrim 2’nin son kat boyası vurulup, pasta ve cilası ise Ankara’ya gönderildiği trende atılacaktır. Karakurt …Bu yerli yapım ilk tren, kıdeminin farkındalığını gururla sergileyerek, gördüğü inanılmaz itibarı fısıldayacaktır Devrim’e. 29 Ekimin ilk saatlerinde Ankara’ya getirilen her iki Devrim de, Ankara Demiryolu Fabrikası’na indirilir. Yalnızca, acil yer değiştirme anında kullanılmak üzere ve yaratabileceği tehlikelerden korunma kaygısıyla depolarına çok az benzin konulacaktır. Ne yazık ki, daha sonra, çarpıtılarak çok haksız ve insafsız bir saldırının payandası yapılacaktır, bu masum ve yerinde önlem.
Turfanda çağla gibi kendini özlettiren, dini bayramlarla eşdeğer bir heyecanla beklenen Cumhuriyet Bayramı… Dövizler, çiçekler ve bayraklarla bezenip görkemli görünümleriyle caddeleri, bulvarları, rüyalarımıza boyayıp, bize geri veren muhteşem taklar… İnce çıtadan sapıyla çocukların elinde minicik kağıt bayraklar… Yeni pençe ayakkabılar, “tüccar terzi”den henüz aldıkları elbiseler içinde geçit törenine koşturan insanlar… Siyah-beyaz filmlerin mi onu, yoksa, yaşayan o ruhun mu filmleri yarattığı konusunda, kendimize sorular yöneltip yanıtsız kaldığımız içten, zinde zamanlar… Fener alayı akşamları…Trampetler… Ritmine yürekleri de davet eden uygun adım yürüyüş. Majörün göğe fırlattığı, inerken çocukları selamlayan altın yağmuru… Meydanı, ışıklı bir ebruya döndüren ve yüzlerde bıraktığı oynak menevişleriyle meşale ateşi… Kağıt helva, pamuk şekeri, macun, simit ve çekirdek ile soğuk yüzlü bakanlık binalarının “yakın da uzaklığı”… Birlikte yaratılan şenlik ateşi…
29 Ekim 1961 sabahı… Yüksek Mühendis Rıfat Serdaroğlu’ndan daha heyecanlısı yok. Ankara’ya getirilen araçların son bakımını yapılmış, siyah Devrim” özenle sildirilmiş, zerre kadar toz istenmiyor. Midesinde kasılma, yanaklarında ateş, bağırsaklarında olağanüstü bir hareketle bir o yana, bir bu yana garajı adımlamaktadır. Bütün bu bünye değişikliklerini yaşamasının asıl nedenine… Cemal Gürsel Paşa ile karşılaşma anına doğru çekilmektedir zamanın kürekleri. Büyük bir panik ve aceleyi resmi törenlerin baş konuğu yapmayı yine başarır, şu “Yukarıya doğru otorite, aşağıya doğru sorumluluk” realitesi! Düşülür yollara. Tören yerine çok az kalmıştır ki, direksiyondaki Rıfat Bey ani ve büyük bir şokla titrer. Araba duvara çarpmıştır sanki. “Eyvah! Araçlara benzin koymayı unuttuk! ” Mutlaka çare bulunmalı! Dakikalar içinde telaş ve şaşkınlık, yerini arayışa bırakır. Bulunan çözüm, diğer arabalardan benzin çekilip “Siyah Devrim”in deposuna aktarmaktır ve öyle de yapılır.
“İyilikler ara sıra,kötülükler ise arka arkaya gelir.” diyen Kızılderili atasözünü bir kez daha doğrularcasına inatçıdır aksilikler. Benzin işini tam bitmiştir ki… O da ne? Gürsel Paşa ve yaveri krem rengi “Devrim 2”deki yerini almaz mı? Saniyeler şaşkınlığın esiri… Rıfat Bey kontrolsüz… Aracın kapısını hızla açar, fırlar direksiyonun başına. Gözleri, Paşa’nınkilerle dikiz aynasında saniyelik buluşacak…bakamadan hızla uzaklaşacaktır. Merakının azmettirdiği yeni bir cesaretle, buna bir daha yeltendiğinde ise, Paşa’yı arabanın tavanını incelerken “yakalar.” Devrim1’in bulunduğu konvoy birkaç yüz metre yürümüştür ki, ki “öksürmeye başlar” ve sarsılarak durur araç. “Ne oldu neden durduk? ” diye soran Cemal Gürsel’e, “Benzin bitti Paşam.” yanıtını, çekingen ve titrek bir ses tonuyla verecektir Rıfat Serdaroğlu.
