- 621 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Duvarları Aşmak
Arkası bahçe kapısına dönük, vermiş yüzünü evinin duvarlarına, fasulye ayıklıyor bir genç kız. Bir kedi sürünüyor bacaklarına, ona bir bahçede olduğunu hatırlatmak ister gibi. Duvarlardan çekip almak ister gibi ruhunu...
Kediye bakıyor kendini unutarak ve duvarları. Kendi demek duvarlar da demek çünkü ne zamandır. Bu yüzden bu kedide kendini kaybetmesi, duvarları aşmak demek bir bakıma, yakalamak gökleri.
Birden bir ses duyuyor. Tanıdık bir erkek sesi... O tanıdık ürpertiyi getiriyor bedenine yeniden. Evde birine duyurmaya çalışıyor olmalı söz konusu o erkek, sesini. O’ndan önce yan bahçede, masada fasulye ayıklayan arkasını dünyaya dönmüş, tüm dünyası bu ev ve bahçeyle sınırlı bir kızın kendisini duyduğunu bilse daha da mı yükseltirdi sesini acaba? Ona dışarıdan sesler mi taşırdı sesinde, kapıdan çıkmasını öğütleyen şen gülüşler kondurarak içlerine?
O sesin sahibi genç bağırmaya devam ediyor evin, bulunduğu odaya uzak bir yerindeki o meçhul kişiye. “Ona gösteririm ben.” diyor. “Beni görmezden gelmek ne demekmiş...”
Kaç kez karşılaştılar sokakta, bakkalda. Ama ağaçlar hep engel oldu ona tanıtmaya kendini. “Bak, bu kız yolda her gün karşılaştığın kız” diyen tek bir aralık açmadı yapraklar. Soğuklar gelip ağaçlar çıplak kaldığındaysa oturacak bir bahçe de kalmıyordu zaten. Ölen doğaya tabut oluyordu sadece, cennet misali bu yer. Nasıl ki kendisi eve çekilip baharın gelmesini bekliyorsa, o tabut da ölümü kucaklamaktan kurtulup doğanın içine daldığı o derin uykudan uyanmasını bekliyordu. Yeniden bir bahçe olmayı...
O genç balkona çıkmıştı, sanki ağaçları aralamak ister gibi. Kendisi bahçedeyken hiç onun balkona çıktığına tanık olmamıştı. Bu yüzden şimdi delice çarpıyordu kalbi, “ya görürse” beni diye. Bu bahçeye bir perde olsa da ağaçlar, balkondan bakınca belki birden bir açıklık peyda olurdu yaprakların arasında bir yerde, bir çerçevenin içine oturtarak onu... O genç “Bu o kız...” derdi o zaman. “Sabah bakkalda gördüğüm... Gözlerini ikide bir kaçırıp duran benden...”
O zaman, haddini bildireceği o insan şimdi uyandırdığından daha az mı öfke uyandırırdı içinde? İçerikleri değişir miydi bir şeylerin? Çok yabancı olduğu bir evrenden küçücük de olsa bir parça o gencin evrenine ışığını düşürünce çok farklı bir açıdan mı görünmeye başlardı yoksa her şey?
Kendisini görmezden gelen o kızın üzerindeki şık giysi zihnindeki resimde renklerinden sıyrılıp bulunduğu ortam ve çevresindeki insanlara mı bırakırdı yerini? O insanlar ve ortam yaprakların arasından gördüğü şu utangaç kızın saçtığı ışıkta şimdiye dek hiç duymadığı bir şaşkınlığa yol açabilecek kadar farklı mı görünürdü?
Mesela şöyle derdi belki: “Bu kızın eline hiç erkek eli değmiş midir acaba? Neyse ki benim tanıdığım kızlar böyle yabani değil... Yoksa biz erkekler ne yapardık bu kız gibi en küçük bir bakışta kıpkırmızı olsa kızların yüzleri? Bir de Ezgi bana bakmadı diye kızdım o kadar. Bu kız gibiler hiç bakmıyor ona bakarsan. Kız bir şeye kırıldı belki ya da gerçekten görmedi. Neden kızdım ki ona bu kadar?! Ah eşek kafam...”
Ya da aksine daha da kızardı Ezgi ya da adı her neyse ona. “Kız dediğin böyle olmalı işte!” derdi belki de. “Erkeğe öyle sıradan bir şeye bakar gibi bakmamalı, bakışıyla hissettirmeli erkekliğini. Yanaklarını al basmalı böyle, karşı kutupların çekimini hissettirmeli bedenini saran ürpertiyle. Edep erkân bilmeli... Gece hanım hanım oturmalı evinde, dışarılarda gezmemeli hafif kadınlar gibi.”
