- 1088 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
Aşkın Tuzağında Esaret / Yüzlerce Gün
Kirpikleri nemli nemli bakıyordu, masum yüzünde mutlak bir hüzünle uzaklara. Çocukluğu, gençliği ve şimdi içinde bulunduğu hayat… Nasıl da ailesinden kopup gelmişti sevdiğinin ardından, güzel bir gelecek dileği ile. Kendisini bir süre sonra çalıştığı bu geneleve satacağından habersiz, mutluluk hayalleri ile dopdoluydu. Kız kardeşinin ve ağabeyinin “O çocuktan sana hayır gelmez!” uyarılarını dikkate bile almamıştı. Seviyordu ve sevildiğini zannediyordu, o zamanlar…
…
-Alooo, Hasret!”
Dalgın gözleriyle düşünceler içinde yüzen Hasreti sarsarak;
-Şşşttt… Kime diyorum? Müşteriyi al ve çık!”
Şaşkın bakışlarla kendine geldi ve boynunu bükerek doğrulup, kalktı ayağa. Köhnemiş, sıvaları dökülmüş, eski binanın kapısından içeri girerek, merdivenleri yılgın adımlarla çıktı. Odasının kapısına geldiğinde, boynundaki poşu ile yüzünün yarısının sarıldığı ve tanınmak istemediği anlaşılan adamı gördü. Yarı istemsiz bir şekilde kör gözlerle bakarak; “Hoş geldin, buyur!” dedi, eliyle işaret ettiği odasının kapısını aralayarak… Nasıl olursa olsundu. Artık takati kalmamıştı yaşadığı hayatı devam ettirmeye.
…
Merdiven çıkışındaki büyük salonda, birbiriyle dalaşan kadınların gürültüsü kulakları sağır ediyordu. Müşterisini kovanların, tekme tokat kavgalarından çıkan sesler, eski ve köhnemiş binayı zelzele olmuşçasına sarsıyordu. Burası ona göre değildi. Ama kaçmaya kalkışanların akıbetlerini gördükçe, bunu yapmaya dahi yeltenemiyordu. Oradaki tüm kadınlar sanki yaşamıyorlardı. Hepsi de ayrı ayrı hayatlarından bezmişlerdi ve kaçınılmaz son ile dehşete düşüyorlardı içten içe… Bu yolun sonunda bin bir çeşit, adını dahi bilmedikleri hastalıklarla hayatları kararacak, kaçınılmaz son, ölümü, acılar içinde kıvranarak bekliyor olacaklardı. Bunun düşüncesi, her gün onlarca erkeğin kahrını çekmekten yorulan zavallıların, isyanlar içinde bağırmalarına yetiyordu, artıyordu bile.
…
Sessizce odaya yöneldi Hasret ve müşterisi… Kapıdan girişte bir komodin vardı. Bir ayağı kırık, sağa eğimliydi; bir dokunsan, çökecek gibi duruyordu. Üzerinde duran bir şarap şişesi, bir sürahi su, birkaç ters yatırılmış bardak emaneten duruyordu sanki… Girişte, hemen karşıda, pencerenin sol tarafında, temizliğinden emin olunamayacak kadar pis bir yatak vardı. Yarı dağınıktı, Hasret’in kafası gibi… Pencereyi örten kornişlerin ucundan, gri bir bulut gibi sarkan perdeler, zoraki bir duruş sergiliyordu. Eski ve renginden eser kalmayan, kulpları kopuk, kiminin kapağı ayrık duran dolaplar dikkati çekiyordu. Hayatı bu odaydı onun… Evden kaçarken yanına aldığı tek aile resminden ve babasının küçükken aldığı, ağlayan bebekle birkaç giysiden başka bir şeyi yoktu; eski hayatına, güzel günlerine dair… Tüm bu dalgınlığı ve düşüncelerinin hüznünden, müşteri ile diyalog bile kurmamıştı.
Ardını dönmeden sordu;
-Bir şey içmek ister misin?
O an, usulca kendini toparlamış bir eda ile adama baktı.
-Evet, su!
Girişteki komodinin üzerinde duran, küçük sürahiden bir bardak su doldurup uzatmak için adama doğru döndüğünde, elindeki bardak yere düşüverdi birden. Fal taşı gibi açılmış, dehşetli gözlerle donup kaldı:
-Ahmeett! Sen… Sen miydin? Korkuttun beni!
Bunları derken, geriye doğru ürkek adımlarla yürüdü odanın içinde. Yüzünü kapatan, boynuna doladığı poşuyu çıkarmıştı adam. Artık karşılaşma zamanıydı!
-Ne arıyorsun burada? Beni bu halde, bu batağın içinde görmeye mi geldin? Hadi, bekliyorum gül! Gülsene! “Beni bırakıp da o peşinden gittiğin pezevengin, seni düşürdüğü batağa çokk yakışmışsın” diye bağırsana!
-Hasret, sakin olur musun? Ağlama lütfen. Lütfen, hadi gel oturalım biraz!
-Bırak, ne oturması aslanım? Parasını bastırıp geldiğine göre karşılığını da alacaksın!
-Hasret, dur! Dur diyorum.
Kırmızı iç çamaşırlarını, yırtarcasına çekiştirip çıkarmaya çalışan Hasret’in, bu karşılaşma ile canı çok yanmıştı. Ama Ahmet, bu duruma mani olarak, sadece konuşmaya geldiğini, defalarca kızı sarsarak kendine getirmeye çalışarak haykırdı.
- Ne oluyor lann burada?
