- 1147 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SERÇENİN BİLİNEN MİZAÇLARI
Kapının kenarına iliştirilmiş ayakkabı oldukça eskimişti. Elle dokunmuş, yer yer sökülmüş kilime eşlik ederken, ahşap pencerenin kenarına konan serçe için iyi bir yuvaydı belki, dışarıdan geçen insanlar içinse yoksulluk.
Pervin odanın içinde dört döndü. İğne kutusunu kaybetmişti. Üst kattan başlayarak her yeri aradı. Bulamadı. Umutsuzca bakınırken, dün koltuğun altına doğru ittiğini hatırladı. Baktı. Evet, oradaydı. Nasıl da unutmuştu! Uyumak için sabırsızdı o saniyelerde. Hafızasında kaybolmuştu şu ana kadar. Şimdi hapsolan yerden çıkarttı düşüncesini. Düşünce, özgür, beyin kıvrımları arasında gezindi.
“Unutkanlık başladı.”
Kendini suçlamayı bırakıp, vicdanını kurtardığında, düğmesini dikmişti. Çamaşırları asmak için, üst katın balkonuna çıktı. Gözünün önüne, dalgaların yükselerek dövdüğü, çıplak kumsal uzandı. Gri hava, tempoya ayak uydurmuştu. Bulutlar üstüne düşecek kadar alçaktan geçiyordu.
“Yağmur başlayacak.”
Çamaşırları asmadan toparladı. Tekrar içeriye döndüğünde, oda simsiyah oldu. Arkasından şiddetli, ıslak bir seromoni. Yağmurluğunu üstüne geçirdi. Havanın bereketli akımında, yürümek en keyifli işti şimdi.
Sağanak, yaramazlık yapan küçük bir çocuk gibi, yağmurluğunu esir almıştı. Üzerinden hızla kayıp giderken, keyif yapmak ona mahsustu. Sokakta ki, çamurdan kitlenin ortasında oluşan gölcükler, ayakkabılarını kirletmişti.
Küçük bakkal dükkânının önünden geçerken, hafta sonunu geçirmek için gelen turistleri gördü. Yağmur keyiflerini kaçırmış olacaktı. Yandaki sokağa saptı. Sokakta dört çocuk, suların içinde koşturup oynuyordu. Çocuklar onu görünce üstüne doğru hızla geldiler. Oyun oynamak istiyorlardı. Gülümseyerek uzaklaştı. Sokağın sonunda ki bir evin önüne geldiğinde, eski ahşap pencerenin kafesi üzerine konan kuşu gördü. Islanmıştı. Kafesin arasında titriyordu hatta… Üzüntüyle zili çaldı. Kızların evde olmasını diledi. Kapı, arkası boşluk olan ve açıldıktan sonra içine düşüp kaybolacağı bir metaydı sanki… Ya da açıldığında ay taşlarından oluşan değişik bir atmosfere düşebileceğini zannetti. Kapıyı Nuran açtı. Siyah saçlarını arkaya toplamış, gülümsedi.
“Merhaba, Serçe çok üşüyor.”
“Onun için biraz ekmek kırıntısı koyamaz mısın?”
Nuran;
“Yabani biraz, kaçıyor, içeriye girmiyor, besliyoruz ama hala yabancı gibi davranıyor.”
Diye şikâyet etti.
“İçeriye gelsene bu yağmurda…”
Pervin yürümeye devam edeceğini söyledi. Serçe, her an uçmaya hazır, korkudan titriyordu. Biraz daha bakarsa uçacağından korktu Pervin. Oysa ona dokunmayı ne çok isterdi!
“Kavgacı ama ürkek yaratıkların kalpleri hep çırpınır herhalde.”
Bir durum eleştirisi yaptı içinden.
Serçe ona; Çocukken kızdırıldığında, dövmek istediği ama kendisinden çok iri oldukları için dokunamadığı bedenleri anımsattı. Onda da böyle kuş misali çırpınışlar vardı. Babası ona sinirlendiğinde ise, kalbi ortadan ikiye ayrılıyordu sanki. Milyonlarca kilometre koşsa, bu denli kötü hissetmezdi herhalde. Bir serçe olsa, uçmak istediğinde ne kadar yükselebilirdi? Göğü delip, daha yükseğe çıkmak ister miydi? Sınırlı alanlar da dönüp duruyordu. Hava boşluğunda uçan toz zerreciklerinden yaratılmıştı serçeler. Kendisi gibi… Saçlarına dokundu. Saç örgüsünün aşağısındaki kuşkanatlı saç bandına dokundu. Kanatların sivri kısmı battı parmağına.
“Serçenin bilinen mizaçları”
Adını verdi bandına. Böyle tuhaf adlar takardı bazen. Canlı ya da cansız fark etmiyordu onun için. Sahil yolu gözünün önüne serildiğinde, düşüncelerinden sıyrıldı. Oraya doğru içgüdüsel olarak ayakları sürüklendi. Yolda gördüğü boş, ıslak bank yalnızlığını üstüne düşen yapraklarla paylaşıyordu. Yaklaştığında birkaç martı bankın üstüne kondu. Sesleri boşluğu hatırlattı ona. Koyu bir yalnızlık… Bir kahvenin tadındaki mavi… Denizin bilinmeyen serenatları... Tuzun kavurucu yapışkanlığı… Diline dolanan tat arasında fısıltılı bir kavruluş geçti kafasından. Sesleri başını yaktı. Tuzlanmış balıklara benzedi kafası. Eline aldığı ıslak kum, koyu sarı, bulamaç gibi... Rutubetiyle birlikte eline bulaştı. Mendille temizledi. Sonra yürümeye devam etti. Sahilin son dönemecinden geriye döndüğünde, yağmur tamamen kesilmişti. Uzaklarda gökyüzü açık mavi bir renk almıştı. Elini gökyüzüne doğru kaldırdı. Binlerce kilometre olsa bile yakalamak istedi canı. Geriye dönerken arkasında yükselen dalgaların uğultusu vardı. Yağmurdan sonra deniz kendi iç dünyasıyla baş başa kalmıştı. Mitolojik bir kahramanın hırçın bakışıydı köpükler… Kumun bittiği yerde bir kertenkele kendisi kadar yeşil olan çimen de güneşlenmeye çıkmıştı. Onu görünce otların arasında kayboldu.
“Keyfini bozdum.”
Hüzünlendi.
“Şarkısını duymak isterdim.”
Kendi kendine konuşur gibi kafasını salladı. Nuranların evinin önünden geçmek istedi. Kuşun nasıl olduğunu merak etmişti. Hâlâ titriyor muydu? Merakla evin önüne geldiğinde kasabada bir hareketlenme olmuştu. Hava düzeldiği için yeniden yürümeye başlayan turistlerin, içini bastıran kahkahalarını duydu. Sakinliğin yaramaz gülüşleri… Bağrışmalar, haşarı bir çocuğun yalın dünyasına benziyordu. Sevecen ama uyumsuz…
Ahşap pencerenin önünden geçerken gözleri kafesine takıldı. Taradı her yerini. Göremedi. Ama kuş sesi geliyordu bir yerden. Yere baktığında, eski ayakkabının içinde gördü onu. Kendine yuva bulmuştu. Ayakkabının giyilmekten esnemiş ağzı, onun dünyasına açılmış bir kapıydı belki. Ayakkabıyı görenler için ise çöpe atılması gerekli bir meta.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.