- 847 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
ŞALCI BACIDAN İLKER BAŞBUĞ'A İÇİMİZE SİNMEYEN İDAMLAR. - 10 -
DERSİM İSYANI
Koçgiri Ayaklanması 17 Haziran 1921 tarihi itibarıyla sona ermiştir ve bu isyandan hemen sonra Seyid Rıza ile Dersim’in altı kırmızı çizgilerle çizilmiştir ama yeni kurulmakta olan devletin çok daha önemli sorunları vardır. Öncelikle Ankara’nın Polatlı ilçesine kadar ilerlemiş olan Yunan ordusu durdurulucak, daha sonra da kesin olarak yurttan sürülecektir.
Yapılması gereken başka işler de vardır elbette. Düşmanı tamamen yurttan kovduktan sonra Türk Milletine yakışır, ona tam bağımsızlık kazandıran bir antlaşma yapmak ve tabii ki kaldırılmış olan saltanat yerine yeni bir devlet yönetimi kurmak, daha doğrusu TBMM nin açılışı ile aslında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin adını artık remen koymak. Yani Cumhuriyeti ilan etmek. Bu arada halifeliği de ortadan kaldırmak.
Bütün bu sorunlar halledildikten sonra Dersim’e ve Seyid Rıza’ya tekrar dönülecektir elbette.
Sakarya ve Büyük Taarruz - Başkomutanlık Meydan Savaşı ile son dış düşman olan Yunanlılar yurttan sürülür. Ardından Cumhuriyet ilan edilir, peşi sıra halifelik kaldırılır ve nihayet Lozan Antlaşması da imza edilerek bağımsız yeni Türk Devleti artık rayına oturmuş olur.
Evet yeni bir Türk Devleti kurulmuş, daha doğrusu adı konmuştur ama Seyid Rıza ve Dersim konusu hemen ele alınamaz çünkü daha başka isyanlar çıkmıştır doğu ve güneydoğuda.
İkisi dışında ( Şehy Sait İsyanı ve Menemen Olayı ) ne okullarda ne de fakültelerde, eğitim enstitülerinde hiç bir şekilde adı anılmayan isanlardır bunlar. Konuyu uzatmamak adına sadece isimlerini ve tarihlerini veriyorum kronolojik olarak:
1-Nasturi Ayaklanması (7 Ağustos-26 Eylül 1924)
2-Şeyh Sait Ayaklanması ( Şubat- Nisan 1925 Bundan bahsetmiştim. )
3-Açkotan ve Raman İsyanı 1925
4-Birinci Ağrı Ayaklanması (16 Mayıs 1926)
5-Koçuşağı ayaklanması (7 Eylül 1926)
6-İkinci Ağrı İsyanı ( 13 Eylül 1927 )
7-Mutki ayaklanması 1927
8-Asi Resul Ayaklanması 1929
9-Üçüncü Ağrı ayaklanması 1930
10-Savur Ayaklanması 1930
11-Zilan İsyanı 1930 ( Yaşar Kemal’in ’’Deniz Küstü’’ adlı kitabında bu olay anlatılır)
12-Oramar ( Yüksekovaya bağlı bir köy ) Ayaklanması 1930
13-Menemen olayı - ayaklanması (23 Aralık 1930 Bundan da bahsetmiştim.)
Yani devletin Dersim’den önce halletmesi gereken başka konular çıkmıştır önüne görüldüğü gibi. Ama bir düzineden fazla isyanı susturmak için büyük gayretler gösteren devlet bu arada Dersim’i de asla unutmamış, bu bölgenin yola getirilmesi için hem raporlar hem de görüşler istemiştir önemli bürokratlardan.
1926 yılından itibaren hazırlanan raporlar içinde bölgenin eğitim, sağlık, ulaşım, kültür vs insani ihtiyaçlarının ivedilikle çözülmesi, böylece bölge halkının devlete olan sevgisinin arttırılması gibi görüşler de olmakla birlikte genel kanaat Dersim sorununun bir çıban olduğu, çıbanın ise kökünden halledilmesi gerektiği yönündedir.
Mesela: Hamdi Bey’in 2 Şubat 1926 tarihli raporunda, "Dersim gittikçe Kürtleşiyor, mefkureleşiyor, tehlike büyüyor. Dersim, Hükümet-i Cumhuriye( Cumhuriyet Hükümeti ) için bir çibandır. Bu çiban üzerinde kati bir ameliye(operasyon) , ihtimalat-ı elimeyi önlemek( üzücü ihtimallari önlemek ), selamet-i memleket namına( Memleketin selameti adına) farz-ı ayindir’’ ( Allah’ın her müslamanın yapmasını buyurduğu bir emir) Denmekteydi.
