İkinci Basamak
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Çiseleyen yağmur uzaktaki beyaz ışıklı sokak lambasının yansılarıyla dans ederken gidiyordun.
Olmuyor yapamıyoruz diyordun.
Benim aklımda onlarca unutulmaz ayrılık tiradı; anlamsız yüz ifadem, çocukken yenmiş haksız tokadın küçük bedenimi sarstığı anki gibi şiddetli ağlama hissim ile ayakta durmaya çalışıyordum.
Hangi şarkı olsa bu sahneye cuk otururdu diye düşündüğüm için kendime kızgın ve bunu anlayacaksın korkusu ile ürkek dururken kapı eşiğinde bir peygamberdevesi süzüldü pencereden içeriye.
_Birazdan en sevdiğin çiçeğin yapraklarını yiyeceğim haberin olsun beni şimdi yakalayıp öldür yoksa üzüleceksin. Dedi bana...
Şaşkınlık gözümü sıkıca kapamak demektir benim için. Kendimi bildim bileli sıkıca yumup biraz bekledikten sonra kaybolan hayal öcülerini bildiğimden, bu gibi durumlarda aynı tepkiyi göstermek bana hiç de aptalca gelmiyordu artık. Yumdum gözlerimi hiç kıpırdamadan durdum. Korkudan kasılmış yüz kaslarımın oyunu sonucu ona güldüğümü düşünen sevgilim uçup gitti elimden. Son bir çırpınış için şansımı yitirmiştim. Oralı olmadığımı düşünen güzel yârim çekip gitmişti. Söyleyemediklerim var sana diyememiştim.
Gözyaşlarımda boğulmuş bir tıslamayı andıran, yarı anlaşılır boğuk bir seni seviyorum ve ben yapayalnız kalmıştık.
Eşiğin dışındaki meşhur ikinci basamağa çöküvermiştim. Rahmetli anamın hiç gelmeyen babamı beklediği bu dertli basamağın daha çekeceği varmış bizim aileden...
Küf kokulu bodrumun ceza odasına atasım var kendimi.
Damdan düşen Mardinli bir çocuk gibi kolum kırılsın istiyorum bu gece.
Hislerini açıklayamayan bir ergen acısı gibi berrak olasım var.
Otuz yılı kalmış bir mahpusun sahte rahatlığı ile içime ölmektir niyetim.
Neyi sevdim ben...
Neyine âşık oldum, neden acıdık bu denli ve neden hırçın bu sevda.
Söylemediklerim birikmişti içimde bir zamandır. Özenle hazırlanmış bu yemek sonrası anlatacaklarıma ben dâhil hiç kimse hazır değildi zannımca.
Bugüne dek bulut oldum bu aşk için, yağmur olup yağdım yârimin üzerine.
Çabaladım sevgimi hissettirmek için, diz çökmek nedir ki düştüğüm pusuyu düşününce...
Gitmek; yanlış sularda yakıtı biten gemi misali sürüklenmek mi?
Boynunu bükme derdi rahmetli ne olursa olsun başını eğme...
Kalsan sırf ben istediğim için
Koynunda yeşermeme izin versen
Hatalarımla bassan bağrına
Koklasan beni...
Düşle beni en yok olduğun anlarda, bilmediğin sokaklarda kaybolduğunda düşle. İki damla gözyaşı olarak gelirim yanına, bir sıcak çay gibi basit ama çağrışımı yoğun yanı başında olurum sen yeter ki düşle...
Gözlerini açtığında bana uyan, benim pelte dudaklarıma kon.
Yine çayı beraber yudumlayalım, martılar yine kanat çırpsın aşkımıza...
Gidip sandığa kaldırdığım bekleme minderini aldım. Sarhoş babamın üstünde sızdığı bir gece cigarasının yaktığı Afyon Bayat kiliminden kalanlarla anamın yaptığı minder bana hep iyi gelmiştir. Hele bu ünlü basamakta o mindere oturmak başlı başına olaydı şu an.
Pamuk helvayı yemeyi öğrendiğim yıla gidiverdim oturur oturmaz.
Kapı önünde saatlerce sohbet edilip, ara sıra hareket olsun diye yaramazlık yapan çocuklara atılan terliklerin sesi kulağımda her şeye rağmen gülümsüyordum.
Ben Gamze’de o yılların kadınını bulmuştum. Saygıda kusur etmeyip yine kendi dediğini yaptıran dengeli, işveli, maharetli tipik bir Anadolu kadınıydı bana göre. Sevimliliğindeki eksiklikten mi bilmem bizim ora erkeklerinin gururu okşanma delisidir. Ben ne kadar sıyrıldım desem de o topraklardanım işte kanımıza işlemiş. Gamze bunu da çok iyi yapıyordu. Hem kendini ezdirmez hem beni yüceltirdi. İnsan daha başka ne ister ki...
Yansam sırf senin göğüs sesine yerleşmek için
Uçsam şu tuhaf böcek gibi zihninde
Gitme desem doy artık yitmelere
Sevmeni dilesem
Eski günlerdeki gibi...
01.11.13
Nadir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.