BİR KAVANOZ LEBLEBİ TOZU
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Koynunda menekşeler kokan acılarımı,
Uykuların sessizliğine yatırdım…
Yine günlerden sonbahar, adı üstünde olanca güzelliği ile son ara sıcaklar, belki de görmesi nasip olan birçok kişinin son baharı bazen düşünür aklım, birkaç dakika öncesi birlikte sohbet edip paylaştığımız hoş kahkahaların, birden yalnız kaldığını ne tuhaf bir durumdur. Şu hayatta, hepimiz misafiriz vesselam, ama neden bunca çelişki kavga paylaşamama duygusu, anlaşılması zor…
Evrende bir koşuşturma göçmen kuşlarda son seferinde artık kış kondu’sunu kuracak yavaş yavaş dar vakitler sancılarını kapılara bıraktı,
İçimde değişik bir heyecan bilemediğim mavilikte çocukluğum geldi yine aklım sıra,
Kırmızı mantomu saklandığı yerden çıkarıp özlem giderişim, eldivenlerimin sıcaklığını, botlarımın deri kokan dayanılmaz yanını, beyaz kurdele’min çekişmeli saçımı kavramasını, beslenme çantama hiç doymayacakmışım gibi her şeyi tıkıştırmam, tabi ki unutmak mümkün olmayan, aklımın her şeyi zor hatırlayıp çocukluğumda takılı kalmamda, sanırım inanılmaz çocukluk özlemim,
Bitmeyen tükenmeyen doyasıya yaşamış olmama rağmen, oynama koşma hissimin fazlasıyla nüksetmesi,
Şimdilerde çok nadir görsem de ip atlayan kız çocukları bana sayfa sayfa yazacak malzeme bırakıyor. Biz sizden daha güzel ip atlardık demek geliyor kıskançlıkla bazen kendime gülüyorum yazık bana :)
Öyle zamanlar olurdu ki, her şey büyüktü ellerimde ben küçük olduğumu anlayamamıştım sanırım. Kendimden büyük kişilerin ayakkabılarında ayaklarımın kaybolduğunu düşünürsek hala hayali gözlerime süzülüyor kahkahalar atıyorum yahu ne komiktim öyle aman Allah’ım, çocukluk işte,
O yaz köye gitmiştik çok değişik çok eğlenceli bir ortamdı bizim için, Ananemin civcivlerini kuyuya atışımız geldi birden aklıma yazık o civcivlere kurtardılar ama kaç saat uğraştan sonra per perişan halde ne kadar yaramazmışım şimdi utanıyorum yaptıklarımdan,
Daha neler neler, Annemin üzerine sana yağı sürülmüş mis kokulu çilek reçelli ekmekleri, doyamadığım eşsiz mutluluk,
Leblebileri düşününce kokusu burnumun ucunda, toz hale getirilmiş küçük bir poşete konulmuş leblebi tozu, poşeti açıp bir kaseye dökülüp içine toz şekerle tatlandırılmış eşsiz tat offf diyesim geldi şimdi, geçenlerde yine denedim nafile o tat ve o koku yok sanki neden bilmiyorum, çocukken daha farklı oluyor sanırım her şey,
Mesela, gazozlar vardı şişesi açıldığında burnumuzu sızlatan hem kokusu hem tadı olurdu doyulamazdı ne bileyim, şimdi defalarca gözümü kapatıp deniyorum yok öylesi değil, düşünüyorum yokluk vardı ve o her zaman erişemediğimiz az ulaşabildiğimiz içinde tadı başka geliyordu belki de,
Ama işte mazeretimiz vardı çocuktuk biz küçüktük, her şeyin peşinden koştuğumuz herkesi peşinden koşturan son derece sevimli ama çocuk işte, dolu dolu çocuk…
Hayatımız bir kavanoz leblebi tozu gibi olsun, sağlıklı güçlü, hoş sohbetimiz neşemiz yerinde, dostlukların paylaşımında da şeker gibi eriyen tadı damakta iz bırakan,
Damağımda takılı kalan leblebi tozu gibi, düşüncelerimiz çocuk bakışlarımız susuz kalmasın…
Nurcan BİNGÖL
02/11/2013 sabah güne selam verirken,
Edebiyat Defterinin Değerli Yöneticilerine,
Seçki kuruluna, naçizane yazımı okuyup değerlendiren şiir dostlarıma çok teşekkür ederim.
Selam ve Sevgilerimle,
YORUMLAR
Parmak kaldiriyorum. Bende bunların tamamini yasadim..sadece civ civ Lee aklima gelmedi hic. Ama çok kedi hirpaladik. Yoğurtçu amcalar vardi omuzlarinda onca yük ile zil çalarak yoğurt satan. Her kapiya dökülen kömürler olurdu mis gelmeden. Kaya misali..en güzel araba anadolu. Samandi ama bugünün kipleri onlara yanasamaz. Yanastirmam...basili uzayip gider ama bana düşen tebrik ise..imzalayarak aletini izninizle..tebrik ederim..
Küçük bir kızın eline tutuşturulmuş kağıt-kalemin yazdıklarıydı bu okuduklarım. Ve çok da güzeldi Sevgili Nurcan.
Bunlar hepimizin yaşadığı, istemeden eskittiği oyunlar.
Şimdi her şey sahte.
Sadece leblebi tozu değil, oyun da sahte, oyuncakta sahte.
Aynı binada oturuluyor ama, kimse kimsenin çocuğunun adını bile bilmiyor. Aynı park alanın da çocuğun başı yarılsa, dönüp evine gidiyor. Herkes komşu değil, robota dönüşmüş adeta. Ne güzel çocuklardık, ne biçim insanlara dönüştük.
