- 1898 Okunma
- 15 Yorum
- 1 Beğeni
ARI VIZ VIZ VIZ...
Tamamı gerçek...
Biliyorum bıktınız benim ’’ Bu gün Kadıköy’de’’ Diye başlayan yazılarımdan ama n’aapıyım evden dışarı adım attığım zamanlarda gidebileceğim tek yer var o da Kadıköy.
Yahu zorla değil ya ben seviyorum Kadıköy’ü. Efkarınız varsa ve dağıtmak istiyorsanız İstanbul’da gidebileceğiniz en uygun yerdir Kadıköy.
Neyse efendim..Evden çıktım bu gün..Kadıköy’e gitmek için dolmuşa bineceğim ama önce markete uğrayıp bir sigara almam gerekiyor.
Markete girdim. Sigara almadan önce baktım markete hamsi yapmak için tava gelmiş. Tavaları inceliyorum... Tam arkamda bir bayan...Belli ki bizim sitelerden. Yani sosyete takımından...Arkamdan seslendi.
-Ay beyefendi görüyor musunuz göz göre göre insanı nasıl kandırıyorlar.
-Anlamadım. Nasıl yani?
-Baksanıza ayol. Koskocaman tavalara küçücük kapak yapmışlar. Bu kapaklar bu tavaların ağzını kapatmıyor ki?
Beni aldı bir gülmek...Hatun o kapağı tavanın kapağı sanmış.
-Hamfendi o kapak zaten tavanın kapağı değil ki?
-Anlamadım...Tavanın kapağı değilse ne işe yarıyor?
-Bakın anlatayım: Balıkçıdan bir kilo hamsi alıyorsunuz önce. Kafalarını koparıp içini temizliyorsunuz..Güzelce yıkayıp tuzladıktan sonra una buluyorsunuz hamsileri. Sonra tavaya çok az yağ döküp hamsileri güzelce daire şeklinde diziyorsunuz tavaya ve tavayı ateşe oturtuyorsunuz. Hamsilerin altı kızarınca bu kapağı tavanın üzerine bastırıp tavayı ters çeviriyorsunuz. Tavaya yine azcık yağ döküp kapaktaki hamsileri tekrar tavaya sürüyorsunuz...
Kadına bir taraftan anlatıyorum bir taraftan da gösteriyorum hamsi tava nasıl yapılır.
-Aaaa..Valleyi billeyi ben bilmiyordum..Hamsi tava böyle mi oluyormuş?
’’ Ulan sen ne bok bilirsin ki zaten. Bu mahallede tek iş yeri olmamasına rağmen o ev yemekleri lokantası niçin dolup taşıyor her gün? ’’ Dememek için kendimi zor tuttum.
-Evet hamfendi. Hamsi tava aynen böyle yapılır.
-Ay ne şanslı eşiniz var sizin. Benim öküz hiç bilmez böyle şeyleri.
Gari tepemin tası attı.
-Haklısınız hamfendi. Öküz olmasaydı seçimini doğru yapardı zaten.
-Anlamadım.
Kıvırdım mecburen. İki saat hatunla münakaşa edecek durumda değilimn.
-Yani diyorum ki bir hamsi tava yapmasını bile bilmeyen erkek ne işe yarar ki?
Kadın şuh bir kahkaha atarak çıktı marketten. Ben de dua ediyorum içimden : ’’ Allah’ım, Ya Rabbim, bu gün gördüğüm ve göreceğim tek sinir şey bu olsun..Ne olur Ya Rabbim’’
Tam dışarı çıktım. Marketin dışındaki sebze meyvelerin arasından caddeye çıkacağım arkamdan bir ses.
-Bakar mısınııızzz?
Önce aldırmadım...Neticede beni kim çağıracak ki? Ama ses ısrarlı.
-Kardeşim sana diyorum baksana.
Döndüm...Bir başka hatun...O da Siteler ahalisinden. Yani mahallenin sosyetik kesiminden.
-Buyrun hamfendi bir şey mi vardı?
-Ayol iki saattir sesleniyorum. Hiç tınmıyorsun.
-Buyurun...Tındım... Bir şey mi vardı?