Bu sözleri diyerek odadan içeri dalan iri kıyım, zebani kılıklı, pala bıyıklı, tepeden tırnağa pislik içinde; her türlü uyuşturucu, kaçakçılık ve cellâtlık mevcut olan orman kaçkınından başkası değildi.
-Bir şey yok!
-Hadi vaktin doluyor! Arıza çıkarmadan yol al bakalım, hadiiiii!
-Al! İşte iki saatlik ücreti daha!
-Bu marazlı kıza iki saatlik daha ha! Ne haliniz varsa görün beaa!
Hasret pencereye yöneldi. Onunla değil yatmak, tek kelime bile konuşmak istemiyordu. Birden arkasını dönerek;
-Yaklaşma sakın, atarım kendimi!
-Hasret dur! Sana anlatacaklarım var; dinle beni!
-Neyi dinleyeceğim? Beni utandırmak, yüzümün kızardığını görmek için gelmene teşekkür mü edeyim? Dikkat et de kirlenme! Birçok adamla yattım ve zamanımı sürekli hastanelerde geçiriyorum. Uzun hastalık dönemlerim oluyor. Hem dur! İçmeden birlikte olamam seninle!
-Biliyorum, her şeyi biliyorum. Yattığın adamlar hep aynı kişiydi. Senin hastaneye kaldırılmanı hep gelen müşterin haber veriyordu değil mi? Ne tesadüf ki; uzun dönemler hastanede yatırılıyordun! Sebep?
Bir dikişte bitirdiği şarap kadehini dudaklarından çektikten sonra soluğu kesilmiş gibi:
-Sen! Sen ne diyorsun be? Anlamıyorum; kafamı karıştırmak için konuşuyorsun bu kadar!
-Hayır, sadece artık buradan çıkma zamanının geldiğini düşünüyorum.
-Hıhh! Saçmalıyorsun, kaçmaya kalkışanın başına neler geldiğini biliyorum.
-Bak Hasret! Ben estetik cerrahım. Senin yanına her seferinde başka siluetlerde gelen ve seninle dertleşip, içip içip sarhoş olmanı izleyen benim!
-Neee!” (Korktuğu her halinden belli kızcağız şoka girmişti sanki)
-Evet yavrum. Uzun hastane dönemlerinin mimarı benim. Seni buradan ne kadar çok uzak tutsam o kadar rahatlıyordu içim.
Kendine gelen kızcağız, “Peki niye tüm bunlar, neden Ahmet?” der gibi yüzüne baktı adamın…
-Beni bırakıp da o gençle kaçtığında ben ikinci sınıftaydım. Yıkılmıştım… Uzun bir zaman içime kapandım ve kendime gelemedim. Bölümün zorluğu, okuma şartlarımın ağırlığı bile kendime bugünler için söz vermeme engel olamadı. Hep bugünler için yaşadım. Yaptığın yanlışı anlaman için bunca yıl takibimde; ancak kendi kaderine bırakılmışlığın üzüntüsü içinde kıvran istedim. Belki acımasızca, belki zalimlikti bu; ama sen de şunu bil ki, senin yaptığın daha büyük zalimlik ve acımasızlıktı!
-Ben âşık olduğumu sanmıştım. Onun bana bu kaderi reva göreceğini nereden bilebilirdim?
-Bırak şimdi! Çoktan affettim. Seni seviyorum çünkü Hasret! Ve bugün bu iş bitecek!
Bir nara koptu az sonra içerden ve adamın biri hızla merdivenlerden inip, patroniçenin yanına gelip bağıra çağıra tartıştı. On dakika sonra kapıya, üzerinde “Zührevi Hastalıklar Hastanesi” yazan ambulansı getirtti. Şikâyetçi, çıldırmış gözlerle patroniçenin ağzı bozuk konuşmalarına anladığı dilden cevaplarla, kapı önünde bile hala bağıra çağıra tartışmaya devam ettiği adam! Ambulanstakiler hızla merdivenleri çıkarak, odaya ulaştı ve odadaki kadını yaka paça alarak ambulansa kadar getirdi. Adam; “Hastalıklı kadınları nasıl olur da çalıştırırsınız? Bu köhnemiş binayı ve işletmeni senin başına yıktıracağım!” diye patroniçeyi ve cellât kılıklı adamlarını bastırmaya çalışarak, aynı ambulansa bindi.
Kurnaz ve esrarkeş patroniçe ne olduğunu anlayamamıştı. Sadece bildiği tüm küfürleri sarf etmekle yetiniyordu ambulansın ardından… Adamlarına vurmaya başladı.
Köşeyi döner dönmez sevinç çığlıkları yükseldi aracın içinden… Ahmet, Hasret’e sarılıp, “Kurtulduk, bitti” diyordu sevinçli gözlerle… Bundan sonrasında ise yepyeni yüz, yepyeni bir hüviyetle yaşamına devam edeceğinden habersizdi belki… Ahmet ve şu ana dek yaşananlar kâbus gibiydi Hasret için. İnanamıyordu, kurtulmuş muydu şimdi? Güzel bir hayatın hasreti ile yanıp tutuşan binlercesi gibi, Hasret de ne olduğunu anlayamadan sıyrılmıştı bataktan… Şimdilik miydi?
Ahmet, hemşire arkadaşları; yıllardır bu müthiş planla kaçırmayı başardıkları Hasret’le birlikte, ambulans şoförü sürüyordu hızla, onu kimsenin bulamayacağı, yepyeni bir hayata doğru…
Neşe CÖMERT
GAZİANTEP
30.10.2013