Hani o leblebi tozlarımız?
Biz mi yok olduk, yoksa o mu?
Saygıyla.
Sanırım leblebi tozundan korkan bir tek ben varım. Leblebiyi severdim hatırlıyorum, yalnız üzülerek söylüyorum tozunu sevmezdim. Leblebi tozunun içinde olduğu minik bir ambalaj vardı, adını dahi bilmiyorum ne ayıp. Bu kadar ilgiliydim hani. O tozdan sonra nefes alamamıştım, ortalığı inletmiştim ve son olmuştu.. Sevemedim bir daha. Çocukluğum..Böylesine sözünü ettiğiniz gibi pür neşeyle geçtiydi. Ben civcivleri kuyuya atamazdım, üzülürdüm oturur ağlardım. Minicik sarımsı güzellikler, dokunamazdım ama. Zaten horozlarla başım dertteydi hep ve hindilerle. Hangi köşeyi dönsem ordu gibi birleşmiş koşuyorlardı. Daha doğrusu hayvanlarla aram yoktu. Şimdiki kurbanlıklar var ya, en fazla onlarla geçerdi zaman. Onlardan kaçabiliyordum çünkü. Şimdi olsa yine korkar yine kaçarım ötekilerden, köy çocuğu değildim evet yaylaydı memleket. Bu daha beter, yaylanın yüz karasıydım belki de. Herkes büyüktü ve ben küçüktüm. Her şeyden korkardım, şimdi minicik çocuklar böcekleri elleriyle tutup geziyorlar. Ben tek başıma bahçelere bile gidemezdim çünkü ben nereye gitsem hiç görülmemiş olsa da orada bir şey olurdu.
Ben en çok.. Çocukluğunuza dâir hatırladığınız oyunlar var hani ve belki çocuksu tebessümleriniz.. Ben çocukluğum dediğimde tek bir şey hatırlarım ve bu her şeyden öte bir güzellikti. Anneanneniz.. Bir insan bir ömür tek bir kişiyi özler de deli gibi sevebilir mi. Çocukluğum bir sultân'nın anılarıyla dolu.. Hatta bir keresinde -yaşım ya 5 ya 6- bir serçeyi yuvasından almış illâ besleyeceğim deyi tutturmuştum. Cesurluğumdan değil, serçe yumartasını henüz kırmış, kanat bile çırpamıyordu. Yaklaşık bir saatlik bir yolculuk yaptık ve yol bitene kadar uçmayı bile öğrenmişti, hâlâ hayretle hatırlıyorum.. Eve vardığımızda öteki büyükler hep kızmışlardı, o kızmamıştı. Yuva yapmıştık ve onun için yâni yemesi için bir şeyler aramaya gitmiştik. Şimdi olduğu gibi kuş yemi falan yoktu ki zâten her yanı yemdi memleketin.. Gittik. Güle oynaya ben eteklerine tutunup geri döndüğümde bulamamıştım serçemi. Kaçmıştı ya da bırakmışlardı. Günah derlerdi, yuvasından koparıp almak günahtır derlerdi. En büyük günahım da oydu belki. Neyse ki eziyet etmemiştim, hâlbuki çok da sevebilirdim.. Dağlar, taşlar ve gölgesi üzerimden gitmek bilmeyen anılar..
Çocukluk..Evet özlediğim güzellikler var ama aynı mutluluğu şimdi -tabi ip atlamak kadar olmasa da- tavla oynarken de var yüzümde.. Çocukluk terk edip giden bir şey değil sanırım aynaya güldüğümde..
Biraz buruktu.. Ve onu ötelemeye çalışıyorum. Çocukluktur özlediğimiz, bugün minik bir çift gözde giden çocukluğum deyi üzülmek yerine onun gibi tebessüm edebildiğimi düşünüyorum. Bir türlü büyüyemedin deseler de :))
Anıları paylaşmak kolay değil sanırım, bana öyle geliyor ya da. Şu serçeyi yazdığımda üzüldüm ama hatırlarken mutluyum. Kalem ürkütür nedense. Sizde de gördüm bu hüznü. Yine de üzerine gidebilmek güzeldi..
Sevgiyle, esen kalın..
Hiç bir şey aynı tadı vermiyor, maalesef Nurcan hanım :(
Çocukluğumuzda güzeldi her şey, çocuktuk ve hayata bakışımız masumaneydi.
Şimdilerde büyüdük belki aynı şeyleri yaparak eski tadını arıyoruz ama nafile, öldürmüşler yaşamımıza girenler, içimizdeki çocuğu... Artık o eski "ben"deki çocukluğumuz yaşamıyor, ne kadar yitirmemeye çalışşsak da boş... Ama yâdı bile çok güzel eski güzellikleri... En azından tekraren anlık da yaşıyoruz o anları...
Güne yakışan bir yazıydı, nicelerine sevgi ile....
Saygım ve hürmetlerimle Nurcan hanım...
"Yine günlerden sonbahar" demişsiniz ya aylardan deseydiniz daha mı iyi olurdu....dedim kendime.
"...son baharı bazen düşünür aklım, birkaç dakika öncesi birli..." virgül manaya müdahale mi ediyor yoksa yazımdaki maksud o cihette mi?
"eden bunca çelişki kavga paylaşamama duygusu, " dediğinizde durdum.
"kavga paylaşmama" ...İşte virgül denilen illetin etkisi aleni tezahür ediyor.
Burda kaldım.
Selam ve saygı ile.