İlk Gerçek-Son Sanrı
Ve nasıl bu kadar uzakteyken hâlâ öğretebiliyor?
Kendime gelip çok yavaşça doğruluyordum.Uğruna ölmeyi bırak parmağımı kıpırdatacak bir hayal bile kalmamıştı cebimde.Issızlaşmıştı sanki dünya.Yavaş yavaş çürüyor gibi olacaktık,kaybından sonraki yalnızlık bedenlerimizden önce ruhlarımızı ayrıştıracaktı .Ölüm daha kolay olmalı diyordum,arkadaşlarım yüzüme bomboş bakarken.
Gözümü her kapattığımda bir yağ gibi uzuyordu deniz önümde ve gerçek düşleri paramparça ederek süzülüyordu denizin içinden.Eriyordum sanki ama kabul etmiyordum dağıldığımı,kendi dağıttığımı toplamak hep bir işkence olmuştu zaten benim için.Ne olduğunu biliyordum daha önce öğrenmiştim ama öyle zordu ki kaybın fırtınasını karşılamak.
İspanyol sömürgeciliği kıyılarıma vurmuş İtalyan sanatına özdeş adamlar öldürüyordu.Korkuyordum,sıra şurada bir yerde bana gelecekti ama beni korkutan sıranın bana gelmesi mi yoksa beni atlaması mıydı bilmiyorum..Kaç kişi kalmıştık ki zaten o güldüklerinde gökyüzünü titreten kadın ve adamlardan geriye.
Çay içmiyorduk,şiir okumuyorduk,aşık olmuyorduk ama yinede çok sık ölüyorduk.Düştüğümü hatırlıyorum beyaz bir perde gibi sisin ardından çıkıp masal anlattığını da hatırlıyorum ve o masalın bir rüya olduğunu da...Çok yorgun olmalıydım,hepimiz öyle olmalıydık.
Sıhhıye,Abdi ipekçi parkı,o gökyüzüne açılmış iki avucun heykeli,sızdığım o kırık dökük bank..Kaç ay olmuştu sahi bir parkta uyuyup kalmayalı? .Derin bir nefes alıp çıkabiliyordum bu koridorlardan,o parka gidiyordum.Bir kaç sigara mesafesinde zaten Ulus,yürüyordum.Bombalar patlamıyordu,kuşlar uçabiliyordu,martılar bile görebiliyordum.
Geri döndüğümde o zırh sandıkları iğrenç beyaz önlüğe sarılmış bir doktor bağırıyordu! "Ben! Ben ki siz düşmüşlerin efendisi,ucubeler hâkimi.Ey ,kalubeladan beri düzen bozan çocuklar,size mahvolmayı vaat ediyorum!"Elimde beliren silahın namlusu el değmeyecek kadar ısınmışken o beyaz önlüğü kızıl kana bulanmıştı..
"Uyan! Uyan,iyi misin?"
"Aklım en meşakâtli sınavını veriyor olmalı."
Çok geride kaldı,sanki asırlar geçti üzerinden,çağlar kapanıp açıldı.Kimse kalmadı.Ankara’yı bir martı kadar bile sevemedik.Düzene son kez başkaldırırken hepimizin bavulunda yalnız o vardı eminim.Ben hiç düşünmedim peşimden geleceğini,"Ankara’da kalır,orada kül olur gider" dedim.Yanıldığımı ilk anladığımda başa döndüğümü sandım.Meğer ne çok uzaklaşmışım.
Her şey bittiğinde,Ankara’dan kilometrelerce uzakta,sıcak bir yatağa girmek yerine saatlerce duvarlara bakarken "Acaba" dedim "Acaba o daha mı huzurlu, hayatta kalıp sözde "Yenenler" biz olmamıza rağmen?
Belki de Tanrı sessizce beklememiz karşılığında bize huzurlu bir ölüm vaat etmiş ama biz direnmiş,isyan etmiştik.Sesimizin arşı titretmediğine eminim ama yinede takdire şayandı gülümsemelerimiz,kaderin mantık hataları canımızı yakarken bile.
"Şirk koşuyorsun!"
"Benim yürümeye mecalim yok!."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.