-Evet var...Bu ananasların kilosu ne kadar?
-Bana ne?
-Ne demek bana ne...Bu ne küstahlık, bu ne saygısızlık. Seni müdüre şikayet edeceğim.
-Hangi müdüre efendim?
Ya kadınla resmen gireceğiz birbirimize...Allahtan market çalışanı geldi.
-Hayırdır hocam sorun nedir?
Kadın ’’ Hoca’’ lafını duyunca bocaladı.
-Afedersiniz imam efendi. Ben sizi market çalışanı sandım.
-İmam değil efendim. Bendeniz emekli Tarih Öğretmeni Sami Biberoğulları.
-Haaa haaa haaaa..Soyisminizden demek ki sizi sebze reyonuna bakan eleman sandım.
Yav kadın resmen sopa istiyor ya, bunlara dalmaya da gelmez..İçlerinde karatecisi var, tekvandocusu, aikidocusu, var oğlu var. İşin içinde madara olmak var.
Derken efendim marketten ayrıldım. Caddeye indim. Gelen minibüse atladım ve Kadıköy’e doğru yol almaya başladık.
Minibüs Yenisahra’da durdu. Bir kaç gacı bindi oradan. Bizim Kadıköy’ün çiçekçileri... Minübüs dolu ve ben arka dörtlüde oturuyorum. Benim yanımdaki yolcular ip gibi üç delikanlı...Gacı gözlerini bana dikti.
-A be bir g.tlük yer açasın da biz de oturalım beybaba..
Yahu açmasına açayım..Neticede gençlere şöyle bir Drakula bakışı çektimmi sıkışırlar ille velakin gacı için bir g.tlük yer yetmez ki..En az iki, hatta üç g.tlük yer açmam lazım... Çaresiz açtık...Ondan sonra Kadıköy’e kadar nasıl gittiğimizi ne siz sorun ne de ben anlatayım.
Kadıköy’de indikten sonra rıhtımdaki III. Mustafa Camiine doğru ilerlemeye başladım. Cuma vakti yaklaşmıştı bir hayli. Camiye iyice yaklaştığımda günün son darbesi de geldi.
Sizce ne olabilir bu darbe?
Kapkaça uğramak? Yok Kadıköy’de öyle şeyler olmaz pek.
Araba çarptı? I ıh..Çok dikkatliyimdir...Karşıdan karşıya geçerken on defa sağa sola bakarım. Bu yüzden çok defa ’’ Vah zavallı vah..Bayağı da akıllı birine benziyor halbuki ’’ sözlerine muhatap olmuşumdur.
Muz kabuğuna bastım düştüm? Hayır efendim. Kadıköy’de öyle caddeye muz kabuğu atan öküzlere rastlamanız mümkün değildir.
Miting filan da yoktu...Öyle bir şey değil.
Son darbe gökten geldi...Evet evet bildiğiniz gökten geldi.
Yok yahu..Kafama uçak düşmedi...O kadar da değil yani. Yok yok birisi pencereden kafama su ya da çöp filan da dökmedi.
Tam caminin müezzini ’’Hayyaalel Felahhh’’ yani ’’ Haydi kurtuluşa ’’ Diye çağrı yaparken ve ben o kurtuluşa doğru yürürken ensemde önce hafif bir karıncalanma, sonra ince bir sızı duydum. Elimi enseme atmamla birlikte ne görsem iyi? Koskoca meydanda bir tek arı...Sen gel bula bula o kadar kişinin içinde beni bul ve sanki bir garazın bir intikamın varmış gibi - kendi ölümün pahasına- iğneni gel benim tam da şah damarıma köküne kadar sapla.
Arık o namazı nasıl kıldım bir ben bilirim bir Allah...Hoca ’’ Allahu Ekber ’’ Dedikçe benim gözlerimin önüne ’’ Allah Allah Allah ’’ Diyerek hücuma geçmiş arı sürüleri geliyor. ’’ Semi Allahu Limen Hamideh ’’ Diyerek eğildikçe enseme konan arıların vızıltıları kulaklarımı uğuldatıyordu.