Fevzi Çakmak ise:’’ Dersimli okşanmakla kazanılmaz, silahlı kuvvetlerin müdahalesi Dersimliye daha çok tesir yapar ve ıslahın esasını teşkil eder. Dersim önce koloni gibi ele alınmalı. Türk toplumu içinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra ve yavaş yavaş öz Türk hukuku uygulanmalıdır.” Demekte; hatta daha da ileri giderek ’’ "Dersimlileri askere almayın, silah kullanmayı ve savaş taktiklerini öğrenirlerse bize saldırırlar’’ Diyebilmekteydi.
Ancak Dersim ya da genel olarak Kürt sorunu hakkındaki ana düşünceyi iki kişi çok net bir şekilde ortaya koymaktaydı.
İSMET İNÖNÜ: ( DÖNEMİN BAŞBAKANI )
“Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur.” [ Milliyet Gazetesi 31 ağustos 1930 ]
MAHMUT ESAT BOZKURT: (DÖNEMİN ADALET BAKANI)
“Biz Türkiye denen dünyanın en hür ülkesinde yaşıyoruz. Mebusunuz(Yani kendisinden bahsediyor) inançlarından samimiyetle bahsetmek için buradan daha müsait bir ortam bulamazdı. Onun için hislerimi saklamayacağım. Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı... Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler” [Milliyet Gazetesi 19 Eylül 1930 ]
Ortada iki durum vardır: 1- ’’Saf Türk soyundan olmayanların bu ülkede tek hakları vardır: Köle olma hakkı, hizmetçi olma hakkı ’’ Durumu 2- Saf Türk olmayanlara, yani azınlık durumunda olanlara en azından kanunlarla verilmiş bazı haklara karşılık Öz Türk olarak anayasada yerini almış olanlara tanınmayan haklar. Yani Seyid Rıza’ya göre Anayasada Türk olarak ifade edilen Kürtlere, azınlıklara sağlanan haklar bile tanınmamaktadır.
Denilebilir ki Peki Diyap Ağa? O da bir Kürt değil midir? Adam milletvekili bile oldu. Oldu olmasına, Milletvekilliği esnasında da hep Mustafa Kemal’in ve Türkiye Cumhuriyetinin yanında oldu ama bu mutlu günleri çok uzun sürmedi. Kızı , Seyid Rıza ile evli olduğu için daha sonraları Dersim’den Diyarbakır’a sürüldü.
Neyse konu Dersim İsyanı? Bu İsyan nasıl başladı ve sonuçlandı?
Dersimde yeni bir isyanın çıkması 1935de çıkarılan ve adına kısaca Tunceli Kanunu denen kanun ile oldukça bağlantılıdır.25 Aralık 1935 tarihinde, 2884 sayılı Tunceli Vilayeti’nin İdaresi Hakkında Kanunla birlikte buraya olağanüstü yetkilere sahip bir askeri Vali ( Korgeneral Abdullah Alpdoğan- Koçgiri İsyanını kanlı bir şekilde bastıran Sakallı Nurettin Paşa’nın damadı ) atanır ve Elazığda bir İstiklal Mahkemesi kurulur.
Tunceli Vilayetinin idaresi Hakkında Kanun da oldukça ilgi çekicidir. Bu kanunun bazı maddeleri şöyledir:
Kanundan çarpıcı maddeler:
Madde 9: Cumhuriyet müddei umumileri (savcıları) hazırlık tahkikatında hâkimlerin haiz oldukları yetkileri kullanırlar.( Yani savcı aynı zamanda hakimdir)
Madde 11: Cumhuriyet savcıları ilk tahkikata lüzum görmedikleri işleri iddianame ile doğruca mahkemeye verebilirler. İlk tahkikat icrası kanunen mecburî olan suçlarda dahi savcılar bu yetkiyi kullanabilirler.
Madde 12: Dava açılması izne bağlı olan işlerde izin verme yetkisi vali ve komutanındır.
Madde 13: Hâkimin reddine dair dileğin kabul edilmemesine dair kararlar kesindir.( Bu hakimi istemiyorum diye bir şey yok )
Madde 15: İlk tahkikat sırasında verilen tutuklama kararlarına sanık tarafından itiraz edilemez.
Madde 18: Cumhuriyet savcısının iddianamesi sanığa tebliğ edilmez.
Madde 21: İlk tahkikat sırasında verilen tevkif kararlarına maznun tarafından itiraz edilemez.
Madde 29: İlbaylık (vilâyet) içindeki ceza mahkemelerinden verilen hükümler temyize tabi olmayıp kesindir. ( Temyiz yok )
Madde 31: Vali ve komutan, emniyet ve asayiş bakımından lüzum görürse il halkından olan fertleri ve aileleri il içinde bir yerden diğer bir yere nakletmeye ve bu gibilerin il içinde oturmalarını men etmeye yetkiliydi.