Gözleri yere yönelik, başını iki yana sallamaktadır Paşa. Özürler dilenerek Diğer Devrim’e geçmeleri ”istirham” edilir. Allahtan ki…Korktukları başlarına gelmez: Anlayışla karşılanacaktır bu rica. Diğer Devrim taşıyacaktır tören alanına onları. Arabadan inerken, gururuna baskın gelen tatlı bir sitemle, tarihe çivilenmiş o meşhur sözleri sarf edecektir Cemal Ağa: “Batı kafasıyla araba yaptınız ama şark kafasıyla benzin ikmalini unuttunuz.” O gün, Devrim 2 geçit törenine katılmasına, Cemal Gürsel, “Başka bir Devrim’le” tören yerine gelmesine karşın, basın sansasyonel başlıkları manşete taşımaktan kaçınmaz: “Devrim 100 metre gidip bozuldu! ” Daha da ileri giden oldukça ironik bir sürmanşet daha vardır: “Devrim başarısız oldu! ” Heyecanla soracaktır vatandaş: ”Neler oluyor? ” Oysa… Recmin ilk taşıdır atılan.
“Çok da ciddiye alınmamalı” dedirten bu türden “ince alaylar” daha “maddi” bir gerçeğin görünürdeki bölümüdür aslında. Alttaki, gizlenmiş büyük yumru ise, her şeyiyle yerli sanayi girişimini yok etme niyetinin keskin zehrini saklamaktadır.. “Devrim” otomobillerinden iki tanesinin Preslerle ezilmesine yol açacak kadar büyük bir öfkenin galasıdır sahnelenen. Aklıselim ağlamakta… Sürmektedir “Alavere dalavere kalk memet nöbete! ” oyunları.
Nuri Demirağ… Yurdu, yabancı yatırımcılardan beş kat daha ucuza ve yerli olanaklarla “demir ağlarla” ördüğü için, soyadını Atatürk’ten alan “büyük hayalperest! ”… “Haddini aşarak” ilk uçak fabrikamızı kuracak, sonra da yurt dışına uçak satmaya kalkacak denli gözü kara… Önüne konulan demirden dağlar… Şaşkınlık yaratan bir kararla faaliyeti durdurulan Kayseri Uçak Fabrikası… Özellikle çini işlemeli kuzineli modeliyle, Anadolu insanının en değerli eşyalarımızdan biri olmuş sobalar… Üretip, adını veren Şakir Zümre… Dahası… Onun imal ettirdiği, Yunanistan’a bile ihraç edilen savaş malzemeleri... Önü kesilen atılımlar, durdurulan satışlar… Örnekleri çoğaltmak mümkün. “Devrim” projesinin kadük bırakılmasının nedenleri de aynı yerlerde saklı olmasın?
Dört iken, kısmet olmaz birine doğum. Üç kalırlar. İnsanı insanlıktan çıkaran çapuldan pay kapmak açgözlülüğü, kanlı katili olur ikisinin de. Kentin en karanlık ve en ücra yerinde, vicdanlar kan uykusundayken… Zalimler İşlerini bitirmişler, gün aşıp gitmektedir.
Kentin epeyce dışındaki boş bir arazi…İki hurdacı çocuktan birisi, ezilmiş bir otomobil kaputu bulmuş sağını solunu karıştırmakta. Birden… İncelemeye ara verip, kendisinden biraz daha büyük olana seslenir “ Abi, Bu araba kaputunun içindeki yazıya baksana. “Devrim” yazıyo! Hem de kabartma! ” Diğeri, çok da şaşırmamış bir ifadeyle ve hiç kafasını kaldırmadan verecektir cevabını: “Ben de bir parça buldum, otomobil kadranına benziyor. Üstünde de hararet, benzin, yağ gibi Türkçe kelimeler var.” Düşürler uzun zaman: Hiç Türk Otomobili var mıydı?
Hayatta kalan Devrim ise, Eskişehir’deki tesislerde “getir-götür” işlerinde “istihdam edilir” önceleri. Birkaç çalışanla, belki de en benzer yanları olan “iyi iş çıkartmak” tan kaynaklansa gerek, “özel” dostluklar kurmuştur. Sırlarının bir kısmını yalnızca onlara anlatmaktadır. Yepyeni kalmasını sağlayan sevgi halkası büyüyecek, büyüyecektir. Ta ki şimdi saygı gördüğü, korunup sergilendiği Eskişehir’e ziyarete gelen herkesin yüreğini içine alana değin.
YORUMLAR
Dört iken, kısmet olmaz birine doğum. Üç kalırlar. İnsanı insanlıktan çıkaran çapuldan pay kapmak açgözlülüğü, kanlı katili olur ikisinin de. Kentin en karanlık ve en ücra yerinde, vicdanlar kan uykusundayken… Zalimler İşlerini bitirmişler, gün aşıp gitmektedir.
*****************************************************
ellerinize emeğinize ve duyarlı sorgulayan yüreğinize sağlıklar diliyor değerli kaleminiz bizleri hep aydınlatsın dileğim...umudum yarınlarda bu gün karamsar olsam da...