Hocalar derler ya hani ’’ Göz yaşları içinde kılınan namaz en makbul namazdır ’’ Diye..Remen gözyaşları içinde kılıyorum namazı...Makbul olup olmadığı Allah’a ayan ama ben resmen gözyaşları içindeyim.
Derken efendim İmam selam verdi: ’’ Esselamu Aleyküm ve Rahmetullah.’’ Ben de selam verdim ’’ Esselamu Aleyküm ve Rahmetullah’’...Lakin kafayı sağa döndürebilmek ne mümkün? Yine de ağlaya ağlaya selam verip tamamladım namazı.
Sonra?
İlk defa Kadıköy’den arkama bakmadan kaçtım...Neme lazım o arının akrabaları filan da varsa? Ya da ne bileyim bu gün biraz daha kalsam garanti bir Kutup Ayısı çıkardı karşıma..Arı neyse de Ayı? Yok, o kadarını kaldıramazdım doğrusu.
YORUMLAR
BU DA BENİM ARIM
Yıllar önce bir pazar akşamı, benim rahmetliyle beraber tarlaya gezmeye gitmiştik. Aylardan mayıs mıydı, yoksa haziran mı hatırlamıyorum. Galiba haziran başı, mayıs sonu gibiydi. Tek hatırladığım, yeni sürülmüş pamuk tarlasında bata çıka yürümeye çalışmamdı. Pamuk tarlasını geçip, erik tarlasına gelince, erikler bütün ihtişamıyla dallarını yere eğmiş, ‘hadi bizi topla!’ diye bağırıyorlardı sanki.
Bodur bir erik ağacına yaklaşırken, gövdesindeki çatal yerindeki karaltı hemen dikkatimi çekince, rahmetliye bağırmıştım ‘o karaltı da ne?’ derken biraz daha yaklaşıp yakından bakınca, ürkek bir arı oğuluyla karşılaşmıştım. ‘Aman Yarabbi’ diye çığlık atmak üzereyken, dudaklarımı kısıp, çığlığımı yutmuştum. Zavallı arıcıklar öyle korkmuşlardı ki, annesinin kucağından zorla alınan bebek gibi birbirlerine sarılıp ısınmaya çalışıyorlar gibi gelmişti bana. Hemen oracıkta kararımı verip, o zavallı arıcıkların annesi olmak istemiştim.
Eşime ‘bu arıları buradan nasıl alabiliriz? diye sorduğumda ‘bir uğraşmadığımız arı kalmıştı, onu da al, tamam olsun! Ben arı marı alamam!’ diye kestirip atınca, iş başa düşmüştü. Zavallı arıları orada bırakamazdım. Eve dönünce doğruca marangoz olan kardeşime gidip, bana bir arı kovanı çakmasını istemiştim. Kardeşim beni kırmayıp, kapatmış olduğu atölyesini yeniden açarak bana güzel bir kovan çakmıştı. Kovanımı alıp, sabırsızlıkla sabahın olmasını beklemeye başlamıştım. Sabah ezanı okunmadan kalkıp, kovanıma biraz su serptikten sonra biraz da şeker serpip rahmetliyi de kaldırarak, birlikte tarlaya doğru yola çıkmıştık. Aslında yalnızda gidebilirdim; ama ‘bu kadın keçileri kaçırmış’ demelerinden çekinmiştim biraz.
Tarlaya gelince, benim rahmetli arılara beşyüz metre ötede beni beklemişti. Arıların kendisini sokmasından korktuğu için ‘ne halin varsa gör!’ demişti üstelik bana. Ben kovanımın ağzını açıp, erik ağacının köküne dayayarak arıları almaya çalıştım. Çok kötü yerdeydi arılar. Bir dalın ucuna konmuş olsalardı işim çok daha kolay olacaktı. Dalı kesip alırdım; ama ağacın çatalına yerleşen arılar işimi oldukça zorlaştırmışlardı. Arıları elimle kovana kürümekten başka çarem yoktu, ben de öyle yaptım. Arıların bir kısmı ağaçta kalırken, bir kısmı ürküp havaya uçmuştu. Hatırı sayılır bir kısmı da elime yüzüme, koynuma dolup her yerimi sokmuşlardı. Hatta saçlarımın içine bile girip kafa derimi dahi sokmuşlardı. Ben yine de pes etmeyip alabildiğim kadar arıyı alıp kovana koymuştum. Üzerime yapışan arıları incitmeden silkeleyerek kovanı orada bırakıp eve gelmiştim. Çünkü havada uçan arılara kıyamamıştım. Ya yollarını bulamayıp da kaybolurlarsa?