(Madde 32): Vali ve komutan, herhangi bir şahıs hakkındaki takibatın ertelenmesine ve cezaların teciline de yetkiliydi. “Bu erteleme ve tecil zaman aşımı işlemine mani olmaz”dı.
(Madde 33): Aslında Meclis’e ait olan idamların infazı yetkisi de hemen oracıkta ifa edilebiliyordu: “İdam hükümlerinin vali ve komutan tarafından teciline lüzum görülmediği takdirde infazı emrolunur.”
Madde34. maddesi ise çok daha çarpıcıydı: “Tunceli ili içinde oturanlar; Elazığ, Malatya, Sivas, Erzincan, Erzurum, Gümüşhane, Bingöl illerine geçerek Türk Ceza Kanunu’nun bu kanunla tespit edilen suçlarını işledikleri takdirde, işledikleri suç Tunceli ili içinde işlenen suçlarla irtibatlı ise, bunlar ve bunlara yataklık edenler Tunceli ilindeki yetkili makam ve mahkemelerce bu kanundaki usule göre takip ve mahkeme olunurlar.”
(Madde 35): Kişinin aleyhindeki konularda ceza kanunu hükümlerinin “geriye yürümeme” ilkesi burada sıra dışı bir şekilde “Bu kanunun hükümleri makabline şâmildir.” denilerek geriye de yürütülüyordu.
Olağanüstü durumlarda alınan olağanüstü tedbirler, kanunlar...’’Normaldir, olabilir.’’ de denilebilir; ’’Yahu demokratik bir devlette böyle kanun olmaz ’’ da...
1936’da, Dersim’deki stratejik noktalarda bir dizi karakol inşaatına başlanması isyanın çıkış noktası olarak kabul edilebilir.İlginçtir inşaatların müteahhitleri Kürttü. Zaten aşiretler de bölünmüştü. Bir kısmı devlete biat etme yolunu tutmuştu, bir kısmı tarafsız kalmıştı. Bir kısmı ise bu gelişmelerden hiç hoşnut değildi. ( Seyid Rıza da bunlardan biriydi )
1936 da Hükümetin aldığı ’’ Çok gizli ’’ İbaresini taşıyan kararla ise silahlı çatışmanın sadece asileri oldukları yerde tutmaya yarayabileceği , bu sebeple köylerin tamamen boşaltılması ve tümüyle ortadan kaldırılması ’’ öngörülmüştü.
Artık devletin Tunç Eli nin adını alarak Tunceli olan bu şehirde pek de iyi şeyler olmayacaktı. Nitekim Atatürk, Eski Tunceli Mebusu Diyap Ağa’ya ’’ Aşiretini al ve Tunceli’den uzaklaş, ama öyle yakınlara değil, Malatya’dan da öteye gidin ’’ Diyerek onu koruma altına almıştı. Yani olabileceklerin korkunçluğundan o da ürküyordu. Sivas Kongresi öncesinde bu kongreyi basıp Mustafa Kemal’i tutuklamak isteyen Ali Galip’i taa Malatya’ya kadar kovalayan Diyap Ağa bu sefer kendi ve aşiretinin canını kurtarmak için Malatyanın da ötesine gönderiliyordu Atatürk tarafından. Belli ki Dersim’de, yeni adıyla Tunceli’de oldukça kötü şeyler olacaktı.
Kış bastırınca inşaatlara ara verilmiş, 1937 baharında tekrar başlamıştı. Mart’ta silah toplamak için Yusufan aşiretine gönderilen birlikten bazı askerlerin bir kıza tecavüz etmesiyle yangına benzin dökülmüş oldu. Aşiretler karakol baskınlarına başladı.
Askeri kaynaklara göre 1937’nin ilk olayı 20-21 veya 21-22 gecesi Harçik Suyu üzerindeki tahta köprünün yakılması ve askerlerle girilen çatışmaydı. Daha sonra da Mazgirt’teki askeri birliklere saldırıldı. ( Bu tarih bilindiği gibi Nevruz Bayramıdır ve çok sonraki yıllarda pkk terör örgütü de önemli kanlı eylemlerini hep Nevruzda başlatmıştır )
Sonra?
Bir dahaki yazıda inşallah.
YORUMLAR
hocam yazınızı ilgiyle okuyorum askerlerin bir kıza tecavüz olayı gerçekse bu askerler cezalandırılmışmdır yoksa üstü örtülmüşmüdür veya bu dersim olayı bu dereceye varmayacaktı ama askerler tecavüz olayına karışmamış olsalardı diyebilirmiyiz şöylede olmuş olamazmı bu askerler bilinçli olarak bu işi yapıp seyit rızanın elini güçlendirme gibi bir oyun oynamış olamazlarmı yoksa hayır mı emeğinize sağlık kolay gelsin saygılarımla selamlar