- 1203 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Ağlara Dolanmadan Yaşamak!..
Hayat. Kendi içinde bize var oluşundan bu güne dek milyonlarca alternatifler sunan ve her sunuşunun karşılığını fazlasıyla alan çelişkili bir sahne.
Yaşam. Doğru ile yanlışın tezat kapsülünü bizlere her fırsatta içiren, olur ile olmazı aynı terazide tartarak bize yediren ve zayıf ile güçlünün, büyük ile küçüğün, zengin ile yoksulun muhteşem bir mücadele alanı.
Her sabah, yaşamaya gözlerimizi açtığımız ilk andan itibaren taşıdığımız umutlarla sarılırız hayata. Ruhumuzdaki ağlayışları kimselere göstermeden, ya da bizi o ağlayışlardan alıp gülücüklere gark eden hayata tutunarak başlarız günün haz badesini içmeye. Dilimizdeki mutluluk fısıltıları kimi hüzne karışır, kimi yaşamın zorlu saçaklarına atılır ve an olur yaşamak bizi çepeçevre kuşatan, hareket alanımızı belirleyen ve onun dışına çıkmamıza izin vermeyen ağlara karşın muazzam bir savaşın sahnesi olur.
İnsan. Hangi gezegende yaşar ise yaşasın mutlaka amacı için varlığını sürdürür. İmkân verilse, ya da olanak olsa bu gezegeni terk edip başka gezegenlerde yaşamayı bile deneyecek kadar cesurdur. Her gün çivisi çıkan bir kürede yaşamanın güçlüğü, otomatiğe bağlanan hayatının karşılığında ödediği düş akçesiyle daha ne kadar özgürüm diyerek haykırır ve insan olmanın farkını ruhunda ve yüreğinde taşır!..
Evimizdeki yalan makinesi TV’lere ödediğimiz (Özellikle TRT’ye ve şifreli kanallara) onlarca liralık katkı payları, yaşamımızı aydınlatsın, bizi karanlıkta bırakmasın diye icat edilen elektriğe ödediğimiz değerler, daha düne kadar gürül gürül çeşmelerimizden akan, dudağımızı dayayıp kana kana içtiğimiz sulara karıştırılan hileler yüzünden şişe suyuna ve damacanaya mahkum edilen bizler!..
Çayımız, şekerimiz, tüpümüz, peynir, zeytin ve ekmeğimiz ve bir tarafta da kafasına bir yumruk indirip iştahla yediğimiz soğanımız. Bizler asırlardır kendi değerleriyle çelişmeyen, aksine o değerlerine sahip çıkarak çağlar geçen yaratıklarız. Avlanmayı öğrenip asırlarca ateş olmadan avın tadını kanıksamış, mucize buluşlarla kendimizi geliştirmiş, kimselere muhtaç olmadan kendimize yetmiş, ama büyüdükçe, kalabalık yaratıklara dönüştükçe doyumsuz bir hayvan oluvermişiz.
Aramızdan seçtiğimiz ve bizi ak günlere, mutlu günlere taşısın diye atadığımız güçlüler kısa sürede bizi yönetmeye başlamış. Onlar, atalarının, kendi sınıflarına mensupların geçmişte uğradığı sözde haksızlıkların vebalini almışlar sırasıyla bizlerden. Okyanus ötesinden yönetilmeye odaklamışlar birçoğumuzu. ‘Nerede çokluk, orada. okluk’ diyerek bu yaşam tarzını benimsemişiz ve sürüden ayrılmadan yaşamalara da alışmışız.
Kendi safından ayrılmasın, bizim hegemonyamızda olsun ve biz nasıl istersek öyle yaşasın felsefesini hayat kitabımıza yazmışlar an an, kare kare. Bir de ağ örmüşler çevremize. Yaşadığımız mahallelere kendi saflarından insanlar atamışlar, mayamızı değiştirmek, aklımızı karıştırmak için mantar gibi farklı insan kolonileri oluşurken çevremizde bizim ağlara dolanmadan yaşayış serüvenimiz de başlamış.
Camiler, kuran kursları, yatılı öğrenci yurtları, çığ gibi marketler zinciri, simit centerler, adım başı türeyen benzin istasyonları, bir yığın farklı markadan giyim, kuşam reyonları, köprüler, alt geçitler, denizi yararak inşa edilen tüneller ve daha neler neler!..
Tüm bunlar için, yani bu insani değerlerden yararlanmak için artık olmazsa olmazlarımız olan banka hesaplarımız, kredi kartlarımız, bir sürü belgeye attığımız imzalarımız, otomatiğe bağlanan hayatlarımız ve örümcek ağlarına dolanmadan yaşamaya mecbur edilen alışkanlığımız.
Safını belli edenlerin amcası ve dayısının çok olduğu, safından ayrı yaşamayı seçenlerin kaderiyle ve şansıyla yaşamaya mahkûm olduğu, yalaka zihniyetinin süratle geliştiği, etek öpenlerin kendi karakterini bu şekilde geliştirdiği bir coğrafya artık yaşadığımız. Bir telefonla makamlar atladığımız, dostluğumuzu kullanmaya kalktığımızda da alaşağı edildiğimiz, sahte gülücüklerle kapılardan sürgün edildiğimiz bir dünya haritası göstermeyi dilediğim.
Görsel güzellik uğruna anamızın dizinin dibinden zorla alınan, evde oturup nakışını işleyip, çeyizini düzer iken bir şekilde çalışma hayatına itilen, ekonomik yaşam lüksünü çok kereler bedeniyle ödeyen kadınlarımız. Bu zorlu coğrafyada yaşama tutunur iken özünden feragat eden, karşılığında ise kurşunlanıp, bıçaklanan, yerlerde sürüklenen ve o yüzüne bakmaya kıyamadığımız, güzelliklerine doyamadığımız kadınlarımız!.
Nereye gitsek artık kocaman bir ağ. Bu ağın dışına çıkabilmek için kendinizden daha kıymetli bedeller ödemelisiniz. ‘Hangi coğrafyayı seçerseniz daha mutlu olursunuz!’ demek yerine, ‘bu coğrafyada kalırsanız ne kadar mutlu olursunuz!’ felsefesi işlemekte ve artık insan etkisini yitiren ellerimizle, dokusunu ve dokunuşunu kaybeden temasımızla ağları, bizi çepeçevre kuşatan o ağları okşamayı seçebilirsiniz.
Yaşamak, biraz daha yaşamak için sanırım buna mecbur edildik ve bu yüzden yanan, bu yüzden örselenen yüreğimize de artık iyi niyet sözlerimiz geçmiyor ve dahası yetmiyor. Her gün içten içe gördükleriyle ve yaşadıklarıyla kanayan yaşlı yüreğimizi teselli edecek tek şey sevgi iken o bile artık iksirini ne kendine, ne de başkasına içirebiliyor.
Umarım sizler ağlara dolanmadan yaşamanın yolunu bulabilirsiniz.
Sevgiyle.
Selahattin YETGİN