Yıkanıp temizlenip işime gittiğimde, yüzüm ve vücudum, kızamık çıkarmış çocuklar gibiydi. Ne olduğunu soran arkadaşlarıma yaptığımı anlattığımda, ‘delisin sen!’ demişlerdi bana. Ben hiç birine aldırış etmeden akşamı heyecanla beklemeye başlamıştım. Akşam eve gelince, hemen yemeğimi yapıp çocuklarımı doyurunca, doğruca tarlaya gitmiştim. Arılarımın hepsi kovana girmişti. Yavaşça kovanın kapağını kapatıp, omzuma aldığım gibi eve gelmiştim. Avlunun kenarındaki erik ağacının dibine dikkatlice terleştirmiştim kovanı. ‘Oh be! Benim de arılarım var artık’ diyerek her akşam işten çıkınca evimin işimi yapıp, balkona oturarak dantelimi elime alır, arılarımı izlerdim. Beni öyle mutlu edip huzur veriyorlardı ki, bu duygu anlatılır gibi değil, yaşamak gerekir.
Arıcıklarımın, sapsarı çiçek tozlarına belenmiş, minik bacaklarındaki çiçek özlerini kovana taşımaları çok güzeldi. Onları seyretmeye doyamıyor, adeta onlarla dinleniyordum. Bir gün işten geldiğimde, arı kovanı yerinde yoktu. Şok geçirip kuvvetli bir çığlık attığımda, rahmetli ‘kovanı çatıya çıkardım’ deyince koşarak çatıya çıkmıştım. Birde ne göreyim; zavallı arılarımı aşağıdan beton, yukarıdan güneş iyice yakmıştı. Tepemin tası atmıştı o an. Arılarıma bu işkence reva değildi. Akşam olup hepsi kovana girince tekrar eski yerine getirip koymuştum.
Bal alma mevsimi geldiğinde, arıdan anlayan birine kovanı açtırmıştım. Benim sevimli arılarım, kovanı ağzına kadar balla doldurmuşlardı. Sevginin gücü bu olsa gerek diye düşünmüştüm; ama benim rahmetli, yine yapacağını yapmış, arılarımı çatıya çıkarmıştı. O çıkarıyor, ben indiriyorum derken, onun inadı kazanmış, arılar çatıda kalmışlardı. Artık her gün onları seyredemiyordum. Ara sıra çatıya çıkıp hasret gideriyorduk sadece. Bir gün yine çatıya çıktığımda, arılarımın yerinde yeller esiyordu. Kovan bomboştu, bir tek arı kalmamıştı. Oracığa yığılmıştım. Altıma bir tuğla çekip, gecenin karanlığına kadar boş kovanın başında ağlamıştım. Sanki birçok evladını kaybeden bir anne gibi hissetmiştim kendimi. İçinde birazcık hayvan sevgisi olmayan kişilerin beni anlamasını beklemiyorum. Bu anım ve arılarım aklıma geldiğinde, hep yüreğim sızlar. Hüzünlenirim.
Bu yazıyı, bu sabah erken saatlerde okudum ve güldüm, aynı zamanda düşündüm. Öyle çok düşündüm ki, neler neler...
Hamsi tava yapamayan ve el üstünde tutulan kadınları, kılık kıyafetine, görünümüne göre insana değer veren kadınları... Daha pek çok şey düşündüm ama en çok da bu sitede olup da bizim arkadaşımız olmanı düşündüm ve çokk sevindim.
