Son Düş-İlk Gerçek
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sadakatini yitirmiş bir neslin yüzyılında,şarj edilebilir hiçbir şeye el sürmemiş gibi hâlâ safken ruhumuz,sınır dışı edilme olasılığı yüksek bir düştü bize sunduğu ki tehdit edilmiş düşlerin unutulmadığına eminim.
..
O sabah herkes,kimi özlediyse onu buldu.Kimisi serum setlerinin klempleriyle oyalandı,kimisi yalnızca bakakaldı soğuk bir bedenin üzerine profesyonellikle çekilen örtüye.Her köşesini biliyordum o binanın,her dönüşünü biliyordum köşelerinin ve her çıkışını biliyordum merdivenlerinin.Bir daha hiç bir yeri bu kadar iyi bilmeyeceğime dair söz verdim kendime.
Defalarca provası yapılmış bir tiyatrodaymış gibi hep beraber düştük yere.Gözümüzün takılı kaldığı objeler dışında herkesin bize baktığına eminim.İkiye ayrılmış bütün kainat arafa düştüğümüze eminim.Onlarca kişinin bizi izlediği sahneden bunu kimseye belli etmeden çıktım,ardımızdan hiç alkış sesi gelmedi.Yere düşen birkaç gözyaşı hissettim sadece.Yada öyle olmasını diledim,belki birileri ağlamalıydı.
Egemenliğim yerle bir oldu...O an hiç bir sûfi kendini benden daha aşağıda göremezdi.Savaşı başlatmış ama yenilmiş aklımızın bütünlüğünü korumak istiyorduk. En azından ben yalnız bunu düşünebiliyordum..Her şey olabilirdim,her sonuca bağlanabilirdim. Hiç bir şey hissetmeden yüzlerce insanı öldürebilirdim. .Polis tutanaklarına biçimsiz bir imza karaladım.Kanun reddediyordu suçluluğumu.
Utanç ve vicdani bir suçtan kıpkırmızı kesilmiş bir uyku...Derin ve kurtuluş gibi bir uyku.Yırtıcı bir kuş sadakatiyle özlemeye başlamıştık bile onu.Hiç bir paragrafta yan yana gelmemeli ölüm ve insan kelimeleri.Hiç bir cümle anlatmamalı ayrılığı,bahsedilmemeli vedalardan.
Sahnenin altında büyük okyanusa yapılmış bir labirentte-belki Atlantis diyarı kim bilir- saklambaç oynuyorduk.Yalnız o oynamıyor,sadece izliyordu.Bakışlarını diğerlerinden uzaklaştırmış,yalnızca beni izliyordu.Hepimiz aynı şeyi hissediyor olmalıyız eminim.Gözümü açtığımda aşina olduğum o beyaz florasan yine karşımdaydı.Kalbimize bir duman üfleyip öylece gitmişti,senaryo yarım kalmış yönetmen istifasını sunmuştu.
Öyle bir acı ki ressam olan utanarak kullandı siyahı,"o hiç siyahı sevmezdi ki" dedi...Hüzünden bahsedemedi şair,"hatırlamıyor musun yasaklamıştı" dedi..Yere bakarak güldüğü her kırıntıyı seneler sonra bile toplayacağımız kimin aklına gelirdi ki.
Çıldırır gibi oldum.Her güz çıldırır gibi olacaktım belki de..
Kilometrelerce mesafe katediyormuş gibi geçerken bir odadan diğerine,şehirler geziyormuş hissi yaratarak unutuyordum son bir kaç saati.Her oda bir başkent,her kapı bir ayrılık hikayesi gibi...Unuttuğum her detay için bir omuz atıyordum çıktığım kapılara.Kendimi yormam,öldürmem gerekiyordu dizginlenmem için...Her şeyin üstüne çıkıyordu öfkem,herkesi kamçılıyordu sözlerim.Hiç bir şeyi unutmuyordum.Hâlâ unutmuyorum...
Günleri paylaştığımız insanlardan geriye kalanlar,ben ve birbirinden habersiz hayatlarımız...Eminim hala bir şey arıyoruz,belki bir anlam,belki bir çıkar yol. Ve yine aynı yollar,aynı koridorlar...Birimiz çocuğunun doğumuna sırf o koridorlardan nefret ettiği için gidemiyor ,ben katılamıyorum hiçbir cenaze namazına...Yürüyoruz,geçiyoruz,sık sık kaçıyoruz ve başlamadan sona eriyoruz hâlâ...
Oradasın biliyorum,ve ben her seferinde yanından geçiyorum...
Nasıl oldu da bu kadar dinginleşti kasım ve güz sancısı soluk bir düşe dönüştü.Sayfalar üzerinde mi yaratmıştık korkuyu?Orada biliyorum,kayboluyor,silüetleşiyor yüzü.Yok mu oluyor? Vazgeçtiğimiz günlerde eşitlenmeyeceğiz asla,ben hep o küçük çocuğum.Rüya mı bitiyor,o mu siliyor kendini?
Ve nasıl bu kadar uzaktayken hâlâ öğretebiliyor?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.