Zaten hafifi ağırı mı kalmıştı sanki kızların günümüzde? Adı özgürlük olan uzun bir türkü tutturmuş gidiyorlardı hayat denen yolda. En çok da erkekler seviyordu bu türküyü. Kızlar özgürüz diye minicik şortlar giyiyorlardı mesela. Ya da gecenin bir körü kadehleri yuvarlayıveriyorlardı tepelerine. Bir türkü söyler gibi yapıyorlardı bunları. Bir parçası olmak için özgürlük denen şeyin... Erkeklerin bir kısmı kıs kıs gülüyorlardı içlerinden. “Bu medeniyet denen şey ne güzel bir şey” diyorlardı kadehlerini tokuştururken karşılarındaki 17’lik kızlarla. Yalnız o kısacık şortlar, etekler karşısında afallamadan edemiyorlardı bir türlü. Kızlar uyanmasın, görünümlerinin çok doğal, çok sıradan olduğunu düşünmeye devam etsinler diye ne eziyetler çektiriyorlardı bedenlerine! Vücutlarını gezinen o alevden eli kızlar sezmesin diye yüzlerini olmadık şekillere sokuyorlardı.
Balkondaki genç, bu gidişattan memnun olan büyük çoğunluktan mıydı; yoksa bu medeniyet denen şeyin böylesine çarpıtılıp kadın denen cinsi erkeklerin keyif aracı haline getirmesi ilk bakışta bir erkeğe ne kadar cazip görünse de, ileriyi düşününce çocuğuna anne olacak kadın bulamamaktan korkan çok az sayıdaki bilinçli azınlıktan mı? Eğer ikinci kategoridense ve şimdi yaprakların arasında bir boşluk bulmuş, kendini seyrediyorsa ne düşünüyordu kim bilir?
Belki de görmemişti bile kendini... Gördüyse bile öylesine değip geçmişti gözleri, hiçbir noktaya takılmadan üzerinde, son derece sıradan bir şeye bakar gibi. Onu görmeden önce nereye gidiyorsa aynen o yolda gitmeye devam ederek zihninde...
Küçücük bir alana sığdırmaya çalışınca hayatı, böyle her şeyi büyütüyordun gözünde işte! Ancak en gerekli olanları davet edebiliyordun içeri. Önemsiz görünen şeyleri tamamen dışlıyor, içeri aldıklarınaysa haddinden fazla yer veriyordun. Rahat rahat sığabilecekleri alandan çok daha fazlasını verince onlar da gerçekte olduklarından daha başka bir niteliğe bürünüyorlardı ister istemez, kendilerine sunulan yeri hakkıyla doldurabilmek için. Daha doğrusu onlar değil sen veriyordun onlara bu anlamı. Bu genç de hiç haberi olmadan kendine ait olmayan bir kimliği giyinmiş, hiç tanımadığı birinin bahçesinde var oluyordu ne zamandır.
Acaba sırtını dönmekten vaz mı geçseydi arkasındaki dünyaya? Şortlu kızları boş verip dışarıya gözlerini dört açarak her şeyin gerçek kimliğine dönmesine fırsat verseydi, şimdi ağaçların arkasında bir yerdeki o gölgemsi varlığın zihninde dönüştüğü resme bu kadar çok şey sığdıramazdı herhalde. O varlık gölge olmaktan çıkar ve bu kadar büyümezdi.
Oğlan çoktan içeri girmişti bile. Kaç kişiyi az önce barındırdığını bilmeden varlığında... Yan bahçedeki bir kızın zihnindeki “günümüz erkeği” modeline uyabilecek; en zevk düşkünü ve bencilinden tut en sorumluluk sahibi ve idealistine varana dek milyonlarca erkeği var etmişti kendinde, dile kolay... Çünkü hayattan korkanlar sırtlarını dönerlerdi dünyaya. Kavramlar koyarlardı gerçeklerine yerine. Az önce de komşu genç nasiplenmişti bu büyük çarpıtmadan. Kendinin de içine dâhil olduğu büyük bir grubun temsilcisi konumunda, genç bir kızın kalbini çarptırabilmiş, birkaç saniye önce balkonun kapısından içeri girene dek de bu rolüne devam etmişti. İşin tuhafı kendisi olarak kalabilmişti bu süreç içinde. O oynamasa da rolünü, yan bahçedeki kız bir kere biçmişti ona bir kimlik. Ne yaparsa yapsın o kızın gözünde o kimlikte var olacaktı öyleyse, kaçış yoktu. Ta ki balkondan içeri girinceye dek...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.