İyi ki varsın hocam
selam ve saygımla. Geçmiş olsun bu arada. Benim de arıyla ilgili bir anım vardı ama geçen yıllarda kaleme almıştım, tekrar yazsam kıyamet kopmaz de mi :)
Hocam epeydir takip ediyorum, Musa’ya ve İsa’ya yaranma kaygısı gütmeden hem nalına hem mıhına öyle dokunduruyordun ki acı acı,“yel değirmenlerine savaş açan don kişot” misali. İçimden “valla cesareti için bravo hocama, arı kovanına çomak soksa daha iyi” diyordum ki (beni gidi şom ağızlı beni) ahanda Allah verdi cezanı işte :- )
Buna da şükür, ya topuğuna sıksalardı Allah muhafaza. Neyse büyük geçmiş olsun, sen bize lazımsın hocam.
Saygılar, selamlar
Geçmiş olsun.
Genç kızlığımda bir arı sürüsü bizim sokakta beni gözüne kestirmiş ki, üstelik de yüzümde sokmadık yer bırakmamıştı. Ya da her tarafı şiştiği için bana öyle geldi. Daracık sokakta aıcılık yapan bir komşumuz vardı.
O zaman beni oğluna isteyen bir kadın vardı. Yüzümün şişlik zamanı o kadın geldi bize. ' Ne olur yüzünü
bie aç ta bakayım." diyor, açmıyorum. Oğlunu istediğim falan da yok. Kadını görünce sinirleniyorum. Böyle
olduğu halde yüzümü açmadım. Herhalde kimseye gözleri, burnu şiş, görünmek istemediğimden.
Tebrikler,
Hoştu yazı, size acı vermesi bize pek hoş gelmese de..
selâm ve sevgiler..
Çok sağ ol hocam...
Sabahın köründe işe başladığımız bu sevimsiz Azerbaycan sabahında,
moralimizi toparladık sayenizde.
Burada bayrak bayramıymış bu gün,
tüm Azeriler arazı, fabrika bize kaldı...
Ben de kafayı bozdum, Edebiyat Defteri'nde arazi olacağım...
Bu arazi olma işine de, ilk olarak sizin yazınızla başlamış olduk.
Lafı uzatmayalım,
sizi okumak zevk gerçekten.
Hayatımızın güzelliklerini ne kadar hoş, ne kadar akıcı ele alıyorsunuz.
Hem gülümsetiyor,
hem düşündürüyorsunuz.
Sizi okumak güzel...
Sevimsiz yaşantımızın,
az olan sevimli anlarından bir bölüm oluyor bu sayfada oyalanmak.
Elinize, gönlünüze, kaleminize sağlık diyoruz.
Şimdi efendim gelelim yoruma değil mi?Öncelikle söylemem gereken şiz uyandığınızda ters tarafınızdan kalkmış olmanız,çünkü her olaya ters tarafından bakmışsınız yani..yaşadığınız olaylar sokakta herkesin başına gelen yada karşılaştığımız insan türlerinden.Ne yazık ki;diyorum(Ki..doğrumu yazıldı ondan şüpheliyim)Herkes her şeyi bilmek zorunda değil değil mi?Sora sora Mekke bulunurmuş.Hem piyasada son zamanlarda tava çeşidi maalesef çok arttı. Kadınlar da nereden bilsin hangi tavanın ne işe yaradığını. Hatta bazı tavaların ne işe yaradığını öğrenmek için Çin 'e gitmek bile gerekebiliyor.
Manava benzetilmeniz biraz tuhaf;ama renk efendim renk yani satış elemanlarının kıyafetleri ile uyum sağlamıştır belki giydiğiniz kıyafetin rengi.Kadının suçu olmayabilir...
İntikam,intikam diyerek arı sokması biraz düşündürücü olsa da mutlaka çiçek veya vanilya kokulu parfüm yada traş losyonu kullanmış olabilirsiniz. ya da çok parlak renkler giymiş olabilirsiniz.Bence en yakın eczaneye gidip Amonyakla pansuman yaptırsanız namazınızı ağlamadan huşu içinde kılardınız....
Gördünüz mü? büyütülecek hiç bir şey yokmuş aslında...Neyse diyeyim...İşte bir manyak daha çıktı karşıma demeden ben gideyim...:))))))))
Beğenerek okudum..kutlarım...
Selam ve sevgiler...